|
| | Büyücü & Cadı Alımları. | |
|
+57Julien La Vergne Lorenzo d'Arrìgo Xavier John Redmond Ginger Gervais Andrei Ionel Sharon Lechter Kirsty Kirochka Caleb Brett Andreina Barries Amy Pond Frøydis V. Solskjær Mikaela Scholten Lareina Aurèle Caitria Cormack Chuck Luvery Karina García Dolores Caitlin Treacy Elyssa Lizzié Raymond Richard Chancellor Jr. Cordelia Barrington Jacqueline Bourbon Collesius A. Aiustha Cecilia Dawson Richard Dawson Nathan Charious Ivy Litvinenko Eilethyia C. Sky Aubrey Inora Greyn Harmonia Seymour Florentin Fauconnier Conerus Hell Greyn Belial Laurens Maxim Querta Cerise Iva Cervená Lox Nathaniel Kenward Charlotte D. De'Lauthé Mabelle Primeau Rohsan Zhaleh Benjamin Denovan Adelphe Ida Rigola Edward Alexandre Windsor Nienna Elenasse Eugen Dwayne Russell Nils Wójcik Claudia Chamberlain Matteo Orlov Raven Orlov Marilou Sláine Christopher Cain Palewing Billius Amorthane Morpheus Ivanov Reneta Rhoda Valeria Tchesnova Adrasteia Quiwen London Dunetz Bjørn Devereaux 61 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
Nathaniel Kenward Büyücü
Mesaj Sayısı : 54 Kan Durumu : Melez. Rp Partneri : Blythe Boivin. Onun için Hogwarts'ı bıraktım ben.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. C.tesi Mart 24, 2012 3:01 pm | |
| Nathaniel Lappén Büyücü Yirmi iki. Richard Chancellor Jr. | |
| | | Adrasteia Quiwen
Mesaj Sayısı : 2016 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : He is like a cage, Richard.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. C.tesi Mart 24, 2012 3:09 pm | |
| | |
| | | Nathaniel Kenward Büyücü
Mesaj Sayısı : 54 Kan Durumu : Melez. Rp Partneri : Blythe Boivin. Onun için Hogwarts'ı bıraktım ben.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. C.tesi Mart 24, 2012 3:10 pm | |
| - Adrasteia Quiwen demiş ki:
- Rütbe değiştirilecek mi?
bana mı bu soru bilemedim ama rütbem yok zaten | |
| | | Adrasteia Quiwen
Mesaj Sayısı : 2016 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : He is like a cage, Richard.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. C.tesi Mart 24, 2012 3:14 pm | |
| Soru, Charlotte D. De'Lauthé'a hitaben olup senin başvurunu görmemiştim. Aynı anda mesaj yollamış olmalıyız. Hallediliyor. | |
| | | Cervená Lox Cadı
Mesaj Sayısı : 51 Kan Durumu : PB Rp Partneri : Hiç olmadı. Özel Yetenek : Görücü. Yaş : 30
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. C.tesi Mart 24, 2012 7:06 pm | |
| Ad ve Soyad:Červená Lox Yaş: 27 Büyücü - Cadı: Cadı Örnek Rp: Dorian Dujardin
| |
| | | Adrasteia Quiwen
Mesaj Sayısı : 2016 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : He is like a cage, Richard.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. C.tesi Mart 24, 2012 7:14 pm | |
| | |
| | | Cerise Iva Cadı
Mesaj Sayısı : 223 Kan Durumu : Melez. Yaş : 27
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. C.tesi Mart 31, 2012 9:18 am | |
| Ad ve Soyad: Cerise Iva Yaş: On beş. -Karakterim kurgusuna göre okulu bırakmak zorunda kaldı da.- Büyücü - Cadı: Cadı. Örnek Rp: Carmella Decartius
| |
| | | Maxim Querta
Mesaj Sayısı : 673 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : Elim Reçel'in dötünde -pardon, cep diyecektim.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. C.tesi Mart 31, 2012 9:23 am | |
| | |
| | | Belial Laurens Cadı
Mesaj Sayısı : 1016 Kan Durumu : Kirli, her yönden. Rp Partneri : Kendisini itip kakan bir adama takmış durumda.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Çarş. Nis. 04, 2012 6:32 pm | |
| Belial Laurens. On Dokuz, belki yirmi. Cadı. Veronica Deangelo. | |
| | | Adrasteia Quiwen
Mesaj Sayısı : 2016 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : He is like a cage, Richard.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Çarş. Nis. 04, 2012 6:51 pm | |
| | |
| | | Conerus Hell Greyn Cørn Cafe Sahibi
Mesaj Sayısı : 78 Kan Durumu : Melez. Rp Partneri : Bjørn Devereaux. Yaş : 27
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Cuma Nis. 06, 2012 7:54 pm | |
| Conerus Hell Greyn, 21, büyücü. Örnek rp (okunduktan sonra silinebilir mi lütfen?): - Spoiler:
Kullanıcının isteği üzerine silinmiştir.
| |
| | | Bjørn Devereaux Ravenclaw VI. Sınıf, Sınıf Başkanı
Mesaj Sayısı : 1279 Kan Durumu : Safkan. Özel Yetenek : Meta.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Cuma Nis. 06, 2012 8:06 pm | |
| Başvurunuz onaylanmıştır. Rütbeniz veriliyor. | |
| | | Florentin Fauconnier Büyücü
Mesaj Sayısı : 7 Kan Durumu : **
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Salı Nis. 10, 2012 2:46 pm | |
| Ad ve Soyad:Florentin Fauconnier Yaş: 26 Büyücü - Cadı: Büyücü Örnek Rp: - Spoiler:
Köklü bir ailenin can sıkıcı oğlu, doğduğundan bu yana Ruiz ailesinin başına bela açmaktan başka bir şey yapmıyordu. Kelimelerin ağzına tıkıldığı bir anda öfkenin esiri olmuş ve gösterişli İngiliz, Fransız tarzı döşemelerin üzerinde duran açık arttırmadan alındığı her halinden belli olan birkaç vazoyu tekmeleyerek kırmıştı. Birkaç adım uzaklıkta yer yer kırlaşmış saçları olmasına rağmen hala dinç, yılların eskitemediği bir adam göze çarpıyordu, susmuş, dondurucu bir soğuklukla oğlunun öfkesinin geçmesini bekliyordu. Oğlunun daha ne kadar eşyaya zarar vereceğini az çok tahmin edebiliyordu yaşlı adam. Öfkesinin ne zaman geçeceğini, atacağı bir sonraki adımı dahi tahmin edebilecek kadar tanıyordu onu. Yıllar oğlu üzerindeki tahminlerin doğruluğunu öğretmişti ona. Karısı öldüğünden bu yana hayatta tek başına kalmış, oğlunu iyi yetiştirebilmek için elinden gelen her şeyi yapmıştı, özel hocalar tutulmuş, istediği her şey aksatılmadan anında karşılanmıştı. Belki de bu yüzden kontrolü yitirmişti, Edgar henüz yokluğun dahi ne demek olduğunu bilemezken