|
| | Çatalağız & Görücü | |
|
+24Jean-Christophe Rouvière Tierra Squidna Rogue Chancellor Ophelia Valerie Avavia Felicia Querta Flynn Chadwick J. Jimmy Monteiro Pierretta Qixinâ Afrodille Mya Lloyd Cervená Lox Maxim Querta Doroteya Sergeyevich Alkyone Ambrosia Nienna Elenasse Claudius D. Dieudonné Aleksa Stanlavis Bradley Killingsworth Syrinx Aethra Rouvas Jaiden Anders Fia Righelli Adrasteia Quiwen Eslina Senalda Eugene C. Rcoreus Bjørn Devereaux 28 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
Bjørn Devereaux Ravenclaw VI. Sınıf, Sınıf Başkanı
Mesaj Sayısı : 1279 Kan Durumu : Safkan. Özel Yetenek : Meta.
| Konu: Çatalağız & Görücü Paz Ocak 29, 2012 1:32 pm | |
| Çatalağız & Görücü - Doğuştan da gelebilen özellikler olduğundan herkes başvurabilir. - Başvurunuzda en çok dikkat edilecek bölüm isteme nedeninizdir, sağlam olmasına dikkat ediniz. - Örnek Rol Oyununuz, istediğiniz yetenekle ilgili olmak zorundadır.
Ad Soyad: İsteme Nedeni: İstediği Yetenek: Örnek RP:
| |
| | | Eugene C. Rcoreus
Mesaj Sayısı : 11 Kan Durumu : Melez. Rp Partneri : Karmaşık orası.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Ptsi Ocak 30, 2012 8:59 pm | |
| Eugene C. Rcoreus Eugene, annesinin babasını öldürdüğünü öğrendiğinden beri oldukça zor zamanlar geçiriyordur. Annesi, onun üzerine titredikçe -aşık olduğu- kızkardeşi ondan soğuyordur ve Eugene, eline geçtiği ilk fırsatta annesini öldürmek istiyordur. Ancak görücü özelliği kendini adam akıllı belli etmeye başlar ve görülerinin çoğunda babasını görür. Her ne kadar bu histeri hastalığını tetiklese de, Eugene'in kendini mutlu hissetmesine neden olur. Babasını gördükçe kendini dizginlemeyi öğrenir. Kurgusu için oldukça önemli bir yer tutuyor. Görücü.
- Örnek RP:
Kız kardeşi. Hemen önünde, çok yakınında, elini hafifçe uzatsa onu dokunabilecek… Belli belirsiz, utangaç bir gülümseme yerleştirmiş o güzel yüzüne, kaçamak bakışlar ile kendisine bakıyordu. “Ondan uzak dur.” Çok uzaktan gelen ses onu ürküttü, sanki çok kötü bir şey yaptığını bilen bir çocuk gibi bakışlarını yere sabitleyip, huzursuz ve çırpınan bir kalp ile annesinin gelmesini bekledi. Buğulu bir ses ona haykırıyordu, fakat ne söylediğini asla algılayamıyordu Eugene. Kız kardeşinin, kendisinden adım adım uzaklaştığını hissedebiliyor, fakat başını kaldırıp da yüzüne bakamıyor, duygularının yanlışlığının farkında. Derin bir acı, içini sarıp sarmalayan bir pişmanlık alıp başını yürüyor. Ne yapması gerektiğini bilmeden, usulca ağlıyor Eugene.
Gözlerini açıp doğruldu, sanki bir cehennemden kaçmak istermiş gibi hızlıca. Zifiri karanlık olmayan odada, uyuyan arkadaşlarını, yataklarını ve dolapları seçebildiğinde, sadece bir kabus olduğunun farkına vardı.
Kısa ama sorun olmaz umarım.
| |
| | | Eslina Senalda Kahin
Mesaj Sayısı : 160 Kan Durumu : Muggle Doğumlu, öyle sanıyor. Rp Partneri : Tarot kartları Özel Yetenek : Görücü.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Salı Ocak 31, 2012 8:52 pm | |
| Ad Soyad: Eslina Senalda İsteme Nedeni: Gezici kahin gibi bir rütbe almak istiyorum. Aklımdaki karakter kurgusu dolayısıyla yani. İstediği Yetenek: Görücü. Örnek RP: - Spoiler:
Güzel başı göğsüne düşmüş, yüzünü örten zarif bukleleri soluklarıyla hafifçe uçuşurken son derece rahat görünüyordu genç kız. Çıplak ayakları bugün ve daha önceki günlerde de yaptığı yalınayak yürüyüşler nedeniyle bileklerine kadar çamura bulanmış, yer yer de küçük çiziklerden sızan kan yüzünden lekelenmişti. Üzerindeki elbiseyse son derece yıpranmış görünüyordu. Bir zamanlar canlı renklerle bezenmiş etek uçları şimdi çamurlu ve soluktu. Hatta yer yer dallara takılıp yırtılmış gibi görünüyordu. Ancak öyle güzel ve derin uyuyordu ki, halinden rahatsız olmadığını anlamak için ona bir an bile bakmak yeterdi. Ancak bir an sonra sanki birisi canını yakmış gibi sıçrayarak uyandı öğle uykusundan. Apar topar ayağa kalkıp birbirinden bağımsız kumaşları aralayarak dışarıya göz attı. Görüntü bir temmuz öğleni için son derece sıradandı. Kara derili çocuklar çamaşır kazanlarının etrafında koşuşturuyor, erkekler en yeni numaralarına çalışıyor ve kadınlar dedikodu yapıyordu. Kumaşları araladığında gördüğü bu dünya onun ailesiydi, bildiği tek yerdi fakat tüm bu özel insanların arasında en özel olduğunu biliyordu.
Kast daha farklı işliyordu onun dünyasında. Bu aileye dahil olabilmek için bir yeteneğin olmalıydı. Ne kadar yalan dolan, o kadar hürmet… Eğer bu ailenin içinde doğduysan zaten doğuştan yeteneklerin var demekti ancak hiçbirisi Eslina’nınki kadar özel değildi. Çingenelerin yaptıkları basit illüzyonlardan ibaretti ancak Eslina geleceği görebiliyordu. Herkes sırrının ne olduğunu öğrenmeye çalışmıştı başlarda ama şimdi, yalnızca geleceklerine dair bir iki bilgi kırıntısı edinmek istiyorlardı. Aşk, evlilik ve bunun gibi bir sürü dünyevi sancı… Gösteri sahnesi kurulup da o sessiz bir paravanın ardında kristal küresine bakacağını duyurduğunda hangi kasabada ya da şehirde olurlarsa olsunlar insanlar kuyruk oluyorlardı. Önceleri inanmadan, yalnızca şaka gözüyle bakıyorlardı genç kadının yaptığına. Ancak söylenenler gerçekleştikçe Eslina’nın da ünü yayılıyordu. Başlarda kendisi de yetenek gözüyle bakmıştı buna, ama şimdi… Şimdi özel olduğunu biliyordu. Ailesinin en yaşlı kadını, kör büyükanne ona büyücü olabileceğini söylemişti. Ailedeki büyücüler gibi göz boyayanlardan değil, masallardaki gibi gerçek büyücülerden. Eslina’nın bunun doğruluğunu öğrenmeye ihtiyacı vardı ve aradığı cevabı bu çadırların arasında bulamayacağını biliyordu. Yaşlı kadının anlattığı efsanelerin peşinden koşacak, gerçek kimliğini öyle bulacaktı ve bunun için doğru fırsatı kolluyordu sürekli. Bu akşamki gösteriden sonra belki kaçabilirdi, yeterince iyi para kazanabilirse… İstediğini elde edebilecek kadar cesur bir kızdı ve kararlıydı da. Kumaşları indirip kavurucu sıcağı dışarıda bıraktığında kararını vermişti.
Gün geceye dönerken alacakaranlıkta başına kasnak gibi doladığı mor kumaş ve giydiği parlak yeşil elbiseyle hafif deli görünüyordu. Kollarındaki incik boncuk daha çok ses çıkartıyordu sanki bu gece ağır perdeler içerisini bir çeşit fırına dönüştürmüştü ama tahammül edebilirdi buna. Eğer fırsatını bulabilirse özgür kalacaktı. Tek yapması gereken herkesin uyumasını bekleyip yaşlı büyükanneye gitmek ve son defa söyleyeceklerini dinlemekti. Kendisini özel kılan şeyi ve belki de çocukluğundan beri başına gelen tuhaflıkları açıklardı birisi.
Perdeler aralanıp içeriye serin rüzgarla beraber bir genç kız girdiğinde gülümsedi. Kız gülmeye meyilli ve söylenecek herhangi bir şeyin gerçek olmayacağına inanıyor gibi görünüyordu. Bu işi diğer pek çok kişi gibi şaka sandığı gözlerinden belli oluyordu. Eslina sessiz ve vakur bir gülümsemeyle kızın elini avucuna aldı ve yalnızca bir an baktı eline. Sonra gözlerini gözlerine dikti, bir an duraksadı ve ardından gözlerini kapattı. Zihninde onlarca ses ve şekil yankılanmıştı. Gözlerini açıp gülümsedi kıza. “Merhaba, Beth.” Kızın gözleri iri iri açılmıştı bir anda. İsminin öylece tahmin edilmesini beklemiyordu belli ki. “Mutluluğun kapına gelmesini bekliyorsun. Seni mutlu edecek şeyin ne olduğunu biliyorsun ama istemekten korkuyorsun onu. Korkma.” Kehanette bulunurken her zamanki sevecenliğini bırakıp soğuk bir tavır takınırdı. Bu onun isteyerek yaptığı bir şey değildi, öylece oluveriyordu.
Bir an yüzünden kasvetin gölgesi geçti “Zavallı genç kız, çok yakında ailenden çok sevdiğin birisini kaybedeceksin. Bu gidip gelmeme gibi bir şey olmayacak. Küçük erkek kardeşin… O sonsuz bir yolculuğa çıkacak.” Kız korkmuş görünmüştü kısa bir süre ama hemen ardından öfkelendi “Seni pis cadı! Kardeşim hasta bile değil ki!” Gözleri dolu dolu olmuştu ve bağırıyordu. “Kardeşin hastalandığı için ölmeyecek, kaza… Kaza geçirecek.” Vücudunu bir titreme sarmıştı. Kızsa elini onun avucundan hırsla çekmiş dışarıya çıkmıştı bile. Geride kalan Eslina, genç kızın acısını yüreğinde hissederek derin bir soluk aldı. Başı şimdiden ağrımaya başlamıştı. Halbuki bunlar sıradan ve basit öngörülerdi Eslina için. Zaman zaman kendisini bile korkutan krizlere giriyor, işte o zamanlarda gerçekten korkunç, şahit olanların iliklerini donduracak kehanetlerde bulunuyordu. Kendisinin hiçbirisini hatırlamaması tuhaftı. Daha da tuhafı, hiç tanımadığı insanlar hakkında kehanetlerde bulunuyor olmasıydı. Neyse ki bu, yirmi bir yıllık ömründe yalnızca iki defa gerçekleşmişti. İlk seferinde 14 yaşındaydı. Sıcak bir gündü ve başına güneş geçtiğini düşünmüştü, ta ki vahşi bir sesle öngördüğü ölüm haberini birkaç ay sonra eskimiş bir gazete parçasında görene dek. Ülkenin önde gelen isimlerinden birisi vahşice katledilmişti.
Sonraki kehaneti iki yıl sonra bu defa lapa lapa yağan karın altında gerçekleşmişti. Bu sefer olayın pek tanığı yoktu. Yalnızca büyükanne vardı yanında. Yere düşüp, tüm vücudu kasıldığında ağzından deli saçması sözcükler dökülmüştü. Lord, Hogwarts, bakan ve bunun gibi bir sürü şey. Ne yazık ki bunların hiçbirisini hatırlamıyordu Eslina. Öngördüğü kaos hiç yaşanmamıştı, en azından o hiç yaşanmadığını sanıyordu. Tanrı aşkına Hogwarts neresiydi ki zaten? Bu olayları çabucak unutmuştu ancak büyükanne unutmuyordu olanları. Unutmadığı gibi peri masallarının üzerine de gidiyordu. Zaten benliğini arama fikrini Eslina’nın aklına sokan da büyükanneydi. Kim olduğunu öğrenmek zorundaydı.