elindekilerin kıymetini anlayamayacak aç gözlü bir gence dönüşüvermişti. Bir ihtimal, eğer karısı hala yaşıyor olsaydı onun daha iyi bir genç olması için elinden gelen her şeyi yapabilirdi, fakat artık çok geçti, ne yapması gerektiğini bilmiyor, onu eğitmek için daha ne kadar çaba sarf etmesi gerektiğini kestiremiyordu. Bu günlerde karısını biraz daha fazla özlediğini hissediyor, yokluğunu her hissettiğinde biraz daha kedere kapılıp geçip giden saniyelerin, dakikaların ardından bıraktığı hüznü yaşıyordu. Eduardo her şeyin en iyisini oğluna verdikçe Edgar daha fazlasını istiyor gittikçe daha fazla doyumsuz ve aç gözlü bir genç olup çıkıyordu. Zaten insanoğlunun tabiatında var olan doyumsuzluk ve aç gözlülük oğlunun elde ettikleri ile daha fazla pekişiyordu. Yokluğu, sefaleti hiç görmemiş bir insandan yokluğu anlatmasını, yorumlamasını ne derece bekleyebilirdiniz? İşte bu yüzden mutsuzdu, hem kendi hem oğlu, çünkü birçok şeyi elde etmekten artık tatminsizlik yaşamaya başlamışlardı. Çocukluk zamanlarını hatırlıyordu, bir somun ekmek gördüklerinde nasıl sevinçle nara attıklarını ve pişirilip önlerine konulan bir tas dolusu çorbanın tadının ne kadar güzel olduğunu. O zamanlardaki mutluluğunu arar olmuştu, son günlerde bu beton yığını buz gibi dört duvar arasında yalnız kalmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Evlerinde en ufak bir neşe kırıntısı dahi yoktu. İşten döndüklerinde baba ve oğul odalarına çekilirler birbirleri ile çok az konuşurlardı. Bu yüzden artık bir şeyler yapmalıydı ama oğlu ile konuşamıyordu Eduardo, konuşmayı bırak ona doğru düzgün iki laf dahi edemiyor, soğuk bir tavır ile karşılanıyordu, bir baba olarak bunu hak edip etmediğinden emin değildi. Belki hayatta oğlu ile böyle bir başına kalmamış olsaydı ve eşi hala yaşıyor olsaydı işler daha kolay olabilirdi. Bunu her düşündüğünde iç geçiriyor zamanlarını beklilerle bir çeşit ihtimallerle geçiriyordu.
Birkaç gün önce, yıllardır çok samimi olduğu bir dostu ve kan kardeşi olan Patrick in oğlu Edgar hakkında söyledikleri aklına geldi. Her bir kelimesini düşünmeden edemiyordu, mantıklıydı ve akla gelen cümleler kullanmış ve Eduardo bunu denemeye karar vermişti, bir çeşit kumar olarak nitelendirse de bunu göze alabilirdi. Dostunun bariton ses tonu ile söylediği her bir kelime bir kez daha kulağında çınladı. “Elindeki her şeyi al, biraz acımasızca olacak fakat yokluğun ne demek olduğunu anlamazsa daha fazla zarar verecek sana, onu yaşamakta zorlanacağı bir yere gönder, lüksün olmadığı, yokluğun ve fakirliğin olduğu bir yere, aç kalmanın ne demek olduğunu, biraz ekmek için ne kadar çok çalışması gerektiğini anlasın. Böylece elindekilerin kıymetini daha fazla bilecek. Biraz hayat tecrübesi edinmesi için ona fırsat ver, onu küçük sarayına tıkarsan, sarayının zalim bir kralı olmaktan başka bir şey yapmayacaktır, bana güvenebilirsin Ed.” vakit ilerledikçe ona daha fazla hak vermeye başlamıştı. Bu yüzden oğlunu İspanya’ya beş parasız göndereceğini söylediğinde Edgar küplere binmişti. Onun bu iç krizi atlatacağından emindi. Kırılan vazoları toparlaması için hizmetçileri çağırdı ve yaslandığı sandalyeden kalkıp oğluna bavulunu hazırlamasını yarın ilk vakitle yola çıkacağını söyledi ve onun bir kez daha itiraz etmesine fırsat vermeden arkasını dönüp odadan çıktı. Konu kapanmıştı ve Edgar ın artık diyecek bir şeyi kalmamıştı. Eduardo Ruiz katı kurallara sahip biri olarak tanınan biriydi ve bunu artık oğlu üzerinde de kullanmaya başladığı halinden belli oluyordu. Genç adam yeşile çalan gözlerini babansın sırtına dikti, dudağı öfkeyle kısılmış olsa da bir an önce toparlanmaya karar vermişti. Kendine bir yol çizilmişti ve genç adam o yoldan geçmek zorundaydı yoksa hayatı boyunca bir daha belini doğrultamayacağını biliyordu. Evin efendisi Eduardo Ruiz sözlerinin çiğnenmesinden asla ve asla hoşlanmazdı. Genç adam odasına çıktı ve bavuluna yerleştirdiği birkaç parça eşya ile lazım olacakları ayarladı. Bunu bir çeşit kamp olarak düşünmeliydi belki de, vahşi bir ormana gönderiliyordu, nelerle karşılaşacağı belli değildi. Bavulunun kapağını kapadı, fermuarını çekip kilidini geçirdi ve hazır bir şekilde kapının kenarına çektiğinde ertesi gün sabahın erken vakitlerinde hazır olmak için üzerini değiştirip yatağına uzandı. Yoğun bir gün geçirmiş, sinirleri yıpranmıştı, yan odada babasının çıkarttığı seslerin tıkırtılarını duysa da üzerinde durup düşünemeyecek kadar yorulmuştu. Ertesi gün tüm bu güzelliklerden mahrum kalacaktı. İspanya’ya geldiği günlerden bu yana yaklaşık iki hafta geçmişti, bir pansiyonda kalmak daha önce hiç yapmadığı bir şey olduğundan o kadar acemilik çekiyor ve o kadar saçmalıyordu ki çevredekilerin kendine güldüğüne yemin edebilirdi. En son yattığı yatağın kenarında bir örümcek ağı görmüş ve yaygarayı koparmıştı. Eski bir pansiyonda hizmetçilerin, uşakların olmasını beklemek ne kadar saçmaysa o gün boyunca söylediği şeylerde bir o kadar saçma gelmişti orada yaşayanlara. Yıpranmış bir masanın diğer tarafında oturan ve kendine resepsiyonist diyen adama çıkıştığında “Benim kim olduğumu biliyor musun sen? Eduardo Ruiz in oğluyum ben.” “Bu şekilde kızamazsın bende birinci Petro’nun torunuyum ama senin gibi yaygara koparmıyorum.”diye adam cevap vermiş ve Edgar hayattan bezmiş gibi hissetmekten başka bir şey yapamamış odasına geri dönmek zorunda kalmıştı. Neyse ki bir süre sonra o izbe ve döküntü yere alışmış ve şikâyet etmekten artık vazgeçmişti. Babası da artık mektuplarına cevap vermiyordu, kredi kartını, arabasının anahtarını hatta telefonunu bile elinden almış, tek oğlunu bu saçma sapan mahalle köşesinde yalnız başına bırakmış akıllandığı zaman geri dönebileceğini söyleyip ortadan kaybolmuştu.
Birkaç gün boyunca odasından çıkmadı Edgar, yaptığı tek ve önemli şey odasına kapanıp yatağına uzanmak boş boş tavana bakarak vakit öldürmekti. Sonunda daha fazla dayanamadığını hissettiğinde kendini sokağa atmıştı. O gün boyunca yaptığı en iyi şeylerden biri olduğunu düşünüyordu, sokak ortasında amaçsızca yürürken kendini bir panayırda bulmuştu. Hava henüz yeni kararmıştı, kapının girişindeki adamdan bir bilet alıp tahta sandalyelerden birine gelişi güzel oturmuş ve öylece beklemeye başlamıştı. Daha ne olduğunu bilmediği bir gösteriden bilet almakta saçmalık ettiğini hissetmeye başladığında bir gurup insan sahneye çıkmaya başlamıştı. Başını önünde oturan adamdan biraz yana çevirdiğinde sahnede tek bir kişi dikkatini çekmişti. İpeksi bembeyaz teni ve engin okyanusları andıran masmavi gözlerindeki güzellikle herkesi büyülüyordu, böyle bir güzellik böyle bir yerde nasıl olabilirdi? Çıplak belini saran ince zincir, genç kız müziğin ritmi ile dans ettikçe ışıldıyor ayak bileğini saran zincire kadar her şey onun güzelliği ile parıldıyordu. Böyle bir yerde, böyle bir kasabada, böyle bir güzelliğin heba olabileceğini düşündüğü an onunla göz göze gelmişlerdi. Sonradan adının Yolanda olduğunu öğrendiği bu Çingene kızını elde etmek için elinden gelen her şeyi yapmıştı genç adam. Dikkatini çekmiş, peşinden gitmiş hatta ısrar etmişti. Eline dokunduğunda iliklerine kadar hissediyordu tutkuyu, daha önce kendini bu derece arzulu hissetmesine sebep olabilecek bir kadına denk gelmemiş, şimdi hissettiği şeyin bambaşka bir şey olduğunu keşfettiği anlarda Yolanda nın kendine ait olması için elinden geleni yapmıştı.
Vazgeçmek nedir bilmiyordu Edgar, hiçbir zaman yılmamıştı ve istediğini elde edene kadarda gözü hiçbir şey görmemişti. O gün odasına girdiğinde ve genç kızı kollarının arasına aldığında, üzerindeki geceliği omzundan sıyırıp ay ışığının tenine vurduğu bir gecede genç kızı yatağına yatırıp kendide soyunduktan sonra onu altına almış ve vücudunun her bir noktasını dudağının dokunuşu ile tatlandırmıştı. Kalçasını saran ince dantel kumaşı çıkartmış, çıplak göğsünü avuçlayıp bacaklarının arasındaki kadınsılığının keşfine çıkmıştı. İlk başta canını yaktığını hissetse de bir an durup genç kızın gözlerine soru dolu ifadeyle bakmış devam etmesini fısıldadığında arzularına yenik düşmüştü. İniltiler geceye karışırken kendini bir yere kadar tutmak ve evde yaşayan diğer insanları uyandırmamak için çaba sarf etmek bir hayli zordu. Birçok kadınla birlikte olmuştu fakat Yolanda gibi bir bakirenin tadına bakmak her şeye değerdi. O kadar saf ve güzeldi ki, birine bağlandığı zaman sorgulama gereği bile duymuyor körü körüne âşık olabiliyordu. Ufacık bir tatlı söz bile onu mutlu edebiliyordu, bu yüzden onunla olmaya devam ettiği günlerde tipik bir vicdan azabı da peşinde gelmeye başlamıştı. Aşktan, mutluluktan ve daha birçok şeyden bahsediyordu. Bunların hepsi çok saçmaydı, aşk diye bir saçmalığa inanacak kadar aptal olmasını beklemiyordu, bu yüzden olabildiğince çabuk uzaklaşmalıydı oradan. Bu yüzden saf ve masum kadınlardan hoşlanmıyordu. Birkaç gün sonra ilk fırsatta İspanya’dan daha doğrusu Yolanda nın kendini bulabileceği yerden kaçtı. Nasıl olsa bir süre sonra onu unutacaktı, onunda kendini unutacağını biliyordu. Evine döndüğünde birçok şeyin değişmiş olduğunu hissediyordu artık, eski yaşantısını çok özlemediğini fark etmişti. Belki de orada çok daha mutluydu. Mükemmel bir yaşantı yoktu belki fakat insanlar daha mutluydu, daha neşelilerdi, çevreleri kendilerini beğenmiş gösteriş düşkünü insanlarla çevrili değildi. Hayat çok daha zordu belki, yaşama koşulları, gelirleri kıttı belki ama bir şekilde bununla mutlu olmasını öğrenmişlerdi. Birkaç ay boyunca bunun etkisinden çıkamadığını hissetti. Sonraları tüm yaşadıklarını unutmaya başlamıştı. Bir gece içerisinde babası ile kavga etmiş ertesi gün normale döndüğünde ne yapacağını bilememişti. Kavgalarının sebebi de Yolanda idi.
Babasına onun hakkında bir şeyler söylemiş yaşlı adam ise yüzüne sertçe bir tokat indirip Yolanda Morales in kim olduğunu bilemeyecek kadar aptal bir hergele olduğunu söylemişti. Onun peşine düşerek başına bir bela açmıştı. Büyük amcası Sicilya mafyasının Murcia’da bir kolu olan mafya üyesiydi. Ölen annesi İtalyan mafyasına zamanında önderlik etmiş bir adamın kızıydı. Kuzenlerinden birkaçı ise birkaç defa hapse girip çıkmış katillerden başka bir şey değildi. Eduardo oğlunu oraya adam olması için göndermişti fakat başına çok daha büyük bir iş açıp geri gelmişti. İzini buldukları an oğlunun da kendinin de kolaylıkla canına okuyabilirdi ve bu çok uzun sürmeyecekti. Fakat düşündüğü gibi olmamıştı, aradan aylar geçmiş Yolanda nın ailesinden kimse kapılarına dayanmamıştı. Bu durum Edgarı rahatlatmıştı fakat bir süre sonra o gün kapısını çalan kişinin Yolanda olduğunu öğrendiğinde endişeye kapılmadan edememişti. Belki de o katillerle birlikte kapısına dayanmıştı. Genç adam yanına gelen uşakla birlikte merdivenlerden indi ve kapıda duran Yolanda ya baktı. Kâhya genç kadını içeri alma nezaketsizliğinde bulunmuştu ve bu yüzden onun canına okuyabilirdi. Yolanda’nın mavi gözleri ile karşılaştığında kısa bir an duraklamasına sebep olacak ve şaşırmasını sağlayacak şey bebek arabasında en az Yolanda kadar güzel gözlere sahip bebeğin üzerinde hissettiği bakışlardı. Başındaki küçük pembe şapkanın altından birkaç lüle gözüküyordu. İçinde bir kıpırtı hissetse de bunu bastırmasını başarabilmişti. Bu çocuk kendinden olamazdı, olmasını istemiyordu. Gözlerini tekrar genç kıza çevirdiğinde sert sözleri ile karşılaştı. Görmeyeli değişmişti. “Üzgünüm, dalmışım sebepsizce, içeri gir de konuşalım.”birlikte uzun bir holden geçerlerken kâhya arkalarından kapıyı çoktan kapamıştı. Büyük misafir odasına geçtiler ve koltuklardan birine oturmasını bekledi, hemen ardından kendide bir koltuğa yerleşti. “Neden geldin diye sormalı mıyım sence?”