Gecenin karanlığı iyice çökmüş ve herkes kendi köşesine çekilmişken çıktı dışarıya. Üzerinde en iyi elbisesi, hatta ayakkabıları da vardı. Kendisini neyin beklediğini bilmiyordu çünkü. Büyükannenin yalnız yaşadığı çadıra doğru süzüldü hayalet gibi. Uyanık olduğundan emindi, haklıydı da. Yaşlı kadın ateşin başında oturmuş, başını duvara yaslamıştı. “Büyükanne” fısıltısını duyan yaşlı kadın gülümseyerek döndü ona. “Hoş geldin çocuğum. Güle güle mi demeliyim yoksa?” Gülümseyerek diz çöktü büyükannenin önünde ve kadının buruşmuş ellerini tuttu.”Ne söylemek istersen onu söyle. Ama gidiyorum ben büyükanne. Anlattığın efsanelerin peşinden gideceğim. Kim olduğumu öğrenmek zorundayım.” Yaşlı kadın avuçlarındaki narin parmakları okşadı şefkatle ve koynundan uzun bir altın zincir çıkarttı. Zincirin ucunda irice bir kese vardı. “Al bunu, seni kötülüklerden korur. Buradan çabuk uzaklaş ki peşinden gelmesinler. Büyükşehre git. Orada aradığını bulacaksın, eminim.” Kadının parmaklarını öptü.”Hoşçakal büyükanne” Geldiği gibi, parmak uçlarında süzüldü dışarıya. Bir hayalet gibi geçti köyünün sınırlarının ötesine. Gecenin karanlığında kaybolurken yeniden doğduğunu hissediyordu.
| |
| | | Adrasteia Quiwen
Mesaj Sayısı : 2016 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : He is like a cage, Richard.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü C.tesi Şub. 04, 2012 6:50 pm | |
| Eugene C. Rcoreus'un rol oyununu yetersiz bulunduğundan kabul edilmedi. Eslina Senalda kabul edildi. | |
| | | Fia Righelli Slytherin VI. Sınıf
Mesaj Sayısı : 91 Kan Durumu : Safkan. Özel Yetenek : Çatalağız.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Perş. Şub. 09, 2012 7:46 pm | |
| - Fia Righelli. - Ezelden beri böyledir bu bende. - Çatalağız.- Spoiler:
Korkunç sıcak... Bedenini ele geçirmiş olan şey buydu. Saat olsa olsa gecenin üçü olmalıydı, ama Fia'nın ipek geceliği terden üstüne yapışmıştı. Aptal muggleların aptal küresel ısınmalarının ucu yine ona değiyordu. Homurdanarak kapıları sonuna kadar açılmış balkonuna doğru ilerledi. Ay hilal şeklindeydi ve yıldızlara sanki bütün gücüyle parlamalarını emretmişti. Beyaz elinin üstüne küçük bir böcek konunca irkildi ve vurduğu bir fiskeyle onu uzaklara yolladı. Tuhaf bir şekilde aklında saatledir aynı kişi vardı: Letje... Belki de her gün görüdğü bu kızı neredeyse iki aydır görmemesinden kaynaklanıyordu bu. Belki de anlatmak istediği şeylerdendi. Emin olamadı. O da uyumazdı şimdi o kadar emindi ki bundan! Gece kuşu Letje, Lomadriethiel ve Fia! Ah Tanrım! Arkasını döndüğünde açık pembe, yerlere kadar uzanan geceliğinin ucu, yıldız ve faunlarla süslenmiş korkuluğa takıldığını farketmedi. İçeri dalıp L.'in zoruyla takılmış olan telefonu kaptı ve geçen yaz sadece ellerine geçirmiş oldukları muggle paralarının nasıl harcandığını görmek için aldıkları cep telefonlarını anarak, kızın numarasını tuşladı. Tam beş kere çaldı. Sonunda bezmiş bir sesle cevap verdi kız. Ona onunla buluşmak istediğini söyledi, ancak kız Fia'nın nedenini anlamadığı bir şey yüzünden ceza almıştı ve evden çıkamıyordu. Lanet olsunlarla kapadı muggle icadını. Ne yapıp ne edip onu görmeliydi, hemen, şimdi! Dolabını büyük bir gürültüyle açıp bulduğu ilk kotu üstüne geçirdi. Neden cisimlenmeyi öğretmemişlerdi onlara hala? Platform topuklularına hasretle baktı ama onlara el sürmeden düz tabanlı ayakkabılarını ayağına geçirip hızla kardeşinin yatağına döndü. Nadir de olsa beraber kalmak hoşlarına gidiyordu. Kızın melek yüzüne bakmadan onu sarstı. Aynı zamanda uyanmasını söylüyordu. "L! Uyan!" kızı omuzlarından tutup öne arkaya salladı. L gözlerini şiddetle açtığında ise bunu yaptığına dair en ufak bir pişmanlık sergilemiyordu. Kız kaba bir küfür savurdu. "Kalk, evden kaçıyoruz. Letje'ye gideceğiz." Ona hızlıca planını anlattı. Marry'nin, evin aşçısının, odasına gideceklerdi, kadını tehdit edeceklerdi. Eğer onları Fransa'ya, kızın yanına cisimlemesse onu işten atmakla, sonra da bahçede yaşayan bütün yılanaları üstüne salmakla tehdit edeceklerdi. O bunları anlatırken kız uyuşuk uyuşuk kıyafet seçti, hatta Fia'nın üstündekileri de değiştirtti. L'in zoruyla giymiş gibi yapsa da platform topukluları giydiğine o kadar mutluydu ki şimdi. Bahanesi ise belliydi Lomadriethiel'in süslenmek için; Barlar! Yirmi dakika sonra hazır olduklarına kapıyı yavaşça kapayıp merdivenin üç basamağını inmişlerdi ki arkasından Caesar'ın küçük tıslamasını duydu. İsmini söyledi küçük şeytan. Hemen ardından Zeus'un, L'in yılanının, da gelmelerini söylediğini açıkladı L. Yüzünde bir gülümsemeyle onun kafesine gitti ve elini içeri daldırdı. Küçük yılan kıvrıla kıvrıla kızın koluna çıktı ve minik dilini dışarı çıkararak tısladı. L'de aynısını Zeus için yaptı. "Seni seviyorum." Fia'inın ağzından dökülen cümle ne İngilizceydi, ne de İtalyanca. Belki de onun en çok zevk aldığı dilde konuşmuştu sevgili yılanıyla, yılanlarıyla. Asasının cebinde olduğundan emin olduktan sonra büyük bir gürültüyle indi bu sefer merdivenlerden yanında ikiziyle. Zaten kimse uyanmazdı. Yalıtımı iyidi bu şatonun, babasını deyimiyle. Aşağı kata inince bordo kumaşlarla süslü olan soldaki koridora döndü ve üçüncü kapıdan hızla içeri girdi. Fazlasıyla kilolu olan kadın zorlukla nefes alabiliyormuş gibiydi. Kızlar sessizce başucuna geldi ve aynı anda yılanları kadının iki koluna bıraktılar. Yılanlar küçük bedenlerini kadının üstünde gezdirince Marry hızla gözlerini açtı. Ceasar'ı gördüğündeki yüz ifadesi ise görülmeye değerdi! Fia gözlerini kırpıştırarak kadına baktı. "Bizi derhal Fransa'ya götürmezsen..." bakışlarını küçük dostlarına ve ardından kardeşine çevirdi. "Bu iş olacak, teşekkür ederim." dedi tıslamayı andıran sesiyle. O dilini dışarı çıkarınca ise tekrar kadına döndü. "Bahçede daha yüzlerce var biliyorsun Marry." yüzünde çarpık bir gülümseme yerini aldığında kadın çoktan ayağa kalkmış ve yılanları kızın eline bırakmıştı. Sadece on dakika sonra ön kapının önünde sessizce yok oldular.
Fransa
Ayakları yere değdiği an kadına kaybolması gerektiğini eliyle belirtti. Kapıyı çalamazlardı. Ne yapmalı, ne yapmalı? Letje'nin odasının bulunduğu cepheye doğru yürüdüler. Işıkları yanıyordu. Bir büyü yapsa, kızın dikkatini çekse? Genç yaşta büyücülük kurallarının ihlali olayıyla uğraşmak zorunda kalırdı. Taş atsa? Ah, evet. Gördüğü ilk çakıl taşını kızın penceresine savurdu. L'in gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Taş rahatlıkla duyulacak bir sesle geri yere düştü ve perdenin arkasında bir hareketlenme oldu. Bir kaç saniye sonra Letje elinde yılanıyla beraber pencereden kafasını uzattı. Gözleri yeşil yeşil parlıyordu. Fia gülümsedi. "Selam bebek! Aşağıya in, bu gece eğlenmeliyiz." Ona bir öpücük gönderdi ve göz kırptı. Ceasar tatlı bir tıslamayla Persy'nin gelmesini istedi. İkizler küçük birer kahkaha atarken kız pencerenin yanından yok oldu. Tanrım, eğlence başlıyor!
| |
| | | Jaiden Anders Gryffindor V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 222 Kan Durumu : Saf Rp Partneri : Adelphe Özel Yetenek : Görücü.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Çarş. Şub. 15, 2012 11:39 pm | |
| Ad Soyad: Jaiden Anders İsteme Nedeni: Karakterin tüm hayatını etkileyecek olan kurgu. İstediği Yetenek: Görücü Örnek RP: Not: Başka bir yerde yaptığım rpden üç kısım. - Spoiler:
Mavi gözleri cadınınkilerle buluştuğunda algıladıklarından çıkardığı duygu, dikkati çok derinlerdeyken çekilip dağıtılan birinin şaşkınlığıydı. Kahverengi gözlerin endişeli sahibi de onu tartarcasına süzerken Jaiden'ın aklı kitapta olduğundan zarif kolların arasında duran eski görünümlü yaprakları incelemeye çalışıyordu göz ucuyla. Yine de kitaptan çok onu okumakta olan kişiyle konuşmak kısa vadede daha çok kazanım sağlayabilirdi ona. Birşeyler bilen birileriyle konuşuyor olmak onun için kitabı dümdüz okumaktan daha önemli geliyordu. Eğer tahmin ettiği gibiyse, kız kitabı sadece ve sadece meraktan değil de ilgilendiğinden okuyorsa, onunla konuşmaya can atmak için oldukça ciddi bir sebebi vardı. Rahatsızlık vermeden konuya girmek ve ardından yavaşça sohbeti ilerletmek amacında atmıştı ilk adımını. Cadıda bırakacağı ilk izlenime güveniyordu, sakin duruşu ve bakışları karşısında cadı kayıtsız kalamayacaktı. Belki kendisi de onun gibi zor zamanlar yaşıyordu. Bunu kısa sürede öğrenmek için neler vermezdi. Derken cadının kayıtsız bir tavırla sorusunu cevaplandırdığını işitti. Fakat cevap öyle doğal bir biçimde söylenmişti ki Jaiden şaşkınlığını gizleyemeyerek kaşlarını yukarı dikti. "Geleceğin gözlerinin önüne istemsiz bir biçimde gelmesinin ne demek olduğunu bilemezsin!” Bu, genç büyücü için oldukça heyecan verici bir laftı. Eğer cadı onunla dalga geçmiyorsa ya bu konu hakkında gerçekten çok şey biliyor ya da daha iyisi, cadının ta kendisi bahsettiği şeyi yaşıyordu. Bu durumda büyücünün neler yaşadığını tahmin edebilirdi belki. Bu düşüncelere rağmen kızın aniden yanlış sözler etmişçesine elini ağzına kapaması pek iyi görünmüyordu. Söylediklerinden rahatsız olmuştu ve bundan sonra söyleyeceklerinde daha seçici olacağı sezilebiliyordu. Dikkatini topladı cadı, gömüldüğü koltukta dikelerek oturmaya başladı. Sonra bakışlarını elindeki kitaba yönelterek ondan bahsetti. Sesindeki sakinlik ruhundaki endişeyi örtmek ister gibiydi. Son söylediği cümleyi de tamamlamamış, pası büyücüye atmıştı. Jaiden'ın parmak uçları kitaba dokunmak için harekete geçse de beyni ona daha farklı bir yoldan gitmesi gerektiğini hatırlattı. "İlgimi çekmez olur mu! Kitabın adını gördüğüm an yanına damladım." dedi neşeyle ve merakla devam etti "Geleceği görmekten bahsettin. Sen nereden biliyorsun ?" Sonra yapmacık bir utanmayla konuştu. "Ben, ee, hep merak etmişimdir ama okuma fırsatım olmadı." Tabii, son zamanlarda okuldaki kütüphaneye gidip kimse fark etmesin diye çaktırmadan görücülük kitaplarına bakan da kendisi değildi! Ne yazık ki istediği gibisini bulamamıştı, denk geldiği kitaplar hep terim içerikliydi; ders kitapları gibi. Soran gözlerle bakıyordu şimdi karşısındaki çikolata kahvesi gözlere. Daha önce böyle biriyle ne karşılaşmış ne de böyle birini görmüştü. Bu yüzden kitabı ilk gördüğü andan beri içinde oluşan merak her saniyeyle birlikte daha da katmerleniyordu. Kısa bir sessizlik oldu yine. Dışarıdaki rüzgârın uğultusu şöyle böyle duyulabiliyordu. Bu sırada kendi kendine çok ani bir giriş yaptığını düşünen büyücününse nefesi yavaşlamıştı. "Adım Jaiden." dedi nezaketen.
*** Ne kadar mütevazı olmaya çalışsa da heyecan kalbinin hızla atmasına neden oluyordu. Aslında durum dışarıdan bakıldığında gayet sakin bir sohbet gibiydi lakin büyücünün yaşadıkları dolayısıyla içinde kopan küçük çaplı fırtınalar vardı. Cadının neler anlatacağını, sorusuna ne şekilde cevap vereceğini merak ededursun kendisine dostça uzanan eli görünce düşüncelerinden sıyrılıverecekti. Cadının elini sıkarken onun buranın patronu olduğunu duyduğundaysa biraz utanmıştı doğrusu. Halbuki kendisi hiçbir çekince göstermeden onun yanında bitivermişti. Syrinx, diye düşündü, güzel isim. İsim hafızası pek iyi olmasa da bundan sonra cadınınkini unutmayacağından emindi. Yanlarından yavaşça geçip giden adamı fark etti sonra, asıl patron cüssesi onda var gibiydi. Sonradan patron cüssesi kavramı aklına gelince gülecekti kendi kendine.