| |
| | | Marilou Sláine
Mesaj Sayısı : 209 Kan Durumu : Safkan.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Salı Nis. 10, 2012 3:04 pm | |
| | |
| | | Harmonia Seymour
Mesaj Sayısı : 14 Kan Durumu : Safkan
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Salı Nis. 24, 2012 6:58 pm | |
| Harmonia Seymour. 25. Cadı.- Spoiler:
Dağılmış sarı saçlarının arasından çıkardı kalemini. Bu hasta hakkında da bir teori üretmişti kendince. Şimdilik iyi gidiyordu, aldığı notlar, yazdığı taslaklar. Şefi ikna edebilecek gibiydi. Alçak sehpada duran kahvesini alabilmek için küçük çenesini dayadığı dizini yere indirdi. Bu dönemde tüm asistanların ihtiyacı olduğu tek şey kafeindi. O da diğerleri gibi kahve fincanını elinden düşürmezdi. Keyifle kahvesini yudumlarken çağrı cihazının öttüğünü duydu. Bu cırtlak sesten nefret ederdi. Mümkün olduğunca çabuk kapatmaya çalışırdı her zaman. Kısa sürede cihazı kapatıp odadan çıktı. Uzun koridorları koşarak geçti, ardında fırtına bırakarak. Olabildiğince hızlı konuşmalıydı. İnsan hayatı şakaya gelmezdi ve tıpta en önemli şey saniyelerdi. Bir saniye içinde biri ölebilir, başkalarının tüm hayat değişebilirdi. Dışarıdan bakıldığında bir saniyenin hiçbir önemi yoktu. Yavaşlamaya başladığında ayakkabısından gıcırtılar yükselmeye başladı. Hızlı hareketlerle önlüğünü ve eldivenlerini giydi, arkadaşlarının arasında bir yere yerleşti. Ambulansın siren sesi gittikçe yaklaşıyordu. Bu ses yeni gelenlerde her zaman adrenalini tetiklerdi ve kendilerini inanılmaz bir aksiyon içinde bulurlardı. Ancak bu ses artık Elais’e fazla etki etmiyordu, alışmıştı. Bu sesi duyduğunda adrenalinden çok ironi kaplıyordu içini. Bir duman gibi her yerine yayılıyordu yavaş yavaş. İnce kaşlarını çatmış ambulansın gelmesini bekliyordu. Hemen yanında kısa boylu hocaları Miranda duruyordu. Miranda, belirgin yüz hatlarına ve hatlarını öne çıkartan kısa, siyah saçlara sahipti. Hafif yukarı kalkık bir burun ve kalın dudaklar… Aslında gerçekten güzel bir yüze sahipti. Ancak minyon bir kadındı. Bir keresinde Elais’e minyonluğu yüzünden gençliğinde çok şey kaybettiğini anlatmıştı. Bu tür dertlerini de bir tek Elais’e anlatırdı. Ardından şakayla karışık, birine anlatacak olursa kariyerini bitirmekle tehdit ederdi. Elais, tehdidinden korktuğundan değil, gerçekten iyi bir sırdaş olduğu için söylememişti kimseye. Nihayetinde ambulans acil servise gelmişti. Bütün doktorlar koşuşturmaya başlamıştı. Doktorların içlerinde hep bir rekabet isteği ve hırs vardı. Bazen tek düşündükleri hastayı kurtarırsa ne derece yükselecekleri olabiliyordu. Ötekilerin aksine Elais her zaman hastayı kurtarmak derdindeydi. Ambulansın kapılarını açıldı. İçeriden önce polisler indi. Ardından sedye üzerinde, turuncu üniformalı bir adam çıktı ambulanstan. Baygındı, yüzünde ya da vücudunda herhangi bir kan yoktu. Elais o an anlamıştı, bu hastanın nörolojik bir problemi vardı. Adamı gören çoğu asistan uzaklaşmıştı oradan. Turuncu üniforma idam edilecek olan bir suçlunun giyebileceği bir şeydi ve bu suçluyu herkes tanırdı; Biagiotti… Sadece ismi duyulmuştu. İşlediği suçlar hakkında kimsenin bir fikri yoktu. Bu da onun daha korkunç biri olarak görünmesine neden oluyordu. Sedyeyle hızla içeri girdiklerinde koridordaki herkes onlara dönüp bakıyordu. Bu adam ne yapmıştı böyle? Nasıl herkesin ondan korkmasını sağlamıştı? Travma odasına girdiklerinde, doktorlar odanın içini görebilmek için etrafta pervane olmuşlardı. Miranda hastayı muayene ederken Elais de beyin cerrahına çağrı atıyordu. Gürültülü kalabalığın içinden sıyrılarak geldi kısa sürede Doktor Patrick. Hastayı o da tanımıştı. Ancak yapacak bir şey yoktu. O bir doktordu ve insanları sorgusuz, sualsiz kabul etmeye yemin etmişti. Dikkatlice muayene etti hastayı. Sonuç kötüydü. Ancak emin olamıyordu doktor. Bu yüzden hemen bir tomografi çekilmesini istedi. Bu iş yine Elais’e kalmıştı. Tomografi sonuçlarına baktılar ışıklı ekranda. Beyin kanaması geçirdiği ortadaydı. Hemen ameliyat olması gerekiyordu. Hızlıca tüm hazırlıklar tamamlandı ve Biagiotti ameliyata alındı.
Elais, hastanın dosyasına durumunu yazarken iki zümrüt gözün ona baktığını fark etmemişti. Canavar uyanmıştı. Hiç konuşmadan Elais’e bakıyordu. Aniden kapının açılmasıyla irkildi Elais. Arkadaşı Megan elinde dosyalarla gelmişti yanına. Şüpheyle yatakta yatan hastaya baktığında uyanmış olduğunu fark etti. İçini bir ürperti kapladı Meg’in. Elais arkadaşının garip bakışlarına dikkat etti, başını hastaya doğru çevirdi ve nihayetinde o da uyanmış olduğunu fark etti. Odada ürpertici bir sessizlik hakimdi. Sağ elinden yatağa kelepçeli olmasa kızların üzerine atlayacakmış gibi görünüyordu. Masum bir yüzü vardı, kimsenin o korkunç adam olabileceği ihtimalini bile veremediği bir yüz. Tüm yaptıkları öğrenildiğinde onunla bir kahve içmiş olanlar ne hissetmişti? John Wayne Gacy’nin ablası gibi mi? Jeffrey Dahmer’in komşusu gibi ya da Ted Bundy’nin eski kız arkadaşı gibi mi? Meg ve Elais birbirlerine baktılar, şaşkınlıkla. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Kanları akmıyordu adeta donmuşlardı. Onların söylemesine gerek kalmadan Biagiotti anlamıştı “Siz ikiniz benim ne yaptığımı mı merak ediyorsunuz?” Gür sesi sessizliği bozmuştu ama ürperti havasını fazlalaştırmıştı. Kızlar Biagiotti’ye bakakalmıştı. Bu durumda ne denilebilirdi? Daha önce ikisi de bir katille karşılaşmamıştı. Biagiotti ince dudaklarını konuşmak için bir kez daha araladı. “Bir kadının boğazını kestim. Hoşuma gitti, tekrar kestim. Daha çok hoşuma gitti, bir daha kestim.” Meg’in kahverengi gözleri yerinden fırlayacakmış gibi açıldı. Elais soğukkanlılığını korumak için uğraştıysa da yapamadı. İkisi de şok olmuşlardı. Belki de en can alıcı noktası yaptığı şeyi bir bardak su içmiş gibi kolayca anlatabilmesiydi. Bir insanın hayatına son vermek bu kadar basit olabilir miydi? Bu akıl almaz bir şeydi. Elais adamın gözlerine bakmaya cesaret edemiyordu. Meg’in daha fazla bu odada kalmak istemediği her halinde belliydi. Hızlı adımlarla dışarı çıktı. Elais dosyayı hastanın ayakucuna bıraktı.“Yarın beni idam edecekler. Bir hayvan gibi uyutulmak istemiyorum. Ben de insanım.” Başını kaldırdı Elais. Adamın gözlerine kenetledi gözlerini. Öylece kalmıştı. İstemsizce araladı dudaklarını. “O kadınlarda insandı.” Bu söz karşısında şaşırdı Biagiotti. Elas’in kendisi de şaşırdı. Ardına bile bakmadan hızlıca çıktı odadan. Katilin söyledikleri beyninin tüm yanını sarmıştı. Sürekli kulaklarında uğulduyordu ‘ben de insanım’ deyişi. Her daim canlı görünmesini sağlayan teni, soluk bir kireç rengine bırakmıştı yerini. Nasıl bir dünyada yaşadığını anlamaya çalışsa da başarılı olamadı. Koridorda giderken birkaç kişi onu durdurup iyi olup olmadığını sordu. Hepsine de iyi olduğunu söyledi. Yalandı, iyi değildi. Dinlenme odasına atarak kurtuldu bu insanlardan... Kendine gelmeliydi. Masanın üzerinde duran şişeyi alıp avcuna döktü suyu. Ardından hızlıca yüzüne çarptı. Şimdi kendini daha iyi hissediyordu. Teorisini gözden geçirdiği sırada aklında yine o kelimeler yankılanıyordu. O da bir insandı. Her ne yapmış olursa olsun hiç kimsenin öldürülmemesi gerektiğine inanırdı. Bir doktorda olan en önemli dürtüye o da sahipti, hümanizm. Ne yaparsa yapsın bu dürtüyü atamazdı içinden. Aslında Elais insanları sevmezdi, sadece işine aşıktı. Ürpertici bir gecede hastanede bir katil… Bundan daha berbat bir durum olabilir miydi? Kucağına koyduğu dosyaları sert bir hamleyle attı sehpanın üzerine. Başını koltuğun başından geriye doğru sarkıttı, elleriyle gözlerini ovuşturarak. Kendini bir şeyler yapmak zorundaymış gibi hissediyordu. Rahat oturmak için çıkardığı spor ayakkabılarını tekrar ayağına geçirdi ve ayağa kalktı. Ardında çok sevdiği vanilya kokusunu bırakarak ayrıldı odadan. Her adımında kalp atışlarının hızlandığını hissetti. İnsanın bütün vücudunu kaplayan o kalp ritmi… Koridorlar bomboştu. Sadece bir ya da iki hemşire vardı koridorlarda. Cerrahlar da muhtemelen dinlenme odalarına çekilmişlerdi. Her geçen saniye daha derin bir heyecana kapılıyordu. İlk senesinde ambulans gelirken hissettiği adrenalini şimdi tüm damarlarında hissediyordu, kılcal damarındaki en küçük hücreye kadar bile. Yavaşça açtı katilin odasının kapısını. Tam beklediği gibiydi; uyumuyordu, gecenin matemini izliyordu uzandığı yataktan. Kapının açılmasıyla kafasını yavaşça çevirdi kapıya doğru. Elais küçük aralıktan süzülerek kapattı kapıyı. Katilin yattığı yatağa doğru irkilerek geldi. Gözlerini bir kez daha onun gözlerine kenetledi. “Başının arkasındaki dikiş yeri şu an oldukça hassas. Güçlü bir darbede seni öldürebilecek kadar.” Başka hiçbir şey demeden koşar adımla ayrıldı odadan, geride şaşkın bakışlar bırakarak. Hayvan gibi ölmek istemiyordu, Elais sadece ona bir seçenek sunmuştu. Neden yaptığını bilmiyordu. Ona acımış mıydı? Yoksa onun toplumun yarattığı bir canavar olduğunun farkında mıydı? Etrafına bakınarak hızlıca geçti koridorlardan, tekrar geldi dinlenme odasına. Kapıya yaslanıp başını yukarı kaldırdı, gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Açtığında yeşil gözlerinden damlalar süzüldü istemsizce.
Aniden gelen cırtlak bir sesle uyandı Elais. Çağrı cihazı, yine en nefret ettiği sesi çıkartıyordu. Cihaza baktığında katilin yattığı odanın numarasını gördü, derin bir ürperti kapladı içini. Acaba seçeneğini mi değerlendirmişti? Hemen toparlanarak çıktı odadan. Olabildiğince hızlı koştu ve kısa sürede geldi katilin odasına. Patrick de oradaydı. Biagiotti’ye baktığında başından kanlar süzüldüğünü gördü. Kaskatı kesilmişti adeta. Ne yapacağını bilemeden sürekli ayakları içeri doğru. Elleri titriyordu, vücudu soğumuştu, beti benzi akmıştı. Tıpkı bir ölü gibi hissediyordu kendini. Katile yaklaştığında duyduğu mırıltı onu kendine getirmişti. “Böyle ölmek istemiyorum.” Başını kaldırıp Patrick’e baktı. Patrick ne dediğini sordu defalarca ama söylememeyi seçti Elais. Acil müdahale yapıldı katile. Bir günde bu kadar şey yaşamak yormuştu Elais’i. Miranda içeri girdiğinde bakmaya cesaret bile edememişti. Anlamasından korkuyordu. Hiçbir şey olmamış gibi açılan dikişi kapatıyordu usulca. Miranda’nın burada olmasından rahatsız olmuştu. Çünkü onun alanı değildi nöroloji. Dikişi bitmişti, şimdi ne yapacağını düşünürken gelen sesle irkildi. “Elais, benimle gelir misin?” Gözlerini sıkıca kapattı Elais. Yer ayağının altından kayıp gitmişti. Kendini boşlukta hissediyordu ama düşemiyordu da. Havada asılı kalmıştı. Belki başka bir şeydi ama bunu bilemezdi. Yaptığı şey ilgilendiriyordu onu bir tek. Miranda önde burnundan soluyarak gidiyordu, Elais de onun peşinden yavaşça gidiyordu, başı öne eğik. Bir travma odasına girdiler birlikte. Kapının kapanmasıyla Miranda’nın bağırması bir olmuştu. “Hapisleri sever misin? Kariyerinin bitmesini ister misin? Sen bir doktorsun, kendine gel.” Anlamıştı Elais’in de tahmin ettiği gibi. Ne yapacağını bilemeden sessizce dinliyordu Miranda’yı. Haklı olduğunu da biliyordu. Böyle bir hatayı nasıl yapabildi? Ama pişman olup olmadığını sorgulamıyordu henüz. Miranda Elais’e bağırarak birçok şey söylemişti. Önceki hatalarını yüzüne vurmuştu, ondaki cesaret normal insan cesareti olmadığını defalarca vurgulamıştı. En hassas olduğu konuları bile açmaktan çekinmemişti Miranda. Ancak Elais hiçbir şekilde karşılık vermedi. Haksız olduğu konularda her zaman susup oturmayı bildi. Ancak Miranda’nın söylediği son söz vicdanına işlemişti. Pişman olduğunu anlamasına neden olmuştu. “Bunu senden beklemezdim. Ben sana böyle mi öğrettim?” Miranda’nın sesinden içinin burukluğu anlaşılabiliyordu. Siyah iri gözlerinin altı yaş dolmuştu. Dokunsan ağlaycak gibiydi adeta. Başka hiçbir şey söylemeden odadan çıktı. Kapıyı vurduğunda da Elais’in kulaklarında yankılandı o gürültü. Ağlayacak gibiydi, pişmandı, kendini aptal gibi hissediyordu. Nasıl bu kadar basit düşüncelere sahipti? Kendini tanıyamıyordu. Mesleği sahip olduğu tek şeyken şimdi onu kaybetmekle karşı karşıya gelmişti. Karanlık oda da yapayalnızdı, tıpkı iç dünyasında da olduğu gibi.