Kitaptan bahsetmeye başlamıştı Syrinx. Anlamakta ne kadar zorluk çekildiğinden bahsediyordu ve Jaiden da içten içe hak veriyordu ona. Eğer anlıyor olsaydı ya da kitaplar anlaşılır olsaydı kendi durumu hakkında biraz daha somut bir fikre sahip olabilirdi en azından. Yine de onların boşuna yazıldıkları düşüncesine katılmıyordu. Herkesin gittiği yollar farklı olsa da elbet ortak noktaları vardır, yalnızca daha fazla kafa yormak gerekiyor gibiydi. Cadı konuşmasına devam ederken gene duraksamış ardından kollarını göğsünde birleştirip kitaba bakarak devam etmişti. İnsanların bu durumu farklı farklı yaşadıklarını anlatıyordu. Mavi gözleri ışıldadı büyücünün, işte kilit bir noktaya denk gelmişti. Herkeste farklıydı bu durum demek. Eğer kendisinde de varsa şayet, farklılığın uç noktalarından birindeydi. Hem kendi gibi kimse yoksa, izleyecek yol noksansa gene yalnız kalıyordu. Bu nedenle kısa sürede canı sıkıldı bu düşünceleri yüzünden. "Görücü olsaydın, emin ol bunu daha iyi hissederdin." sözleri döküldü bu sırada cadının biçimli dudaklarından. Emin ol hissediyorum, dedi içten içe. Şimdi gözleriyle cadının tüm çehresini, vücudunu, oturuşunu inceliyordu hiç unutmamak istercesine. İncelerken aslında büsbütün ortada olan fakat yeni fark ettiği şeyi gördü; kendi yalnızlığının onda vücut buluşu. Konuşurken bile uzaklara dalıp gitmeye meylediyordu. Sanki derdini onlarca kere anlatmış da artık çare bulma ümidini yitirdiği halde alışkanlıktan bu konuşmaları yapıyordu. Jaiden üzüldü onun için, hem cadının hem de kendisinin manevi yalnızlığını anlatıyordu bu bakışlar. Kendisi de onun gibi mi olacaktı acaba ? Derdini anlatacak biri bulamamak berbat olsa gerekti. Konuşmaya devam etme gereği duydu bu yüzden. Dirseğini dizine kondurup yanağını eline yasladı. "Yani sen hissediyorsun?" dedi dümdüz ve ciddi bir tonda. Dışarıdaki uğultu kesilmiş, söylenen sözlerin raflar dolusu kitaba çarpıp geri dönercesine şiddetli olmuştu. En baştan söyledikleri yüzünden çekincesi olan cadıya karşı daha nazik davranıp davranmaması gerektiğini düşündü Jaiden. Zira onun zihninin kilidini ne kadar zorla açmaya çalışırsa cadının o kadar geriye kaçma ihtimali de vardı. Konuyu değiştirmemesini ya da yalan yanlış bir cevap vermemesini diledi ondan. Eğer o zihnini açarsa, kendini anlatırsa biraz da olsa Jaiden da bunu yapmaktan geri durmayacaktı. "Sen bir görücüsün." dedi kararsızlıkla. Verdiği hükmün doğruluğu konusunda endişeleri vardı ve düşüncesini böyle aniden dışa vurması ne kadar mantıklı olabilirdi bilemiyordu. Böyle davranması büyük riskti; cadının bunu reddedip aksine bir sürü tez çıkarması daha olasıydı sanki. Fakat lafın daha fazla dolanmasını istememişti Jaiden, yalnızlıktan nefret ediyor ve bu düşünceden bir an evvel kurtulmak istiyordu. Tamam, çok iyi dostları vardı okulda. Onu ölüme giderken bile yalnız bırakmayacağını söyleyenler vardı. Diğer yandan Gryffindor'un genç büyücüsü herkesten farklı olduğunu hissediyordu belli belirsiz. Şimdi yanında oturan cadı da onu bu duygudan kurtaracak ilk kişi olabilirdi. Son ettiği sözün ertesinde ona dönen cadının düşünceli kahverengi gözlerine kenetlenmişti şimdi, istediğine ulaşabilmek için.
*** Syrinx'in genç büyücüyü süzen bakışlarına karşılık o da cadının düşüncelerini okumak istercesine bakıyordu gözlerine. Ne diyebileceğini, nasıl davranacağını kestirmeye çalışıyordu. O sıcak kahve gözler ne tür düşünceleri saklıyordu acaba ve bunların hangilerini dışarı çıkarmaya niyetliydi ? Jaiden'ın tüm düşüncesi buydu ta ki cadının ilk kelimeleri ahşap raflardan yankılanıncaya kadar. O, kendinden bahsetmeye başladığındaysa Jaiden heyecanı içten içe artmaya başlamıştı. Cadı hiç çekinmeden söylemişti gerçek bir görücü olduğunu, hem de her evresini yaşadığını söyleyerek. Ayrıca ailesinde de aynı özelliğin varlığından bahsediyordu. Başını indirip ellerindeki kitaba çevirdiğinde de araya girmedi donuk mavi gözlerin sahibi. Çünkü o gizemli fakat bir o kadar da sıcak bakışların sahibinin sözlerini henüz sonlandırmadığının farkındaydı. Çok değerli biriyle sohbet ettiğini hissediyordu büyücü, kendisine benzeyen biri. Yalnız olmadığını bilmek çok müthiş bir duyguydu ve bu duygu yüzünden kulaklarının arkasının ısınmaya başladığını hissediyordu şimdi. Derken cadı onu en ciddi şekilde yakalayacak cümleyi sarf etti. Rüyalarımdan korkmuştum. Duyduğu anda karnı düğümlendi, nefesi yavaşladı. Rüyalar onun zayıf yanıydı, ona hep zorluk çıkarırlardı. Gördükleri ister iyi ister kötü olsun, uyandığında kendini kâbus görmüş gibi hissederdi hep. Çünkü o rüyalar çok, çok gerçekti. Neredeyse o anın havasını soluyor, titreşimini hissediyor, sıcaklığında terliyor, soğuğunda üşüyordu. İşin ilginç yanı bunu bir insanken değil başka başka hayvan haline gelmişken de yaşıyordu. Bir keresinde ormanda ince bacaklı ve tüylü bir yaratıktı, tahminen genç bir geyik, ve yanından koşan atadamların bir büyücünün peşinden gittiklerine şahit olmuştu. Ayaklarının -toynaklarının- altındaki toprak o kadar titremişti ki dengesini koruyamayıp ön dizlerinin üzerine yıkılmıştı. Başka bir rüyada da gagasını göremediği bir kuşken dondurucu hava yüzünden tüylerini kabarttığını hatırlıyordu. Ama işte bu gördükleri o kadar gerçekçiydi ve içe işliyordu ki değil rüyayı görmek, adını duymak bile kendini kötü hissetmesine sebep oluyordu. Fakat şimdi konuşmakta olduğu cadıda bir başka hava, başka tını vardı. İçini dökercesine anlatıyordu diyeceklerini. Davranışları içten, bakışları doğaldı. En azından Jaiden'ın ona baktığında gördüğü cadı böyle biriydi.
“Peki, sen tüm bunlarla neden ilgileniyorsun? Gelecek, birçok kişi için önemli olmasına rağmen sanırım senin gelecekle iletişimin diğerleri gibi basit değil. Yanılıyor muyum?” Kendini açma sırası büyücüdeydi şimdi. Syrinx'in sorgulayan gözlerine odaklandığında kendine gelen Jaiden, bilinçaltının derin dehlizlerindeki gezintisinden sıyrılıp gerçek dünyaya geri döndü ve soran bakışlara nasıl bir cevap vermesi gerektiğini gözden geçirmeye koyuldu. Bunu yaparken de yanağındaki eliyle alnındaki bi tutam saçı kulağının arkasına attı, zaman kazanmak amaçlı. Her ne kadar kendinden emin gözükmese de yalan söylemeyecekti Syrinx'e. Eğer cadı ona içini açmada bu kadar tereddütsüz davranmışsa kendisinin de aynı şeyi yapması onun için ahlaki bir gereklilikti. Bu yüzden önce yutkundu ve ürkek bakışlarını cadınınkilerden ayırmadan doğru kelimeleri seçmeye çalışarak konuştu. "Ben de bir takım rüyalar görüyorum." Sustu, nasıl getirmeliydi devamını ? Ben de görücüyüm galiba mı demeliydi. Hayır, bu düpedüz saçmalamak olurdu. Sadece bir iki ortak özellik var diye kendini diğer büyücülere göre görece üstün biri ilan etmenin anlamı yoktu. İlgilendiği şey gelecek olabilirdi ama cadıyla tanıştıktan sonra bu merakının özünde gördüğü rüyaların yattığını hatırlamıştı tekrar. "Bu rüyalar biraz fazla gerçekçi oluyor." İçerisi çok sıcak değildi ama gördüğü rüyaların bahsinin geçmesi bile büyücünün rahatsız olmasına neden oluyordu. Sol şakağında oluşan bir ter damlasının kayıp gitmesinden sonra devam etti. "Uyuduğumda değil sadece, daha çok nöbetlerle beraber geliyor bu rüyalar. Uyandığımdaysa kendimi çok halsiz hissediyorum." Bunu söylerken gözlerini kaçırmıştı cadıdan. Tamam belki güçlü bir vücudu yoktu ama birkaç rüya görmekle de hastalanıp yataklara düşecek hale gelmek hiç mantıklı gözükmüyordu büyücüye. Haksız da sayılmazdı hani, zihninin çokça diplerinde kendine itiraf etmekten çekindiği bir şeyin olduğunu biliyordu. Görünen oydu ki cadı kabullenebilen biriydi, hatta mutluydu da onunla. Ama göreceli olarak genç büyücünün henüz kendine itiraf edecek gücü yoktu. Nasıl olsundu ki, daha kendini kontrol edebilecek hatta rüyalar geldiğinde ayakta durabilecek gücü bile yoktu onun. "Tabi bu demek değildir ki ben de..." Boğazı düğümlenmişti artık. O sözcüğü kendi için kullanamayacaktı. Güç alabilmek için bu konuda kendisinden daha üstün olduğunu düşündüğü kişinin gözlerine dikti yine kendininkileri. Bakışları mağrurdu ama cümlenin devamını ondan bekler gibiydi.
| |
| | | Syrinx Aethra Rouvas Slytherin VI. Sınıf
Mesaj Sayısı : 377 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : Bekledik de gelmedi. Özel Yetenek : Görücü.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü C.tesi Şub. 18, 2012 7:29 pm | |
|
Ad Soyad: Syrinx Aethra Rouvas. İsteme Nedeni: Yaklaşık iki yıldır, aynı karakteri kullanıyorum ve karakter kurgusu bu süre zarfında hiç değişmedi. Bu yüzden karakteri bu yetenketen yoksun bırakmak istemiyorum. İstediği Yetenek: Görücü. Örnek RP:
- Spoiler:
‘İlk yaşadığım deneyim, en kötüsüdüydü. Neye uğradığımı şaşırdım, kimseye dillendiremedim!’ İlk cümleleri okuduğunda, Aethra kitabı hızla kapamak istedi. Derin derin soluk aldı ve koltukta biraz daha kayarak iki büklüm oldu. Bakışları birkaç kez cümlelerde dolaştı. Kendini sıkıntılı hissediyordu, kitabın onu biraz olsun güçlü kılacağını dilemişken ilk cümleleri onun çaresizliğini anlatır gibiydi. İlk görüsünü oldukça küçük yaşta yapan cadı, korkudan yatağını ıslattığını çok net hatırlıyordu. Öylesine gerçekçi görüntü, onun bir hafta boyunca kimse ile konuşmamasına neden olmuştu. Sonrasında, gerçekleşen görüsü onu krize sokmuş ve üzerindeki giyseleri parçalayarak istemsiz tepkilerde bulunmuştu. Tabi giysilerini parçalara ayırdığını sonradan annesinden öğrenmişti. O günlerde kimse Aethra’nın üzerine düşmemiş, normal davranılmıştı. Yine de Aethra, böylesine herkesin normal davranmasına şaşırmıştı. Özellikle babasının umursamaz tavırları sinirine dokunmuş, onun tarafından önemsenmediğini düşünmüştü. Tüm bu olanları, davranışlarını unutmak istediklerini varsaymıştı. Oysa, nedeni Rouvas Ailesi’nde bu yeteneğin çoktan kabullenmiş olunmasıydı. Rouvaslar’da kuşak farkıyla görünen bu yetenek Aethra gibi aynı kuşakta birkaç kişi de bekleniyordu. Babasının annesinde ve kendisinde görünen yetenek Aura’nın iki kızında da görünmüştü. Artemis ve Aethra, görücülük yetenekleri ile doğmuşlardı. Biraz olsun yeteneğini kabullenme çabasıyla kuzeni Baptiste ile konuştuğu günü hatırladı. Rahatlamıştı, Baptiste’de görülen sakinlik Aethra’ya da yansımıştı zamanla. Ailede yalnız olmadığını bilmek, hayatını normale sokmaya yetmişti. Düşünüyordu da, zamanla güçlenmişti. Rüyalarını, görülerini ve yeteneğini zamanla ehlileştirmeyi başarmıştı. Terler içinde uyandığı geceler geride kalmıştı. Uyurken, rüyalarını ve görülerini birbirlerinden ayırabiliyordu. Uyandığında ise adım adım her şeyi hatırlayabiliyordu. Birkaç yıl önce yaşadığı deneyimlerde, onun olgunlaşmasına neden olmuştu. Bir görü için annesinin hayatına neden olacak kadar gözünü kararttığı anlar gelip çatmıştı. Başka görü için, ailem dediği ve hiçbir zaman ayrılmayacağını düşündüğü dostlarından ayrılmıştı. Zaman çok çabuk değişmişti. İnsanlar değişiyordu, ona zamanında kucak açanlar şimdilerde sırtını çevirmişti. Eskisi gibi olmasını beklemek aptallıktı, sadece olanlara minnet duyuyordu. Onu şimdi Aethra yapan, tüm bu yaşadıklarıydı. Hayatını ellerine bıraktığı görülerine ise artık temkinli yaklaşıyordu. Gördüklerini gelecek diye saymaktan vazgeçmişti. Tercih etmem dediği yolları, görülerinde yaşadı diye artık seçmeyecekti. Belki de bu kitap doğru yolda olduğumu bana gösterir. Dudak bükerek, düşüncelerine daldığı buluttan kendini sürükleyerek çıkardı. Saniyeler boyunca baktığı tek bir kelimeden devam etti okumaya kitabı. Hayatın sürpriziydi belki de, ellerini kalın kaplığında dolaştırdı. Kendine biraz daha çekti kitabı, eskidiğine işaret gösteren koku üzerine öyle bir sinmişti ki, Aethra kendinden geçti. O da böylesine eskimek istiyordu. Her şeyden uzaklaşmak… Tane tane okudu paragrafları, bir kadındı yazarı kitabın. İçinde bulunduğu buhranlı dakikalardan başlamıştı yazmaya. Kendini onun yerine koydu. Çok da çabalamasına gerek yoktu; tamda onu anlatır gibiydi, kendi yazmış gibiydi. Parmaklarını sayfanın üzerinde yavaşça gezdirdi. Kadının parşömene karaladığı sözcükler, sayfanın kabarmasına neden olmuştu. Kim bilir ne kadar önce yaşamıştı, ne kadar önce kendini tanımakla boğuşmuştu? Kendini bulmak böyle bir şey miydi?
Kitapla olduğu süre boyunca, geleni gideni fark etmedi. Hatta oturduğu koltuğun bile farkında değildi. Öylesine soyutlamıştı ki kendini ortamdan, iki büklüm olmuş bedeninin uyuşukluğunu dahi hissetmiyordu. Birden yanında duyduğu solukla irkildi. Başını hızla kaldırdı, sağ kaşını kaldırmış sol gözünü kısmış bir halde ona kim olduğunu sorar gibi bakıyordu. Genç büyücüyü iki saniye boyunca süzdü. Kendinden uzun olduğu her halinden anlaşılan büyücünün gözlerine kilitlendi. Mavi gözleri, tüm dikkatini Aethra’nin üzerinde toplamış gibiydi. Aethra, şaşkın bir şekilde bekledi. Ne istiyordu, anlayamamıştı. Büyücünün meraklı hali sesine yansıyan bir biçimde kitaptan bahsedince, gayri ihtiyari gözleri kitabın sayfalarına yöneldi. " Gelecek kavramı hakkında düşündün mü hiç?” Genç adamın konuşurken nefesi saçları değerken, Aethra ona yöneltilen soru karşısında duraksadı. Bunu ondan daha çok kim düşünebilirdi ki? Ellerinin biraz olsun titremesine aldırmadan, derin bir nefes aldı. Yutkundu ve birkez daha yanında oturan büyücüyle gözgöze geldi. Neden sormuş olabileceğini tarttı önce. Gelecek, çoğu insanın ilgisine çeken bir konuydu ama içinden bir ses karşısındakinin sadece laf olsun diye konuyu açmadığı belliydi. Çocuğun gözleri yavaşça kitaba kayarken, Aethra sorusuna yoğunlaştı. Çok kez gelecek hakkında düşünmüştü. Bir sonuca ulaştığını hatırlamıyordu. Omuz silkerek tepkisini ona gösterdi. “ Sanırım benden daha çok düşünen yoktur. Geleceğin gözlerinin önüne istemsiz bir biçimde gelmesinin ne demek olduğunu bilemezsin!” Sol eliyle hızla ağzını kapadı. Boş bulunmuş olmak canını sıktı. Biraz önce alelade bir biçimde görücü olduğundan dem vurmuştu. Parmaklarını dudakları üzerinde gezdirip, davranışlarına normal bir hal sokarken büyücünün bakışları yine kendisine dönmüştü. Koltukta dikleşti, saçlarını geri savurdu ve kitabı dizlerinin üzerine koydu. Söylediklerini unutturmak ister gibi, kitaptan bahsetti. “ Kitap, bir günceye benziyor ama sanırım özünde görücülükten bahsediyor.” Elini kitap kabının üzerinde dolaştırdı. “ İlgini çekiyorsa…” Devamını getirmedi. Al senin mi olsun demeliydi; görücülük hakkında konuşma isteğini es geçerek, kendine yaptığı haksızlıklara bir yenisini mi eklemeliydi? Yoksa, her şeye rağmen büyücüyü dinlemeli miydi? Karar veremiyordu.
...
Her şey göründüğü gibi basit miydi, çözmek zordu. Aethra, konuşmanın sonunun nereye gideceğini düşünmeden dile getirdiği benliğini, büyücünün nasıl karşılayacağını bilmiyordu. İlgiyle büyüyen gözlerini, genç adamın hareketlerine odakladı. Bakışlarını kitaba yöneltmişken, Aethra parmaklarını kitabın üzerinde gerdi. Parmaklarının arasında gözüken birkaç kelime birleştiğinde anlamsız cümleler oluşturuyordu. Büyücünün bir sonraki hareketini tartarken, onun kitapla ilgilendiğini anlatan sesini duydu. İçinde sakladığı neşeyi sesiyle Aethra’ya taşımayı başaran genç adama gözlerini irice açarak baktı. Demek ki kitabın kapağındaki başlığın onda uyandırdığı etki, benzerdi. Meraklı tını sesine o kadar çok yansımıştı ki, Aethra’da buna karşılık olarak heyecanlandığını hissediyordu. Sohbet etmenin yerini sanki söyleyemediklerini dillendirmek için oluşturulan cümleler almıştı. Dudaklarının kıvrımına yerleşen gülümseme ile konuşmanın devamını sessizce dinlemeye devam etti. "Geleceği görmekten bahsettin. Sen nereden biliyorsun ?" Yutkundu. Yaşadım demek kısa ve net bir açıklama olurdu. Cümlelerinden duruma temkinli yaklaştığı belli olduğunda, Aethra biraz daha kendini konuşmanın akışına bıraktı. Durumun ilginçleşmeye başladığını düşünüyordu. Ixion’ın onun için dilediği bir ortamı sağlamıştı. Geldiğinden beri tam anlamı ile insanların içine karışmayı başaramayan cadının elinde şimdi iyi bir fırsat vardı. Koltukların arasından geçen Ixion’ın ona dönük bakışlarını yakaladı. Ixion’ın sırıtan yüzünü gördüğünde ne bakıyorsun der gibi gözlerini kıstı. Söyledikleri bir bir aklından geçti. Buraya ilk geldiği gün yığınlar verdiği öğütlerin hepsi onun kendi deneyimlerinden oluşuyordu. Geçip giden amcasının sonunda tekrar, büyücüyle ilgilenmeye başladı. Olduğu yerde biraz daha yanındakine doğru dönerken bakışları da yumuşadı. Genç adam konuşurken, Aethra gözlerini onun uzun saçlarında ve yüz hatlarında dolaştırdı. Merak ettiği tam olarak neydi, tüm bunları çehresinden çıkarabilecekmiş gibi büyücüye baktı. Genç büyücü ismini söylediğinde içinden sessizce tekrarladı, zihnine kazımak ister gibi… Jaiden. Sessiz olmaya gayret ederek genç büyücüye elini uzattı. “ Bende Syrinx, buranın patronuyum.” Buranın derken elini raflara doğru kaldırmış büyük, abartılı bir daire çizmişti. Sonrasında göz kırparak gülümserken, kendisi hakkında çok saçma düşünceler yaratacak şekilde davrandığını kabullenerek hayıflandı. Tek yapmak istediği, ortamdaki çekingen havayı dağıtmaktı. Dudaklarını ısırarak saniyelik bir zaman diliminde genç adamla tokalaştı. Elini çekip, kitabın kabına doğru, kapı çalar gibi tıklattı. “ Bu tür kitapları bulmak zor, görücülük yeteneğini teoriye aktaran çok az görücü var. Onları anlamak için ise tüm bir yıl gerek. Kitaba gelince, yeni başladım. Sana içeriği ile ilgili pek yardımım dokunmaz anlayacağın…” Jaiden’e çehresini biraz daha yaklaştırdı, gözlerini devirerek kısık sesle konuşmaya devam etti. “ Zaten kitapları boşu boşuna yazıyorlar, görücülük her insanda farklı nüksediyor. ” Duraksadı ve gözlerini Jaiden’inkilere odakladı. “ Yani bence…” Şimdiye kadar, Baptiste’nin görülerine şahit olmuş; Melodie’den dinlemişti. İkisi de rüya üzerinden görmesine rağmen, görülerin oluş biçimleri temel farklılık gösteriyordu. İki yıl önce bu gibi durumların varlığını okuldaki kütüphanede bulduğu bir kitaptan öğrenmişti. Bu sonuca varmak için acaba, görücüleri St. Mungo’da deneye maruz filan mı bırakmışlardı? Aklındaki düşünceler, gözünün önüne olması düşük ihtimal olan görüntüler getirdiğinde yüzünü ekşitti. Dişleri ile iç dudaklarını kemirmeye başlayan Aethra, kollarını göğsünün üzerinde kilitledi ve başını kucağındaki kitaba doğru eğdi. Bıkkın bir sesle devam etti. “ Karşına çıkan farklılık ise insanın canını sıkar hep… Onlar gibi olmak istersin bazen, böylece hayatın daha kolay olacağını sanırsın. Görücü olsaydın, emin ol bunu daha iyi hissederdin.” Yüz ifadesi bir anda değişmişti. Kendini dışlanmış ve yalnız hissediyordu. Bir ay önce kurtulmaya çalıştığı his, onu yine sarıp sarmalamıştı.
... "Sen bir görücüsün." Donup kalan Aethra, bakışlarını Jaiden’in üzerinde kilitlenmesine rağmen gördükleri bir çift göz değildi. Karşısında duran kendisinin, aynaya her baktığında rastladığı cadıya aitti. Kumral saçları göğsüne doğru dalgalı bir halde iniyordu. Elmacık kemiklerinin silikliği, mimiklerine donuk bir hava katıyordu. Gözlerinin kahvesinden çok büyümüş simsiyah gözbebeğini net görebiliyordu. Hayatının merkezinin basit bir cümleden ibaret olduğunu karşısındaki silüet ona hatırlattı. O kişiliğini bu yeteneğin üzerinden ehlileştirmiş, olgunlaştırmıştı. Belki de buna kendi elinde olmadan zorlanmıştı. Aethra’nın yakın çevresi tarafından bilinen bu özelliğini, başka bir ağızdan duymak onu düşünmeye itti. Aethra, kimi zaman onu güçlü kıldığını gördüğü, kimi zaman acınası hale getirdiği yeteneğini hayatının neresine koyacağını şimdi anlıyordu. Yeteneği onun en değerli parçasıydı. Dudaklarına yayılan gülümseme ile Jaiden’in mavi gözlerine tekrar kavuştu. Karşısındaki genç adamı bir kez daha süzdü, bu seferkinde hiç olmadığı kadar dikkatliydi. Ona bunu söylemek Aethra’dan bir şey eksiltmezdi. Gizli bir yaşam da seçmediğine göre belki hayatına girebilecek yeni birini kurduğu cümle ile çağıracaktı. Omuz silkti ve derin bir soluğun devamında kendinden emin bir şekilde konuştu. “ Cümlelerimin ne anlatmak istediğini hemen keşfetmiş gibisin.” Evet, Jaiden kısa yoldan yürümeyi tercih ettiğini göstermişti. Bu, cadının cümlelerinden çıkardığı sonucu Aethra’nın önüne bir anda sunmasından belliydi. Bakışlarını hızla tavana doğru çevirirken sırtını, başını koltuğa yanaştırdı. “ Evet, görücülük yeteneği ailemden geliyor. Sanırım bende ki genetik.” Duraksadı. Olduğu yerde başını Jaiden’e doğru çevirdi. Tüm dikkatini kendine vermiş gibi bakan genç adama her şeyi anlatma dürtüsü biraz daha alevlendi. “ Görücülüğün bütün emarelerini geçirdiğimi düşünüyorum. Yine de her seferinde farklı biçimlere de bürünmeyi seviyor.” Başını biraz olsun koltuktan kaldırırken gözleri kucağındaki kitaba döndü. Sayfalarda rastladığı bir cümleyi hatırlamıştı. ‘Yaşadıklarımı algılamayı başardığımda, yeni bir şekille yüzünü gösteren yeteneğim beni hep heyecanlandırdı.’Aethra’da öyle hissediyordu. Gördüklerinden çok, görülerinin onda varoluş biçimi ile ilgilendiği çok olmuştu. Bir süre sadece rüyalarında gördüğünü sandığı görülerini, yaşı ilerledikçe uyanıkken de gördüğünü fark etmişti. Kimi zaman birinin elini tuttuğunda yaşadığı deneyim, kiminin gözlerindeki ışıkta yansımıştı cadıya. Jaiden, lafının arasına girmeden sessizce dinledi. Aethra ise kalp ritminin şamatasına kulak vererek konuşmaya devam etti heyecanla. “ Yeteneğimin farkında olmadan önce rüyalarımdan korkmuştum. Zamanla alıştım ve bir baktım ki sadece rüyalarım geleceği göstermiyor.” Yine çok konuşmuştu. Sanki, bir süreliğine kimse ile konuşmayan cadı olanların acısını çıkarıyormuş gibi duraksamadan içindekileri dile getirmişti. Aslında bu tür davranışlar Aethra’nın yapısına da uygun değildi. O her zaman anlatmak istediklerini tam anlamıyla karşısındakine aktaran biri olmamıştı. Sözleri dikkatle seçer ve az konuşmayı tercih ederdi. İnsanların onu anlayıp, anlaması da önemli değildi. Söyler ve konuşma biterdi. Şimdi ise Jaiden’ı yıllardır tanıyormuş gibi rahat ve bir o kadarda dostça anlatmıştı kendini. Daha önce kimseye, böylesine basit ve düz davranmamıştı. Niye? diye sordu kendince. Bir duvarın yıkıldığını hissediyordu. Yeteneği ile kurduğu bağın bu konuşmaya yön vermesi garipti. Kendini anlatmaya çalışmaktan karşısındaki kişinin merak duygusunu es geçmişti. Yerinde hızla doğruldu ve koltukta dikleşti. Gözlerini kısarak aklına yeni gelen soruyu Jaiden’e yöneltti. “ Peki, sen tüm bunlarla neden ilgileniyorsun? Gelecek, bir çok kişi için önemli olmasına rağmen sanırım senin gelecekle iletişimin diğerleri gibi basit değil. Yanılıyor muyum?” Beyni Aethra’yı bu cümleyi kurmaya itmişti. Aslında kalbinden geçirdiği soru tam olarak bu değildi. Sesine yansıyan merak, düz ve sığ aksettirilen ses tonunda gizlenmişti. Sanki sıradan bir soruyu genç büyücüye sormuştu. Beklediği cevap ise Aethra’nın karnını düğüm düğüm etti. Jaiden, tüm bunları duyduktan sonra ona karşı dürüst davranacak mıydı; merak ediyordu. Çünkü içinden bir ses, karşısındaki büyücünün görücülük yeteneğine öylesine bir ilgi duymadığını ve dahasının varolduğunu söylüyordu. Bu zamana kadar hislerine göre hareket eden cadı, hislerinde hiçbir zaman yanılmamıştı.
| |
| | | Bradley Killingsworth Slytherin V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 188 Kan Durumu : Safkan.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü C.tesi Şub. 25, 2012 10:44 am | |
| ::Bradley Killingsworth. ::Kurgularıma katkı sağlayacaktır. ::Çatalağız.