Sabahın erken saatlerinde bir başına koltukta oturmuş, güneşin doğuşunu izliyordu Elais. Kafası allak bullak olmuştu. Tıpta saniyeler önemliydi, bir saniyede tüm hayatlar değişebilirdi. Hiç başına gelmeyecek zannederken onun da hayatı bir saniyede değişmişti. Miranda henüz kimseye anlatmamıştı olanları. Bu yüzden hala Biagiotti’ye Elais bakıyordu. Az sonra taburcu olacaktı. Elais bir daha nasıl o odaya gireceğini bilemeden dosyaları almaya koyuldu. Dün fırtına gibi estiği koridorda bugün fırtınanın kırdığı bir çiçek gibiydi. Ağır hareketlerle ilerlerken kendini aynada gördü. Dağılmış sarı, kıvırcık saçlar, düne kadar sürekli parlayan şimdi ise sönmüş yeşil gözler, ince dudaklar ve solgun bir ten. Göz kapaklarını bile güçlükle hareket ettirebiliyordu. Hiç uyumamıştı, uyuyamamıştı. Aynanın hemen yanındaki odadan içeri girdi. Katille tekrar yüzleşme vaktiydi. Kendi halinde bir köşede dolduruyordu belgeleri Elais. Yabancı olmadığı bir ses tekrar yankılandı odada “İdamıma gelmeni isterim. Orada tanıdık bir yüz görmek çok iyi olacak benim için.” Elais şaşkınlıkla baktı adama. O da insandı. Evet, psikopattı ama o da insandı. Onu böyle yapan toplumdu, şimdi aynı toplum ondan nefret ediyordu. Hepimizin için de bir psikopat yok mu zaten? O sadece içindekileri dışa vurmuştu. Göz göze geldiklerinde Elais orada bir insan görmüştü, daha da önemlisi kendini görmüştü. O an Manson’nın bir sözü gelmişti aklına. ‘Bana tepeden bakarsanız, bir aptal görürsünüz. Bana aşağıdan bakarsanız, tanrıyı görürsünüz. Bana karşıdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz.’ diye tekrarladı içinden Elais. Hiçbir şey söyleyememişti bile, sadece bakakalmıştı. Elais'in ona bakmasıyla birlikte o canavar gülümsemişti. Kim inanırdı ki onun gülebildiğine? O sırada kapı açıldı ve sert yüz ifadeli, üniformalı adamlar girdi içeri. En arkadan gelen oldukça iriydi. Karanlıkta gölgesi görülse yaratık sanılabilecek kadar iriydi. Gür ve çatık kaşlarının altındaki gözlerinde sürekli sert bakışlar vardı. Artık gitme vakti gelmişti. İki uzun boylu adam katilin yanına gelip çözdü keplepçelerini. Yataktan çabucak kaldırıp arkasında birleştirttiler ellerini. Tekrar geçirdiler kelepçeyi ince bileklerine. Elais ise odanın bir köşesinde izliyordu olanları. Yine her şey saniyeler için de olup bitmişti. Bir hayat daha saniyeler için de tamamen değişmişti. Kapı sertçe kapandığında Elais'in yüzünde ufak tebessüm belirmişti. Sinsi ama bir o kadar da gerçekçi. “Biz, başkalarının hayatlarını kurtarmak için kendi hayatlarımızı mahveden salaklarız.”
| |
| | | Aubrey Inora Greyn Cadı
Mesaj Sayısı : 10 Kan Durumu : Safkan Yaş : 28
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Salı Nis. 24, 2012 7:00 pm | |
| Ad ve Soyad: Aubrey Inora Greyn Yaş: 42 Büyücü - Cadı: Cadı Örnek Rp:- Spoiler:
İçeri girer girmez ortamın kasveti çöktü omuzlarına. Havadaki dayanılmaz rutubet kokusu ağırlaştığında soluk alamıyordu. Nefesini tutarak mendilini ağzına kapadı. Ağır ağır yürürken, yere dökülen sıvalar, her adımda ayaklarının altında çatırtılı sesler çıkartarak dağılıyordu. Dökülen sıvaların altından oraya çıkan volkanik kara taşlara dikkatle baktı. Duvardaki taşların her biri farklı bir ifadeyle bakan insan slüetlerini andırıyordu. Sanki canlıydılar ve adeta insan ruhunun derinliklerine bakar gibiydiler. Evet, burada, duvarlarda yaşıyorlardı, acı çekerek can veren ölülerin yüzleri !
Kimi suçlu, kimi masum, kimi üzgün, kimi hırçın, kimi de vahşi, katil yüzler…
Hepsi üzerine üzerine geliyor gibiydiler. Ruhlarının tanımlanması güç varlığını hissedebiliyordu. Yapış yapış, nemli gibi ve soğuk… Her an her biçimde karşısına çıkabilirlerdi. Çünkü her yerdeydiler.Hangi yana dönse etrafında gezinen gölgelerini görüyordu. Bulunduğu yere çömelerek başını ellerinin arasına aldı. Saçlarını sımsıkı avuçlayarak yutkundu. Kendine gelmeye çalışıyordu. O anda içini tuhaf bir duygu kapladı birden. Ayağa fırladığı gibi labirentleri andıran koridorlardan hızla koşmaya başladı. Rüzgarın sesi gibi uğultulu sesler çıkaran ölüler, her dönemeçte daha bir kalabalıklaşarak peşine düştüler. Koridorların bittiği yerde karşısına çıkan daracık merdivenlerden süratle aşağı inmeye başladı. Basamak araları oldukça yüksek olduğundan, inerken merdivenin iki tarafından yükselen duvarlara tutuna tutuna iniyordu. Rutubetli duvardan ellerine yapışan iğrenç sıvaları hissedebiliyordu. Elinde bir kımıltı hissetti sonra. Duraksayarak baktığında elinin üzerinde bir akrep yavrusu olduğunu fark etti. Kurtulmak için çabalarken dengesini kaybedince basamaklardan yuvarlanarak yüzüstü yere kapaklanıverdi. Avuçları kanıyordu. Dizleri fena halde zonkluyordu. Yavaşça doğrulmaya çalıştı ama yapamadı. Bu arada iniltili sesler çoğalmaya başlamıştı. Ortamın loş ışığı puslanı verdi birden. Kollarını başına siper ederek öylece kalakaldı. Üzerine üşüştüler. Uğultulu bir sessizlik içerisinde hızla bedenine değip değip geçiyorlardı… Ağırlığını duyuyordu ruhunda ölenlerin, kurtulmayı bekler gibi, yalvarırcasına yükselen sesleri…
Kollarını sağa sola savurarak yerinden kalktı. Çığlık çığlığa bağırıp kaçmak istedi ama olmuyordu, yerinden kımıldayamıyor, konuşamıyordu. Dili kaskatı kesilerek damağına yapışmış, sesi kısılmıştı. Damağından sabah içtiği kahvenin acısını hisseti. Yüzünü ekşiterek kupkuru yutkundu bir iki kez. Yüreği ağzından fırlayacak gibi çarpıyordu. Korkudan bir iki adım geri çekildi. Ayaklarını ses çıkarmamaya gayret ederek yavaşça basıyor, sürükleyerek geri çekiliyordu. O sırada gölgelerin, çığlık çığlığa sesler çıkartarak bir şeylerden kaçar gibi uzaklaştıklarını fark etti. Hepsi gitmişlerdi. Uğultular kesilmişti. Artık güvendeydi. Derin bir nefes alarak üstünü başını sirkeledi.