- :::
Soğuk ve kasvetli havanın, yüzüne saldığı soğuk rüzgarlar; alnını yarıp geçiyordu. Şikayetsiz bir şekilde ilerlemeye devam eden adımları, havaya adapte olmuş bir şekilde basıyordu toprağa. Adımlarındaki temkin, olağan bir tezatlığa karşıydı. Bu gece, eğer her şey tıkırında giderse; yalnızlığına ve kudretine eşlik edecek bir parçası onunla olacaktı. Yasak orman sınırlarına adım attığı anda, hiç umursamadan ve korkmadan devam etti yürümeye. Asasını güvende tutmayı yeğleyerek, kendine savunma aracı olarak yumruklarını seçti. Uçsuz bucaksız ağaçların arasında süzülen ve uzaktan siluet olarak görünen bedeni, varmak istediği şeye her geçen saniye daha da yaklaşıyordu. Yolun ayrılan kısmına geldiğinde durakladı. Sinsi ve sert bakışlı gözleri, etrafı süzdü birkaç saniye. Sol elini kaldırdı ve kel sayılabilecek kafasında, önden geriye doğru hareket ettirdi. Birçok düşünce, zihninde raks ederken, aklına yardımcı olabilecek bir fikir geldiğinde; arka cebindeki asasını kavradı. Amacı, kuzeye gitmekti ne de olsa. "Yol göster." Dudaklarından kalın bir sesle çıkan iki kelime, asayı hareket ettirmeye yetti. Tahta sopanın yavaşça sağa doğru hareketini gözlemleyen büyücü, tez bir şekilde asasını eski yerine yerleştirdi ve yürümeye devam etti. Gitgide azalan sis, doğru yolda olduğunun habercisiydi adeta. Hogwarts sınırlarından çıktığını sınamaya gerek duymadan, etrafa göz gezdirdi. Eski ve kendinden büyük bir dostu gözünün kapsama alanına girdiğindeyse, gözleri aramayı bıraktı ve yüzüne bir tebessüm yerleştirdi. "Marcus, eski dostum," deyip ellerini iki yana açtı ve karşısındaki büyücüye doğru ilerledi. "Bradley, uzun zaman oldu," diyen dostuna sarıldıktan sonra hiç vakit kaybetmeden konuya geçti. "Getirdin mi?" Yüzündeki tebessümün bu soruyu sormadan hemen önce yok olduğundan bihaber olsa da önemsemedi. Uzun bir zamandır beklediği bu ana tanıklık etmek, bir onurdu adeta. Karşısındaki büyücünün dudaklarına yerleşen tebessüm adeta Bradley'den havale edilmişti. Geri birkaç adım atan Marcus, iki ağacın arasından esnek ve ince bir siluetin raks ederek yanlarına geldiğini gözlemledi. "Seni hayal kırıklığına uğratmayacağımı bilmen gerekirdi," dedi Marcus. Gözlerinin o silueti seçtiği anda içine dolan mutluluk dillere destandı. "Tyrus, işte yeniden beraberiz sadık dostum.(ç)" Mutluluk az önceki gibi bir tebessüm yarattığında, yılanın yanına gitti ve onunla konuşabilmek için eğildi. "Evet, efendim; sizinle tekrar görüşmek büyük bir onur(ç)," diyen yılanın üzerinde gezdirdiği gözleri, son olarak gözlerinde durdu. Hogwarts'a başka yöntemlerle de olsa sokabildiği dostu, gücüne güç katmaya başlamıştı bile.
Not:(ç)'ler çatal dili oluyor ve acele yazdığımdan tam istediğim gibi olmadı, affınıza sığınıyorum.
| |
| | | Adrasteia Quiwen
Mesaj Sayısı : 2016 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : He is like a cage, Richard.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü C.tesi Mart 03, 2012 10:14 pm | |
| Kabul edildiler, işleniyorlar. | |
| | | Aleksa Stanlavis Hufflepuff V. Sınıf, Sınıf Başkanı
Mesaj Sayısı : 1137 Kan Durumu : Melez. Özel Yetenek : Meta.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Ptsi Mart 05, 2012 9:09 pm | |
| ::Aleksa Stanlavis ::Aleksa yaşamı boyunca hep kendini insanlardan sakınmış. Onlardan çekinmiş, onları kırmamak için elinden geleni yapmış. Yani biraz ezilmiş diğerlerinin karşısında. Kendine olan güveninin geldiği tek zaman büyü yaptığı ve kendini önemli hissettiği zamanlar. Görü yeteneği Tanrı'nın ona bir lütfu gibi. Sanki ondan aldığı tüm o güzel davranışların yerine bu yeteneği vererek vicdanını rahatlatmış. Ve genç cadı bu yeteneğiyle kendini önemli biri hissederek bu korkak tavırlarından sıyrılabilmeyi istiyor. ::Görücü ::Admine gönderildi. | |
| | | Adrasteia Quiwen
Mesaj Sayısı : 2016 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : He is like a cage, Richard.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Çarş. Mart 07, 2012 5:34 pm | |
| | |
| | | Claudius D. Dieudonné Slytherin V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 174 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : Kesenlere ilgisi var. Özel Yetenek : Çatalağız.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Salı Mart 13, 2012 5:07 pm | |
| Claudius Darciel Dieudonné Kurgusal olarak babamda bulunan yetenek aktarılmışken, pek çok kurgumu çataldil yeteneği üzerinden oluşturmaya alıştım. Çataldil.
- Örnek Rp:
[size=10]Yağmur sonrası toprak kokusunu cadının bedenini gizli bir efsun gibi sararken, adımlarının kontrolünün dışında gerçekleştiğini akabinde de sol bileğindeki yanma hissiyle sarsıldığını güç de olsa idrak edebilmişti. Farkındalığının ve inancının bahşettiği kudreti giyinirken su damlalarının çıkardığı nahoş ses, kulaklarına garip bir uğultu çalıp ardına bakmaksızın kaçıp cadıyı sükûnetin soğuk kollarına teslim edişi sığ okyanuslarına oldukça değersiz görünmüştü. Bir vakit avare bir biçimde mağarayı turladıktan sonra ortam silikleşmiş; anlamsız ve boş bakan gözleri önce alev alev yanan Eiffel Kulesini görmüş akabinde sırasıyla her kâbusunda yakından gördüğü tepesi beyaz bir yorganla örtülmüş annesinin ismini taşıyan kilise, daha önce hiç görmediği onlarca simanın yer aldığı yaklaşık bir düzine kadar dosyanın bulunduğu korunaklı olduğu kadar kalabalık bir oda ve yaklaşık elli yıl öncesine ait olan bir anı kapsülü…
PAT! Gözlerini başucuna inmiş kâğıdın masa üzerinde bıraktığı tok sesle araladığında, zihninin kıyılarında gereksiz her düşüncenin defedildiğini, mücerret rüyasını anımsamasını sağlayan kesit kesit gördüğü görüntüler dışında hiçbir şeyin kalmadığını olduğu fark etmişti. Başucuna inen kâğıdı araladığında ise ‘Şimdi’ kelimesi haricinde hiçbir şeyi bünyesinde barındırmadığına tanık olmuş ve oldukça eski olduğunun verdiği farkındalığa karşın yazının ziyadesiyle tanıdık oluşunu yüzünden şaşırmıştı. Anlam veremediği rüya gibi bu kâğıdın da zihnini meşgul etmesine izin vermiş, bir süre sonra yine anlam veremediği halde tıpkı rüyasındaki kadar kendisinden emin bir biçimde dolabına yönelerek ve gecenin büyüsüne kapılmamak için bir hayli çaba sarf ederek toparlanmaya başlamıştı. Ekose desenli oldukça kaba kesimli bir gömlek ve dar bir kot pantolon giydikten sonra uzayan çantalarından birisine önce kalın bir kazak, ilgi çekici olmayan birkaç bluz, birkaç kot pantolonu, deri bir ceket, Muggle dünyasını kapsayan banka hesabının kartı, kullan at telefonları ve bir harita tıktıktan sonra, dışarısı için oldukça muvafık lakin kimliğini belli etmeyecek kadar sıradan bir pelerinini omuzlarına bırakmıştı. Topuklu ayakkabılarını eline alarak, parmak uçlarında kapıya kadar geceyle bir bütün olarak hızla ilerlemiş kapının zembereğine dokunduğunda ise tek tek yanına neler aldığını sayarak eksik bir şey kalmadığı konusunda karar kılıp ortak salona inen merdivenlere bedenini savurmuştu. Kaos dışında hiçbir varlık gölgelere sığınmış cadıyı fark edemeyecek kadar derin bir uykuda olduğundan ötürü bir süreliğine tuttuğu nefesi hür kılarak gözleriyle aynı hizaya gelinceye dek yükselen yılanın başını okşamış, gözleri arasına bir buse kondurarak salonu ardında bırakmıştı. Topuklu ayakkabılarını giydikten sonra gideceği yere daha hızlı ulaşma amacı güderek her seferinde daha güçlü dövmüştü zemini.
Bahçeye adımını attığı sırada daha önce Hogwarts çevresinde tanık olmadığı kadar güçlü bir sis bulutunun görkemli Hogwarts Şatosunu esareti altına almış olduğu dikkatini çekmişti. Karanlık ormana giden patikaya daha kötü hava şartlarında dahi ulaşabileceğinden ve en ufak bir kaybolma korkusu hissetmeyeceğinden oldukça emin bir vaziyette atmaya başlamıştı adımlarını. Laakal Hogwarts kadar yaşlı ağaçların kara zemine uzanmış köklerinden sıçrayarak ilerlerken Karanlığın Gözyaşının gümüş sapını avuçları içinde hapsedip savunma pozisyonu almayı da unutmamıştı, zira bir kökleri aştıktan sonra durup kendisine tehlike arz edeceğini düşündüğü her karartıya asasını doğrultarak yüreğini ferahlatmış akabinde de ürkekçe ilerlemişti bir süre. Geçidin kapağını kaldırdığı sırada rahatladığı oldukça aşikârdı, keza o âna kadar kendisi sıkmış olduğu gergin omuzları dikkate alınınca oldukça su yüzüne yakın bir gerçek gibi görünmüştü. Bir aslanı kişilik kompozisyonuna yansıtan bir ailenin yanında yaklaşık dört yıl geçirmiş olmasına karşın cesareti asla kendisine kaftan olarak biçmemiş bir ailenin genlerine sahip olarak dünyaya gözlerini aralamıştı bu cihetle ürkek tavırlarının yadırganmaması oldukça yerinde bir tavır sayılabilirdi. Şayet yadırgansa dahi en nahif giysisi olan kibrini üzerine çekmesi, maskelerinin ardındaki yılanı bir kez hür kılması eleştirici düşüncelerin firakına su dökmesiyle eş bir durumdu, belki de çok daha kudretli.
Rüyasını analiz etmeye çalışırken dört bir yani rutubet kaplı geçidin sonunda karanlığı delecek, gözlerinin ferini geri verecek bir ışık görebilmek umuduyla adımlarını sıklaştırdığı halde bir süre sonra maruz kaldığı karanlığın en azından bu geceliğine ruhuna taşımakla yükümlü olacağı birkaç yük daha yüklememesi adına asasına uzanmış, biçimli dudaklarını uzun süredir kıpırdatmadığı idrak etmiş, akabinde de “Lumos!” diye çınlayarak kendi kandilini yaratmıştı. Asasının ucundan çıkan zümrüt yeşili ışık karanlığa alışmış gözlerini acıtsa da bir süre sonra buna da alışarak dua ederken dahi telaffuz etmekten çekindiği o ismi ifşa etmişti. Serpent. İçine düştüğü paradoksu yaratanın Tanrısı olduğunu bu kadar geç idrak edişi her ne kadar kendisine lanet okumasını sağlasa da biçimli dudakları hafif ancak samimi bir tebessüme kavuşmuş ve her ne kadar artık kendisine yasak etse de kalbinin çırpınışlarındaki artışı hissederek bundan memnun olmuştu. Sevinci büyüyüp sığ okyanuslarına ulaştığı sırada ise iç sesi tatmin bir edayla ‘Göreve gidiyoruz Darcy’ diye mırıldanmış gözlerindeki parıltının nedenini kendisine açıklamıştı. Yarım Saat Sonra /Hogsmeade “Bir bakalıııııııııııım!” kendi direktifi doğrultusunda kâğıt ve kalemi mücmelen dersleri çağrıştıran hiçbir parçayı sevmese de bir fincan kahve eşliğinde önüne bir kâğıt alıp çıkarım yapmaya başlamıştı. Öncelikle zihninde canlanan görüntüleri olduğu gibi kâğıda aktarmış, akabinde de bunların ardına gizlenmiş şeyleri bulmak için kafa yormaya başlamıştı lakin yakın bir gelecekte öyle kolayca çözülmeyecek bir vukuatla karşı karşıya olduğunu anlaması uzun sürmemişti. Birbirini kovalayan dakikalar sonrasında çalışmama konusunda oldukça inatçı bir tavır sergileyen başını elleri arasına almış, “Sakinim, sakinim, sakinim,” diyerek kendisini rahatlatmaya çalışmıştı. Sakin olduğunu dillendirdiği halde acele edişi yüzünden ruhu fırtınaya kapılmış koca okyanustaki minik sandal misali sallanmaya, eli ayağına dolanmaya, ne yapacağını şaşırmaya akabinde de sakarlık yapmaya başlamıştı. Kahvesini tazelemek üzere gelen görevlinin düşünmekten bitap düşmüş haline kıkırdayışı beynine vurulmuş bir çekiç kadar dikkatini çekmişti cadının, sığ okyanus mavisi bakışlarındaki alev alev öfkeyi görevliye yönlendirirken bir nebze dahi vicdan azabı hissetmemesinin yegâne nedeni bu olmuştu elbette. “İşini yap,” diye tısladıktan sonra yenilenen kahvenin sıcak oluşuna aldırış etmeksizin tek bir seferde içmiş ardından da aklına gelen her şeyi kağıda dökmeye başlamıştı. Sonuçta kendi kendisine konuşarak bir şeyleri açığa çıkarması düşüncelerini kaleme almasından daha büyük bir ironiydi.