Saçları dağılmıştı. Eğilerek yırtılan siyah çoraplarından açığa çıkan diz kapaklarına dokundu. Islaktı. Omzuna çapraz olarak taktığı kol çantasını karıştırarak el yordamıyla bulduğu peçeteyi dizine bastırdı. Tam arkasını dönüp ilerleyecekti ki çıplak ensesinde buz gibi bir ağırlık hissederek irkildi. Boynunda ki şeyi eliyle serbestçe iterek geri çekildi. Tüm cesaretini toplayarak dönüp baktığında bir adamın yere çökmüş el fenerini yardımıyla yerdeki asayı arıyor olduğunu farketti.
O sırada fener adamın elinden kaydı. Fener yere düşerken daireler çizen ışığı adamın yüzüne yansıdığında birden dehşete kapıldı. Gördüğü adam yıllar önce onu terk edip giden eski sevgilisinden başkası değildi. Sonra sanki şok geçiriyormuş gibi titremeye başladı. Çok korkuyordu. Eski sevgilisinin onu bir kez daha incitmesinden korkuyordu. Haklıydı da... Ve sonra olan oldu. "Avada Kedavra" Bu lanetli sözcükler uğultulu odada yankılandı... Ve artık o bir ölüydü.... Masum ruhu diğer ruhların yanına gidiyordu…
| |
| | | Bjørn Devereaux Ravenclaw VI. Sınıf, Sınıf Başkanı
Mesaj Sayısı : 1279 Kan Durumu : Safkan. Özel Yetenek : Meta.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Salı Nis. 24, 2012 7:26 pm | |
| Başvurularınız onaylanmıştır. Rütbeleriniz veriliyor. | |
| | | Eilethyia C. Sky Slytherin V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 225 Kan Durumu : Safkan Rp Partneri : Platonik. Yaş : 27
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Ptsi Mayıs 07, 2012 6:55 pm | |
| Ad ve Soyad: Jullietta L. Yaş: 15 Büyücü - Cadı: Cadı Örnek Rp: Eilethyia C. Sky diğer kullanıcım.
| |
| | | Adrasteia Quiwen
Mesaj Sayısı : 2016 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : He is like a cage, Richard.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Ptsi Mayıs 07, 2012 7:01 pm | |
| Rütbe verildi ancak eğer olursa bir sonraki sefere formları tam doldurmanızı rica ediyorum. | |
| | | Ivy Litvinenko Esrar Dairesi Başkanı
Mesaj Sayısı : 81 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : En son rüyasında görmüştü.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Çarş. Mayıs 09, 2012 5:56 pm | |
| Ad ve Soyad: Yaş: Büyücü - Cadı: Cadı. Örnek Rp:
En son Ivy Litvinenko tarafından C.tesi Haz. 02, 2012 5:28 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi | |
| | | Nathan Charious Ravenclaw V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 128
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Çarş. Mayıs 09, 2012 6:38 pm | |
| Başvurunuz onaylanmıştır. Rütbeniz veriliyor. | |
| | | Richard Dawson Tarihçi
Mesaj Sayısı : 6 Kan Durumu : Safkan Rp Partneri : Cecilia, tek eşliyim ben.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Perş. Mayıs 17, 2012 3:14 pm | |
| Richard Dawson Yaş otuz beş. Büyücü ama rütbeye Tarihçi yazarsa muhteşem olur. bknz. Jeanne Boucher | |
| | | Nienna Elenasse
Mesaj Sayısı : 283 Kan Durumu : Safkan.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Perş. Mayıs 17, 2012 3:30 pm | |
| | |
| | | Cecilia Dawson Yazar
Mesaj Sayısı : 2 Kan Durumu : Safkan Rp Partneri : Richard, kocacım.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Perş. Mayıs 17, 2012 4:05 pm | |
| Cecilia Dawson 33 Büyücü (Rütbede yazar diye yazılma ihtimali var mıdır ki acaba?) Örnek Rp:- Spoiler:
“… beni bulmanı söylemiştim. Hey dinliyor musun?” Uzakta duran adamın bakışlarını üstünde hissetmişti. Konuşmaya yanaşmadı Sabrina. Başını öne eğmiş, yağan karın sebep olduğu buzlu yerlerde dikkatlice ona doğru gelenin ayak seslerini dinledi. Kafasını kaldırdığında kendine hakim olamadan, adamı büyük bir kabalıkla paltosundan çekti ve yanına oturttu. Ani tepkilerinin nedenini kendisi de kavrayamamıştı. Dokunduğu şeyin ne kadar sıcak ve yumuşak olduğunu anladığında soğuk olduğunu ve tir tir titrediğini fark etti. Pantolonunun parçalanan yerleri sarkıyor, dizlerinden ince ince kan sızıyor ve kollarında damarlarının görünmesine milim kalmış olan derin yaralar canını yakıyordu. Kıpkırmızı olan ellerini paltodan çektikten sonra, sanki yıllardır bakmıyormuş gibi uzun uzun seyretmeye başladı onları. Avuç içleri soğuktan çatlamış ve az kalsın kanayacak gibiydi. Birden Charlie’nin sıcak ellerinin ellerini sardığını hissettiğinde yüzüne bile bakamamıştı. Sinirinden mi yoksa utancından mı olduğunu anlayamamıştı ama sıcaklık bütün vücuduna yayılmıştı. Onca şeyden sonra kapattığı hislerinin az kalsın değişeceğini düşünmüştü Sabrina. Yıllardır ağlamanın ne demek olduğunu unutmuştu neredeyse ve geri geldiğini hissediyordu. Derin bir nefes aldı ve hızla ellerini geri çekti. Tek düşündüğü öldürülen sevgilisinin intikamını almaktı ve daha onu öldüren kişilerin tam olarak kim olduklarını bile bilmiyordu. Başka bir şeyin onu meşgul etmesine izin veremezdi. Charlie onların yıllardır en yakın arkadaşı ve Sabrina’nın yanında olan tek kişiydi. Ona yardım ediyordu. Fakat bunu suistimal etmeye çalışmıyor değildi. Bu yüzden sevgilisini öldüren kişileri öldürdükten sonra Charlie’nin icabına bakmaktan çekinmeyecekti. Kafasını adama çevirdi ve birden gözlerinin içinde onun varlığını hissetti. Elini kaldırıp yüzüne dokunmak istediği anda