Yanan Eiffel Kulesi... Yani Fransa. Zaten Fransa yanmıştı öyle değil mi? Lanet olası Necromencerlar. Ehem, insanların dosyaları nerede tutulur? Bakanlık. Önce Fransa akabinde de bakanlık o zaman. Ya ne alaka! Ayağım İngiltere’deyken gidip dosyaları alırım. Sonra Fransa, Seine Vadisi ve kilise. Ama kar vardı. Sonuçta hava ben oraya gidene dek o kadar bozacak değil. OF! Ne yapacağım ben? (…)
“Bayan eğer odanıza çıksaydınız iyi olurdu hani,” Binlerce kahkaha taşıyan ancak uzaktan bakılınca oldukça resmi duran, sadece Darciel’a hitap için kullanılan tümcenin gazabı genç cadının uykusunu tuzla buz etmeye yetmişti. Uyku sersemi bir şekilde kâğıtlarını toplamaya başladığı sırada sonunda kendisi için yapılacakların düzgünce sıraya sokulduğu bir liste hazırlayabildiği için oldukça keyiflenmişti. Diğer her şeyi bir çöp tenekesinin içinde yakarak ardından hiçbir şey bırakmadığından emin olmuş, hesabı ödeyerek günün ilk ışıkları İngiltere’yi sarmaya başladığında Sihir Bakanlığına cisimlenmişti. Yeni yeni bakanlığa giden yolları işgal eden çalışanları görünce yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştirerek babasının yakın arkadaşlarından birisi olduğunu düşündüğü Şura üyelerinden birisini odasına çıkıp orada beklemenin daha yerinde olacağını düşünmüştü. Nitekim girişteki görevliyi akıcı İngilizcesiyle ikna etmesi ve Şura üyesini aratması pek de uzun sürmemişti. Bir süre babasının eski dostunun odasını kurcalarken etrafını izleyerek kapıdan içeri giren cüssesine bakılınca korkulacak ancak bir dakika konuştuktan sonra dalgaya alınacak Şura üyesini hafif bir baş hareketiyle selamladıktan sonra kendisinden emin bir biçimde “Babamın selamını getirdim desem ve gece yolladığım mesajı aldığınızı umut etsem istediğim dosyalara ulaşmam ne kadar zamanımı alır?” diye sormuştu. Şura üyesi göz ardı edilemeyecek cüssesinin baskınlığını cadının üzerinde kullanmaya kalktığı sırada cadı asasına uzanmış yüzündeki tiksintiyi gizleme lüzumu görmeksizin “Burada iki kişiyiz Monsieur. Lütfen yerinize oturun ve sadece istediklerimi yapın. Emin olun mükâfatlandırılacaksınız. “ demiş, sözleri nihayete erince de yüzüne tekrar kibirli bir gülümseme oturtmuştu. Şura üyesi yerine geçip oturduğu sırada “Babanızın kızı olduğunuz açık Madam Dieudonné lütfen açıklamama izin verin. O dosyaları niçin istediğinizi bilmesem de elimden gelse size onları verirdim. Lakin oraya girebilecek kişiler sayılı ve fark edilirsem ölürüm. Eminim hayat paradan önemlidir,” diyerek uzunca bir açıklama yapmaya girişmişti. Tekrar ne söyleyeceğini düşünmeye başlayan büyücünün sözlerinin sona erdiğine kanaat getiren cadı, şuh bir sesle; “Beni hayal kırıklığına uğratıyorsunuz Monsieur, babam sizin her şeye hazır olduğunuzu söylemişti ben iksirimi hazırladım sadece bir saç teli ve oraya nasıl gireceğimi anlatmanız yeterli, sizden dünyayı kurtarmanızı talep etmiyorum elbette,” diyerek kendi açıklamasını yapıp kelimelerinin arasında neredeyse boşluk bırakmayarak aralara itirazların sıkışmasına engel olmuş akabinde de yine gülümsemişti. Şura üyesi iri gözlerini inceler bir vaziyette cadının üzerine geçirip vicdanıyla münakaşaya gelip para hırsına yenildiği vakit “Pekâlâ, lütfen bekleyin,” demiş dolabını karıştırıp bir mendilin arasında kızıl bir saç telini Darciel’a uzatmıştı. Cadı mendili avuçları arasına alıp hazır ettiği iksirin bulunduğu şişenin içine attıktan sonra Şura üyesinin kendisine uzattığı giysileri almış, tatmin bir gülümsemeyle “Can kulağıyla sizi dinliyorum Monsieur. “ demişti.
Bakanlığın en alt katına ineceksiniz. Unutmayın adınız Katherina. Parmak izini okuyan bir mekanizmayla karşılaşacaksınız, parmak izinizi tanıttıktan sonra size şifreyi girmeniz için bir dakika verilecek. Şifre bu yüz yıldaki milenyumun son tarihi. Yani ‘12-12-2012’. Bir dakika içinde şifreyi giremezseniz alarm verilir ve Güvenlik Teşkilatı hemen alt kata iner. Bu yüzden hızlı olunuz. Şifreyi girdiğiniz zaman sizi çevirme konsollarından oluşan bir kapı karşılar üç kez sola çevirecek, bir kez ileri itecek, iki basamak yukarı çıkarıp, bir kere sağa kırdıktan sonra bir basamak aşağı indirip çekeceksiniz. Kapı açılır. Dosyalar soyadlarına göre sıralanmış. Sakın gerçeklerini almayın kopyalarını yaratın ki neyin peşinde olduğunuz anlaşılmasın keza beni ilgilendirmiyor lakin Bakanlık’ın özellikle de Seherbaz’ların dikkatini çekebilir. Kolay gelsin bir hafta içinde banka hesabımda yüklü bir miktar Gelleon göreceğimden eminim. Sihirli Günler.
Yaklaşık on dakika sonra Şura üyesinin anlattığı her şeyi zihnine kazımış, seri adımlarla üç kat aşağıya inmeye başlamıştı. Önce parmak izini okuyan mekanizmaya dokunmuş, ardından da şifreyi seri bir biçimde girerek ikinci kapıya doğru ilerlemişti. Direktifler doğrultusunda ikinci kapıyı da açınca hızlıca çantasından o rüyasındaki isimlerin bulunduğu kağıdı çıkarıp dosyalarını almış, kopyalamış, çantasına tıkmış ve vakit kaybetmeden kapıya yönelmişti. Ancak kapıdan çıkınca kulağına erişen rahatsız edici uyarı sesi tekrar şifrenin yazıldığı makinaya yönelmesini sağlamıştı. Makinanın üzerinde kırmızı bir yazıyla ‘Çıkış Şifresi’ni Giriniz’ tümcesini görünce şaşırmış altındaki geri sayımı görünce ise dehşete kapılmıştı. “Lanet olası domuz. Çıkış şifresini bilmiyor muydun?” diye haykırdığında on saniyesinin kaldığını fark etmiş ve merdivenlerden koşarak çıkmaya başlamıştı. Tam ilk kata eriştiğinde alarm çalmaya başlamış ve yakınındaki iki güvenlik görevlisinin kendisine asasını doğrulttuğunu fark etmişti. Başını büyük saate çevirirken sinsice gülümsemiş ve “Beyler, yapmayın ama,” dedikten sonra ikinci bir kez düşünmeden asasını savurarak “Expelliarmus!” diye çınlamış ve bir görevlinin asası gökyüzünde süzülmeye başladığı sırada hiç vakit kaybetmeksizin diğer görevliye dönüp “Sersemlet!” diye çınlamıştı. Artarda dillendirdiği iki büyüsünün de gerçekleştiğini görünce oldukça sevinmiş lakin ‘Darcy Standartları’ için dahi oldukça seri bir biçimde asasını kaybeden görevliye dirseğini geçirdikten sonra kapıya doğru koşmaya başlamıştı. Kendisini durduran bir düzine insanı başından savdıktan sonra Bakanlık binasından dışarı çıkmış ve ilk gördüğü sokağa saparak zayıflamış iksirin etkisinin sona ermesini beklemişti. Ve şey. Az önce kanunlara karşı gelmişti. Yeni bir kafe bulana dek bu düşünceden çıkardığı esprileri kendisine yaparak yanında Etta olmadığından ötürü kendisine eziyet etmeye başlamıştı.
“Kahvemi tazelerseniz sevinirim,” Dosyaları incelerken yine kahve içmeye başladığını fark etmişti kahve düşündüğünde oksijen kadar değerli bir ihtiyaç olmaya başlamıştı son zamanlarda. Kilise ile ilgili özellikle de annesinin adının verildiği kiliseyle ilgili tek görebildiği şey ‘Chanelle Raven,’ adını taşıyan bir rahibe ama en önemlisi hain annesinin kız kardeşinin adresi olmuştu. Karar kılmıştı, gideceği yer; Nadia Raven Kilisesi, Fransa’ydı.
Bir Saat Sonra / Paris Girişi Cehennemi nasıl tanımlarsınız? Bence cehennem söylenenlerin aksine kişiyi iliklerini dahi donduracak kadar soğuk, ıssız, pis ve acı kokan bir yer… Tıpkı gözlerimin önünde kan ağlayan Fransa gibi. “Kar yağmaz ha meteoroloji uzmanı Madam Dieudonné?” Daha önce kendisine karşı hiç bu kadar kin dolu olduğunu anımsamamıştı genç cadı. Omuzlarına düşen kar taneleri pelerininin üzerinde erimiş, gideceği yönün zıttı bir biçimde inleyen rüzgâr beyaz kâbusu cadının gözlerinin önüne sermiş ve Paris yaralı bir biçimde kefenini giyip ölüme sarılmış bir biçimde kızını karşılamıştı. Paris’e hayran olmayı, Paris’i olduğu gibi sevmeyi boynuna geçen iki sivri dişe borçlu olduğunu anımsasa da adımını attığı toprakların ailesinin kendisine bırakmasını istediği tek miras olarak arzuladığını fark etmişti. İnandığı şeyler uğruna savaşıp can verirken kanının Paris’in topraklarını sulamasını, bugün ‘Şeytan’ olarak anılsa da yarın geriye dönüp bakan her Fransız’ın kendisini ve yolunu şükranla anmasını da en az Paris’e sahip olmayı arzuladığı kadar arzulamıştı o an. Gözleri, aslında pek de aşina olmadığı sokakların boşluğunun kendisiyle alay edişine tanık olduğunda gerek gururlu olma arzusundan gerekse yeminine olan sadakatinden ötürü gözyaşı dökerek evi için yas tutmamıştı. Ev… Bu kelime asi benliğine öylesine uzaktı ki bir zamanlar zihninde yankılanması ve lügatine bir anda yerleşivermesi gözlerinin irice açılıvermesini sağlamıştı lakin bir süre avare bir biçimde Paris’i turlayarak nahif duygular eşliğinde O’nu anabilmek için ziyadesiyle meşgul görmüştü kendisini. Bu kadarı yeterli, derken iç sesinin kudretli çıkışı elbette ikinci evine ayak bastığından ötürü olmuştu. İlk evi; SFL’di.
Kâbuslarında kendisine öleceği söylenen kiliseyi aramak dahi ruhunu yıpratmışken, annesinin Tanrısını kızdıracak bir işin altından çıkacağına dair endişesi adımlarının yavaşlatmasına neden olmuştu. Bir süre nefretle Paris’i beyaza boyayacak taneleri taşıyan rüzgâr pelerinini, yüzünü perdelemesinden hoşnut olduğu sarımsı saçlarını, hastalıklı düşüncelerini süpürse de genç cadı kendisine hiç dokunmuyormuşçasına istifini bozmadan ilerlemeye devam etmişti. Rüzgar duraksayınca genç cadı da duraksamış, avuçlarını kar tanelerine açmış, elinin gölgesinde ise henüz başını çıkarmış olan bir kardelene rastlamıştı. Alya… Dişi aslanın görüntüsü zihnini doldururken genç cadı ailesinin hiçbir ferdine kardeşlerine bağlandığı kadar bağlanmadığını fark etmiş ve eğilip kardeleni koparmaya cüret etmişti. Lakin kardelen orada öylesine mutlu bir biçimde günün gümüşi ışıklarına gülümsemişti ki duraksayan cadı, tıpkı kardeşini Wood’un yolundan ayıramadığı gibi onu da bağlı olduğu topraktan ayıramamıştı. Eğildiği yerden eli boş doğrulduğu sırada ise bakışları annesinin ismini taşıyan o kiliseye çarpmış; sıcacık bir tebessümle kıvrılmış kırmızının en şatafatlı rengine bulanmış dudakları ince biz çizgi halini almış ve kısa bir anlığına parıldayan gözleri yerini donuk bakışlara bırakmıştı. Annesinin kendince tutarlı davranışları ve kendince kızını itham ettiği ağır vefasızlığı işte o kapının ardında yüzüne çarpılmayı beklerken omuzlarını dikleştirmiş, hiç duraksamadan ilerlemeye başlamıştı sessizce. Ta ki kapının zembereğini itip içeri gireceği zamana dek…
“Lütfen buyurun Leydim. Pazar ayinimiz başlamak üzere. Her şeye rağmen azizemizin adının verildiği bu kiliseyi işler tutacağız.” Daha öncesinde kimseden böylesine karamel tadında bir ses, böylesine ruhu okşayan latif bir aksan duymadığına yemin edebilirdi cadı. Kendisine hitap eden kişiye başını çevirdiği an altın sarısı buklelerin çerçevelediği, yüzün üzerindeki pençe izinin ruhuna aşıladığı anlık dehşet üzerine bir adım geri atmak zorunda kalmıştı. Küçük kız eliyle ağzını kapatıp melodik bir şekilde gülümserken “Lütfen sizi ürküttüğüm için bağışlayın Leydim. Ürkmüş halinize gülümsediğim için de ayrıyeten affınıza sığınırım. İçeri girmeyecek misiniz?” demişti. Kızın sözlerindeki nezaket genç cadıyı öylesine etkilemişti ki sadece ne söyleyeceğini değil, kelimenin ne olduğunu da unutuvermişti, bir müddet. Şaşkınlığı bir nebze azaldığında ise kendisine karşı oldukça nazik davranan kızın buz mavisi gözlerine katı sığ okyanus mavisi bakışlarını sabitleyerek dürüst bir biçimde “Ben sizin dininize ve Tanrınıza inanmıyorum, sadece birisi arıyordum bugünün Pazar olduğunu dahi senden öğrendim” demişti. Söylediklerinde ne bir tutam aşırılık ne de bir tutam yalan vardı aynı biçimde samimiyet de barındırmadığı gibi. Küçük kız cadının elleri avuçlarına almak için hamle yapınca genç cadı asasına uzanmış lakin onu kabzasından çıkarmadan sadece sol elini asasının üzerinde tutarak sağ elini kıza vermişti. Kız bakışlarını tekrar cadının bakışlarına çevirirken cadı tekrar dürüst davranarak “Bu el insan kanıyla yıkandı, hâlâ kilisene girip ayinine katılmamı arzuluyor musun?” diye sormuştu. Caydırıcı olmaya özen göstermişti keza o kendi Tanrısından başka hiçbir Tanrıya secde etmeyeceğine iki yıl önce söz vermişti, sözünü yemini ile mühürlemişti. “Sen bir savaşçısın. O halde yine gel ve biz kendi Tanrımıza el açarken sen de kendi Tanrına dua et” Kendi Tanrısı... İşte, bu söz üzerine arınmak amacı gütmese de kiliseye adımını atarken art niyet barındırmamaya özen göstermişti. Tanrısının arzu üzerine döktüğü kanlar için yine kendi Tanrısından af dilemeyecekti çünkü Tanrısı bunlardan haberdardı. Ayin bitene dek ayakta durmuş, hiçbir şeye katılmasa da yakılan tütsünün keyfini çıkarmıştı. Ayin bittiğinde ise zihnini tekrar görevinin varlığı doldurmuş, Tanrısını memnun etmek için Baş Rahibeyi kolundan yakalayarak duvara yapıştırmıştı. Dudaklarından bir tıslama eşliğinde dökülen sözlerde kesinlikle nezaket yoktu.