birden kendine geldi ve yumruğunu sıktı. “Bunu yapma Charlie, onun gibi olmaya çalışma. Acı çektirme, lütfen.” Lütfen derken sesi o kadar çatlak ve duygulu gelmişti ki başka bir şeyler düşünmek için kafasını yukarı kaldırarak kar suyunun gözlerine girmesine izin vermişti. İkisi de bir süre sessiz kaldıktan sonra sessizliği bozan Charlie olmuştu. Dinlemek istemiyordu ama bir yandan adam o kadar sesli konuşuyordu ki ister istemez duydu söylediklerini. “Pekala yapmıyorum. Neler olduğunu anlatmak ister misin yoksa zorla mı öğreneyim?” Sabrina bundan nefret ederdi. Zorla zihnine girip her şeyi saniyeler içinde öğrenmesinden. Anlatacağım dercesine elini salladı. Vücudundaki derin yaralara bakarak yüzünü kara batmış ayaklarına çevirdi. “Uzatmayacağım. Bizim kim olduğumuz artık umurlarında değil ve bize güvenmiyorlar. Tek dertleri bugün olmuş, geçmişte kime ne olmuş hepsini unutmuşlar. Bakanlık hakkında bilgi almaya çalıştılar ve zar zor kazandığımız güvenlerini sarsamayacağımı söyledim. İstedikleri şeyi vermedim ve sonuç bu.” Birden eski dostlarının ne kadar zalim olduklarını unuttuğu için kendine şaşırdı. Charlie donuk bir yüz ifadesiyle onu dinliyordu. Bitti dercesine kafa salladıktan sonra Charlie’nin yüzündeki ‘belliydi böyle olacağı’ ifadesi daha fazla sinirlemesine neden oldu. “Artık yalnızız.” dedi hayal kırıklığını belli etmek istemeyen bir ses tonunda. Sevgilisinin mezarına bakıp üstünden karları temizledi. Asasını çıkardı ve çiçeklerle donatmak istedi orayı. Temizlediği yerin iki dakika içerisinde tekrar kar içinde olduğunu görünce yapmaktan vazgeçti. Zaten hiçbir işe yaramazdı. Asasını ger koydu ve karları inatla temizlemeye devam etti. Bir yandan ne kadar güzel günler yaşadıklarını düşünüyordu. Eğer seherbazlar gelip onu kaçırmasaydı, ölüm yiyenlerden de uzaklaşıp bambaşka bir hayat yaşacaklardı. Yıllarca bunun hayalini kurmuşlardı. Fakat bakanlığın onlara olan nefreti her şeyi mahvetmişti. Şimdiyse hiçbiri Sabrina’nın kim olduğunu bilmeden, hatırlamadan onu aralarına almışlardı. Ve en komiği de resmen ona güveniyorlardı. “Yalnız değiliz, yalnızsın Cecilia.” Hırsla yaptığı işi kesmesine neden olan bu cümle karşısında ne yapacağını şaşırdı. Elleri donup kalmıştı ve gözleriniyse mezardan başka hiçbir yere çeviremiyordu. Yanlış mı anlıyordu yoksa Charlie onu terk edip gidiyor muydu? Onu öylece bırakıyor muydu? Kalbindeki çarpıntı o kadar hızlanmıştı ki yaşadığı bu şok karşısında kalbi aniden durabilirdi. Ellerini kıpırdatmaya çalıştı ve gözlerini sımsıkı kapadı. Bugün yaşadığı ilk ihanet değildi bu ama bunu yapmasını beklediği en son kişiydi. Sevgilisi öldüğünden beri kimse ona ‘Cecilia’ diye hitap etmeye cesaret edememişti, fakat buna bile sinirlenemiyordu. Yüzüne bakamaması, uzun zaman sonra ortaya çıkan ‘korku’ yüzündendi. Konuşmasına bile gerek kalmadan bakışlarıyla kafasındaki her şeyi sormuştu aniden ona dönüp. ‘Buraya kadar’ dercesine bir surat ifadesi yapmış ve gitmek için ayağı kalkmıştı Charlie. Aniden gelen bir enerjiyle ayağa fırladı ve gitmesini engellemek için kolundan tuttu. Adamı duygusuz bir şekilde kızın eline bakarken daha önce gözlerinde hiç görmediği soğukluğu gördü. Elini çekti ve: “Beni yalnız mı bıracaksın Charlie? Beni geç, Elijah’ın senin için hiçbir önemi yok mu artık? Her şeyin bitmesine bu kadar az kalmışken bırakıyor musun yani?” Adam bu afların üzerine ne söyleyeceğini planlamış gibi Sabrina’nın ellerini ellerine aldı ve gözlerinin içine baktı. Anladığı şeyin olmaması için ‘dua’ edecekti neredeyse inanmadığı şeylere. Yapma dercesine ellerini geri çekmeye çalıştı ama o kadar sıkıyordu ki kaçarı olmadığını anladı. “Eli benim uzun süredir umurumda değil ama sen bunu fark edemeyecek kadar ona âşıksın hala. Öldüğünü kabullenemiyorsun ve ben senin peşinde koşmaktan yoruldum. Tek düşündüğün ikinizsiniz ve beni kullanmandan çok sıkıldım. O yüzden senden vazgeçiyorum, Eli’den vazgeçiyorum. Ve evet seni terk ediyorum Sabrina.” Bu sözler yüreğine öyle bir oturmuştu ki adamın ellerini bırakmak istememişti bir an için. Hayır, kesinlikle Charlie’ye karşı bir şeyler hissetmiyordu. Hissettiği tek şey yalnızlıktı ve bunu o kadar derin yaşıyordu ki ne yapacağını bilemiyordu. Çaresizlikten hala ellerini bırakmamıştı. Öylece durdu ve gözlerinin içine baktı. Kararlılığını görebiliyordu. Yavaşça ellerini geri çekti. Bu hareketinden sonra hiç umut olmadığını anlayan adam arkasına dönüp çekip gitmişti. Uzunca bir süre arkasından baktıktan sonra Eli’nin mezarına döndü, kalktığı yere tekrar oturdu. Yanaklarındaki ıslaklığa dokundu ve artık gizleyecek hiçbir şeyi olmadığını anladı. “Lanet olsun ikinize de, ikiniz de terk ettiniz beni.” diye bağırdı mezar taşına bakarak. Yavaşça yanına uzandı eski sevgilisinin. Ağlamaktan başka hiçbir şeyi kalmadığını anlayan Sabrina gözlerini kapatarak uykuya dalana kadar ağladı.
Başka bir sitede Sabrina Cecilia Black adıyla bu rp ile başvuru yapmıştım.
| |
| | | Nienna Elenasse
Mesaj Sayısı : 283 Kan Durumu : Safkan.
| Konu: Geri: Büyücü & Cadı Alımları. Perş. Mayıs 17, 2012 4:14 pm | |
| | |
| | | | Büyücü & Cadı Alımları. | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|