“Chanelle Raven. İki sorum var ve aldığım cevapları beğenmezsem burayı kanla boyarım kehanetinizdeki gibi sadece tek bir farkla; akan kan benim değil senin kanın olur.” “Darciel… Demek geldin. Geleceğini görmüştüm.” Kadın hırpalandığı halde hiç gülümsemesini bozmadan cadıyı misafir konağına buyur etmiş ve orada cevaplanmasını arzuladığı her sorusunu cevaplayacağını söylemişti. Misafir konağına dek asasını Baş Rahibenin sırtına dayamış, kendisine yöneltilen meraklı bakışlarla hiç ilgilenmeden topuklarının zemini dövmesine izin vermişti. Misafir konağı denilen yerin birkaç sandalye, birkaç battaniye, küçük bir şömine yığılmış birkaç parça ağaçtan ibaret olduğunu gördüğünde şaşırmıştı. Headon gösteriş yapmayı severdi bu cihetle eşi adına yaptırdığı bir yerin böylesine elden düşme eşyalarla dolduracağı hiç aklına gelmemişti. Rahibe sandalyeye oturur oturmaz fevri tavırlar sergileyen cadıya istediği soruları henüz sormadan cevaplamıştı. “Biliyorum ki acelecisin kızım. Potter’ın kapsülü Mavi Ay ile aktifleşecek en kuzeydeki piramitte.” Potter’ın kapsülü… Genç cadı o anı kapsülünün kime ait olduğunu bilmediği halde kelimenin tam anlamıyla ‘bozuntuya vermemiş’ başıyla onaylayıp yüzüne içerideki herkesi şaşırtacak kibrinden oluşan gülümsemesini geçirirken “Pekala yaşlı cadı. Demek her şeyi biliyorsun. O halde benimle Mısır’a gideceğini de bilmen gerekirdi,” demişti. Sabrının taşmak üzere oluşu yüzünden sergilediği aksi tavırlar rahibeyi yine sinirlendirmemiş hatta sakin bir şekilde tam karşılık vereceği sırada balımsı bir sesin “Hayır, Mısır’a benimle gidiyorsun Dieudonné Kızı” diyerek tüm dikkati üzerine topladığını fark etmişti. Özellikle de kendi dikkatini. Başını sırtını duvara yasladığı için başını hafifçe kapıya çevirdiğinde; kendisine hitap edenin bir Godric Torunu olduğunu idrak edebilmişti. Keza irice bir cüssesi olmadığı halde tok çıkan sesi, parıltısız bakışları, inandığı şey uğruna ölebileceği mesajını veren duruşu ve sergüzeşt kişiliğine değinen enerjisi O’nun kişiliğini ifşa etmişti. Donuk bakışları hey ayrıntıyı analiz ettikten sonra yüzüne geçirdiği maskede kitlenirken “Sanırım neler olacağını bilmeyen sadece benim, bu işi sevmedim” diyerek mırıldanmıştı.
Mısır / Gün Batımı “Evet, bu arabayı kiralamak istiyoruz. “ Mısırlı tüccarın dilinden pek fazla almasa da kendisini Anka olarak tanıtan çocuğun ısrarcı davrandığı sezebilmiş, bakışlarını göğe çevirerek bulutların arasında gülümsemeye hazır olan Ay’ın yaklaştığından emin olmak istemişti. Lakin bir ölümlü gözüyle görebileceği, bir ölümlü duyusuyla hissedebileceğinden çok daha fazlasını içinde barındıran bir zaman diliminin içinde olduğunun bilincinde olsa da ‘diğerleri’ gibi davranmaktan son derece hoşnut olmuştu. Yaklaşık on beş dakika sonra elinde bir anahtarı sallayarak kendisine doğru gelen büyücüyü tebessüm ederek karşılamış, akabinde de yaptığı şirinliğe karşın arabayı kullanabileceğini düşündüğünü öne sürmüştü. Arabaya binip sürücü koltuğuna kurulduğu sırada önündeki şeylere uzun süre bakması Anka’nın tereddüt etmesini ve tekrar emin olup olmadığını sorgulamasını, kullanma kılavuzunu isteyişi ise ‘Bizi öldürme’ diyecek kadar dürüst davranmasını sağlamıştı. “Ops. Pekala kemerleri bağla dostum gidiyoruz,” “Ops mu? Kullanmayı biliyor musun, bilmiyor musun? Bence iletişimimiz üzerine biraz eğilmemiz gerekecek tatlım.” “Öğrenebilirim.” “Muggle’lar bunu kullanabilmek için aylarını harcıyor o kadar vaktin olduğun sanmıyorum.”
Yarım Saat Sonra. Ruhuna zerk edilen huysuzluğun, yıldızların sergilediği tuhaf pantomime bir tepki olduğunu etrafında incelenmeye değecek kadar ilgi çekici bir şeyler bulamadığı yarım saatin sonunda idrak edebilmişti cadı. Gece olmuştu, bu düşüncenin varlığı dahi zihnine hastalıklı düşüncelerini, katlanılmaz acılarını, tutamadığı yaslarını davet ederken yol arkadaşının inatla sükûnetin bir parçası olmayı sürdürdüğünü görmek cadının moralini bozmuştu. Göğsünde kollarını kavuşturduğu sırada kürek kemiklerinden başlayarak bütün bedenini esareti altına alan acı, akabinde bedenine yüklenen uyuşukluk ve göz kapaklarındaki ağırlaşma sanki haftalardı seyahat etmiş ve hiç dinlememiş gibi hissettirmişti genç cadıya. Sol bileğindeki yeminini okşarken bir yandan zihnini meşgul etmek için ısrar eden düşünceleri doğasına aykırı olsa dahi kovmaya yeltenmiş, bir diğer yandan ise acılarını tetikleyecek kadar gaddar sayılan ruhunu rüzgara bırakırken yaralarına basarak değil üzerlerinden okşayarak geçmeye özen göstermişti. Tanrısı sanki yüreğinin çırpınmaya başladığını hissetmişçesine zümrüt yeşili gözlerini tedarik edebileceği o iki ışığın zihnini doldurmasını emretmiş, bir süre sonra ise cadı ne kadar istese de bir zamanlar kaçtığı o düşünceleri önemsemeyecek kadar kararlı bir hale bürünmüştü. Araba durduğunda bakışlarını kendisine yönelten yol arkadaşına vereceği komutu öylesine yoğun bir biçimde düşünmüştü ki, katı kuralları ve bazı durumlarda komik sayılabileceği dürüstlüğü bir anda gelip benliğini doldurmuş kelimelerin sıraya girmesine yardımcı olarak biçimli dudaklardan gerektiğinden fazla kelime sarf edilmesin diye seferber olmuştu. Lakin çabalar yetersiz olmuş olacak ki genç cadının biçimli dudaklarından dökülen tek zekice(!) tümce “Şimdi ne yapacağız?” olmuştu. Bazen düşünmeye öylesine üşeniyordu ki iki kelimeyi yan yana getireceğim korkusu yüreğini hızlandırmaya başladığında başkalarının çaba harcayarak yapıverdiği planlara el koymak en kestirme yol gibi görünüyordu.
Piramidin tek girişi var, malum mezar. Bu yüzden kapıda eğer görevli varsa etkisiz hâle getireceğiz, öldürmeyeceğiz dikkatini çekiyorum. Ben bir rahip adayıyım. Piramide sağlık bir biçimde adımımızı attıktan sonra içeride bizi bekleyen sürüngenler olabilir ki ben başta Yılan olmak üzere her ne kadar Tanrı yaratmış olsa da hepsinden tiksinirim. Bu yüzden eğer seninle devam etmemi istiyorsan onları etkisiz hâle getirmekle yükümlüsün. Kapsülü Potter mezarın içine tepesindeki kaselerden birisine koydu dolayısıyla tuzak varsa ikimizden birisi ölebilir. Düşündüm de geveze olmasan da iyi kızdın.
Sözlerin sonundaki vedalaşma tümcesi yüzünden kavisli beyaz kaşlarını çatmış, kızıla boyanmış dudağını ısırırken kendisini tutamayarak “Ölmek bu on yıl içinde yapmayı hedeflediğim şeyler arasında ilk bir milyonun içine girmiyor,” demişti. Bu sözleri maskeli yol arkadaşının kadifemsi kahkahasını azat etmesini akabinde umursamaz bir edayla omuz silkerek “Kim bilir, belki ben ölürüm? “ demesini sağlamıştı. Bu söze karşılık vermezse aklında kalacağını hissettiğinden ötürü zorla sırıtmış ve gözlerini perdeleyen siyah kirpiklerini kırpıştırarak “Geber,” diye karşılık vermişti. Dil çıkarmasına ve ya saçını çekmesine ramak kaldığını hissederek kendisini dizginlemişti.
Daha önce Mısır’a hiç uğramamış, piramitlere karşı bir hayranlık beslese de onları yakından görmek adına hiçbir arzuyu içinde barındırmamış olmanın verdiği utanca karşı gerdiği göğsünü üzerine savrulan hayranlığa bulanmış kılıcın azımsanmayacak varlığı karşısında gardını düşürmüştü. Pesimistliğin bir süre sonra alışkanlıktan çok daha fazlası olduğunu hissettiğinde her şey bittiğinde fark etmiş, benliğinde bu vasfı barındırmamak adına verdiği savaşa mağlup girmiş, yenilginin verdiği ezikliği bir kez daha kendisinden ötürü omuzlamak zorunda kalmıştı. Karanlığın Gözyaşını kabzasından çıkarırken savaşma güdüsü dışındaki her şeyi zihninde kilit altına almış maktule yüreğini de alelacele sarmalayarak başından savmıştı. Karanlığın Gözyaşının gümüş sapı ayın ışığıyla buluştuğunda bir müddet gizlendiği köşeden çıkarak ilk görevliye zihninde büyük yaralar açan en büyük hatasını yapmasına neden olan büyüyü yollarken kelime dudaklarından bir küfür gibi dökülmüştü. “Conjucto!” İkinci görevliyi etkisiz hâle getirmek amacıyla asasını tekrar savurduğunda biçimli dudaklarından azat edilmek üzere olan kelime bir an da kesilmiş görevlinin kafasına bir şey geçirerek onu bayıltan Anka’nın kendisine el salladığını gördüğünde ise beyninden aşağı kaynar sular boşalmıştı. Antik Yunan zamanından bu yana bu denli büyük bir düz mantık tutkunu olan kişinin var olabileceğine olan inancı bir anda alevlenmişti, çünkü o kişi tam karşısında duruyordu. Homurdanarak Anka’nın yanına giderken “Kofti değilsin, değil mi? Ya sahiden aptalsın ya da çok zekisin ama kendini aptal gibi göstererek karşındakini sinir etmekten zevk alıyorsun?” diye sormuş lakin bir cevap beklememişti. Ancak büyücü cadıyı şaşırtarak cevap verme ihtiyacı hissetmiş olacak ki ciddi bir tınıyla “Kofti değilim ancak aptal olduğuma dair bahse girebilirsin,” demişti. Söyleyeceği yeterli bir kelimesi kalmayan cadı piramide adımını atana dek sükûnete boğulmuştu. Lakin daha içeri girer girmez attığı çığlık sükûnetin duvarlarının ikili arasına örülmeden, temelden çöktüğünün en bariz göstergesi olmuştu. Hayat verilmeyecek kadar değersiz gördüğü, neredeyse kendisiyle eş bir boya sahip olan örümcek kara gözlerini cadının üzerine dikmişti. Öylesine korkmuştu ki kalbinin göğüs kafesini delip kaçıvereceğini hissettiği sırada uzuvlarının kontrolünü kaybetmiş, asasını yere düşürmüştü. İmdadına yetişen “Arania Exumai!” diyerek çınlayan, kudretli bir ses olmuştu. Sesini bulabildiğinde teşekkür etmeye yeltenmiş lakin bir samimi bir tebessümü kafi görerek kendisini zorlamamıştı.
Mezarın bulunduğu odaya kadar kendilerini karşılayan dev örümcek dışında bir şey olmadığından ötürü genç cadı duvarları süsleyen sembolleri incelemiş ve kendisini bir nebze dahi olsa toparlamayı başarmıştı. Ardından da sessizlik oldukça gerildiğini ifşa edecek bir biçimde “İnsanların ölümlerinin sonunda böyle süslü bir mezar yaptırmalarının altındaki düşünceyi merak etmiyor değilim hani,” demişti. Kendisine çevrilen bakışları hissettiğinde susmuş, başını öne eğmiş, konuşmasını sürdürememişti. “Onlar kendilerini İlah olarak gösteriyorlardı,” diye bir cevap aldığında başını bunu kastetmediğini anlatmak istercesine iki yana sallamış “Hayır, öyle değil. Yani sonuçta görecekleri yeğane şey dipsiz bir boşluk. Neden çürüyecek olan bedenleri için bu kadar uğraşa girmişler?” diyerek kendisini açıklamaya çalışmıştı. Bir süre yine sessizlik şüphesiz ‘Lanet’ kelimesini açıklayabileceğinden çok daha fazlası olarak ikilinin arasına girdikten sonra Anka’nın derin bir nefes vererek “Benim için cennet ve cehennem kelimeden ibaret değil. Tanrım bana onları vaat ediyor,” demiş ardından da daha fazla konuşmasına gerek kalmamıştı, çünkü görkemli bir kapı ardında da taş bir masanın üzerine yerleştirilmiş altından bir tabut onları karşılamıştı.
Gidin buradan (ç) Tehditkar bir tıslama cadının asasına sarılmasını sağlarken etrafında dönmeye başlamış ve kendilerine hitap eden sesin sahibini aramıştı irice açtığı gözleriyle. Kendilerine ait adım sesleri dışında piramitte başka bir sesin olmadığını fark ettiğinde hayali bir ses duyduğunu düşünmüş lakin bir süre sonra tekerrür eden tehdit ile bir anda zihninde beliren analizi dillendirmişti “Yılan,” Ses giderek yaklaşıyorken cadı büyücünün kolundan kabaca tutmuş “Hadi kapsülü alıp gidelim hızla,” diyerek tabuta saygı göstermeksizin üzerine zıplamış ve kaseye elini daldırarak eriştiği kapsülü tek seferde çıkarmıştı. Tekrar büyücüyü görmek umuduyla döndüğünde ise karşısında koyu yeşil pullu bir gövde, başını biraz yukarı kaldırdığında ise altın sarısı ve ‘Bela’ kelimesini heceler cinsten bakan bir çift göz kendisini karşılamıştı. Mezar hırsızı (ç) Uhm. Şey biz de tam gidiyorduk izninle. (ç) Çaldığın şeyin kefaretini ödemeden gidemezsin Salazar’ın Torunu (ç) Bir dahaki sefere artık (ç) Küstahlığın ağzımı sulandırıyor (ç) Etim ve kasım yok benim. Kemiğin üzerini saran sadece derim var senin damağına göre değilim. Bir ara sana fare getiririm(ç) Burayı terk etmek için sadece iki dakikan var ve kefaretini ödemek için geri döneceksin Salazar’ın Torunu (ç) Anka’yı kolundan tutup sürüklemeye başladığında içinden zaman tutmaya ve kendisini azat eden yılanın gözlerine bakmamak için iradesiyle savaşmaya başlamıştı. Bir süre sonra sallantılı bir yolculuk yerine asasını savurmuş ve büyücüyle birlikte Diagon Yolu’na cisimlenmişti.
| |
| | | Nienna Elenasse
Mesaj Sayısı : 283 Kan Durumu : Safkan.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Çarş. Mart 14, 2012 3:12 pm | |
| | |
| | | Alkyone Ambrosia Ravenclaw V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 47 Kan Durumu : Safkan* Rp Partneri : Judas'ı istiyorum. Özel Yetenek : Görücü.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Cuma Mart 23, 2012 10:21 pm | |
| Alkyone Ambrosia Kurgusal olarak genlerden geliyor ve karakter kurgumda büyük bir öneme sahip. Görücü- Rp:
2061, Roma’nın kuzeybatısı, Floransa
Bir denizkızının vücudu ve kıskandırıcı zarafeti ile siyahın asilliğinin birleştiği kemik çellosunu ve onun daimi kavalyesi olan arşesini kendisine bu müzik aletini korumayı görev bilmiş çantasından özenle kaldırdı genç cadı. Çellosuna dokunduğu anda ondaki zarifliğin parmak uçlarından bütün bedenine, iyi huylu bir virüs misali yayıldığını hissedebiliyordu. Geniş ışığının tereddütle girdiği, loş ama kasvetten uzak odasının ortasına yerleştirdiği sandalyesi, ona bahşedilen görevi yerine getirmek için sabırsızlanıyormuşçasına bekliyordu. Sağ eline aldığı denizkızını ve sol eline aldığı kavalyesini de alıp oturdu sandalyesine. Omuzlarını, bedenine güven yayarak dikleştirdi ve uzun, kumral, dalgalı saçlarını görüşüne engel olmaması için kibar bir boyun hareketi ile savurdu arkasına doğru. Dar açı ile bacaklarının arasında sıkıştırdığı çellosunu tutan kolunu vücudu ile doksan derecelik bir açı yapacak şekilde kaldırdı ve diğer koluna da arşeyi, çelloya paralel tutacak şekli verdi. Konuşmayı henüz bilmeyen bir bebeğin, günahsız dudaklarından dökülecek ilk kelimeyi heyecanla bekler gibi bekledi arşeyi çellonun kalın tellerine sürterken. Kulağı tırmalamayan, hoş bir tını bütün odayı doldurduğunda aletin akort edilmesine gerek olmadığına ikna olmuştu kendince. Sonrasında notalarının aklında olduğu, çalmaktan en çok haz aldığı şarkıyı çellosu aracılığı ile armağan etmişti onu dinleyen havaya, taşa, toprağa, çiçeğe, böceğe…
Kaplumbağa ile yarışa hazırlanan ukala tavşanın koşuya hazırlanışı gibiydi şarkının ritimleri de. Kendinden emin ve yavaş başlıyordu önce. Kaplumbağayı fazla küçümsediğini anlaması ile hızlanan bir tavşanın hızına ulaşıyordu sonraları. Müziğin içine hapsedici tartımı ile hareketlenen başı saçlarını fazla serbest bırakmıştı. Kumral saçlar küstahça cadının sağ eline dolanmaya başladığında ritmik bir baş hareketi ile tekrar def etti telleri. Sonrasında odada ki her bir eşyanın da etkisinde kaldığı hoş müzik kesilmek zorunda kaldı, cadının başına giren beklenmedik bir ağrı ile. “Ahhh…” Neredeyse dokunmaya kıyamadığı arşesini serbest bırakıp, yere düşmesine izin verdi elini başına siper ederken. Beynini bir terörist misali ele geçiren anarşik sızı iyice dayanılmaz bir hal almaya başladığında, çellosunu kavrayan eli de gevşedi ve takviye kuvvet misali sardı başını. Beyninin içinde karanlık görüntüler belirmeye başladığında bedenine hâkim olan acının etkisi ile oturduğu sandalyeden kayıp yere çömelmişti. Etraf çok karanlık ve pusluydu. Zihninde beliren görüntüler, kesik kesik yayın yapan bir muggle televizyonu gibi bir belirip, bir kayboluyordu. Titrek bir sokak lambasının aydınlatmakla aydınlatmamak arasında git gel yaşadığı bir sokaktı, gördüğü yer. İki insan vardı sanki ya da daha fazla. Birisinin yüzünü seçebiliyordu bu çok tanıdık bir yüzdü genç cadı için. Kumral saçlarını ve yumuşak hatlı yüzünün en hoş ayrıntısı olan kibar burnunu aldığı, onun yaşlarında ki birçok kadını çileden çıkartabilecek kıskançlıkları yaşatan, formda bir vücut ve tuzlu sıvının taarruzuna maruz kalmış gök mavisi gözler…
Ağrı şimdi önceki kadar dayanılmaz değildi. Karanlığın izni ile gördüğü yüzün annesi olacağını anlayabilecek kadar yoğunlaşabilmişti acıya rağmen. Ay ışığının ressam misali oluşturduğu gölgelerin arasında karanlığın uşağı vardı. Alkyone onun kim olduğunu görmüyordu; fakat bütün canlıları önünde boyun eğdirebilecek bir güçle kadına doğrultulan asayı çok net görmüştü. Ardından uşağın karanlığın içinden yükselen laneti telaffuz etmesi gecikmemişti. “Avada Kedavra!” Lanet, görüşteki kadının canı ile birlikte genç cadının beyninde hâkimiyet kuran acıyı da götürmüştü, aslında görünmeyen birçok şeyi götürdüğü gibi. Cadı şimdi dizleri ve elleri ile yerden destek alıyordu, boğulmaktan son anda kurtulan biri gibi havaya hasret kalan ciğerlere alabildiğince oksijen sokmak adına derin derin nefesler aldı, birkaç kez. Emekler halde seri hareketlerle beyazın saflığı ile boyanan kapısının koluna el attı. Destek alarak zar zor doğruldu ve gördüklerinin kasvetinin birazını da olsa odasında bırakarak merdivenlere doğru yürüdü, duvardan destek alarak. “Babaan…” Aşağıda, mutfakta babaannelere has o tatlılarını yapan yaşlı kadına seslenecek kadar takati yoktu bu yüzden oraya varana kadar zorlamadı boğazını. “Babaanne! Babaanne!” Kapının eşiğinde hızlıca içeri adımını attı ve önüne çıkan ilk sandalyeye bıraktı narin bedenini. Vücudunu esir alan titremeye karşı koymaya çalışsa da başaramadı. Onun bu korkmuş halini gören yaşlı cadı da telaş içinde bir bardak suyu kıza uzattı ve birkaç yudum alıp, rahatlamasını bekledi. Cadı güçlükle ağzına aldığı iki yudumu boğazından gönderirken hala büyük bir kısmı su ile dolu olan bardağı hemen yanında duran masaya bıraktı. Dünyalar tatlısı babaannesi, yetmiş yıllık hayatın izlerini taşıyan, kırışmış, yumuşak elleri ile küçük kızın ellerini çevrelediğinde vücudunun ne kadar soğuk olduğunu o an fark etti, cadı. “Ne oldu küçüğüm?” Babaannesinin güven veren sıcaklığı, ellerinden bütün vücuduna yayılmaya başladığında Alkyone de gördüklerini anlatabilecek gücü buldu kendinde ve hiç vakit kaybetmeden ince dudaklarını lanetli kelimeleri serbest bırakmak için araladı.
“Babaanne bir şey gördüm. Etraf çok karanlıktı… Bir sokak vardı…” Bu zırvalıklara ihtiyaç yoktu. Cadı, gözlerini kapatıp başını sağa sola salladı ve direk gördüğü şeyi sesli bir şekilde dile getirmek için hazırladı kendisini. Birkaç dakika önceki hali göz önüne alındığında kar kadar soğuk, buz kadar keskin bakışları ve bakışlarıyla bütünleşen ses tonu şaşılasıydı. “Babaanne, birisi annemi öldürüyordu.” Yaşlı cadının yüzündeki kadim kırışıklıklarla bütünleşen şefkatli bakışları, yerini ciddiyete ve şaşkınlığa bırakıyordu. Beliren her kehanet mutlaka gerçekleşecek diye bir kaide yoktu. Alkyone de bundan cesaret alırcasına tekrar konuştu.
“Bu kehanetin gerçekleşmeyeceğini söyle babaanne.” Seçmen şapkaya başvururken kullandığım rpnin ilk kısmı, yeterli olacağını düşünüyorum. Okunduktan sonra silinirse sevinirim, teşekkürler.
| |
| | | Adrasteia Quiwen
Mesaj Sayısı : 2016 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : He is like a cage, Richard.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü C.tesi Mart 24, 2012 3:28 pm | |
| | |
| | | Doroteya Sergeyevich
Mesaj Sayısı : 67 Kan Durumu : Safkan. Yaş : 31
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Perş. Mart 29, 2012 12:11 pm | |
| Ad Soyad: Doroteya Sergeyevich İsteme Nedeni: Karakterin kurgusu aslında kısaca yeteneğiyle alakalı. Bunun için zaten dükkan alımlarına da başvuru yapmıştım. Hogwarts sonrası genellikle Muggle'ların bulunduğu kalabalık şehirlerden birinde geçimini işlettiği fal eviyle sağlayan biri. Kısacası büyü gücünü ticarete dökmüş. İstediği Yetenek: Görücü. Örnek RP:
- Spoiler:
Afritab bir kez daha asumanı terk ederken, gecenin bekçiliğini yapan yıldızlar bir kandil edasıyla asumanı süslemeye boy göstermişti. Gece peşinden sürüklediği sükuneti, kainatın dört bir yanına dağıtmışçasına sessizliğe bürünmüştü cadının ofisi. Bir hayalet kasabayı anımsatan ofisin duvarlarını süsleyen raflarda ki yazıtlar ve biblolar aslında pek çok büyücünün bildiği eski voodo eşyalarındandı. Fakat pek çok Muggle yalnızca bu tip objeleri eski hurdalar olarak adlandırırdı, cadının ne zaman aklına gelse yüzüne yerleşen kısa tebessümün ardından yine akhem renkli dudağına konan tebessüm asumandaki yıldızlar misali yok olurdu. Odayı kuşatan mumlar gecenin karanlığına meydan okurcasına titrek ışıklarıyla var gücüyle aydınlatmaya çalışıyordu. Ağır tütsü kokusuna aldırmayarak elinde önünde duran bir dizi iskambil kağıdına kestane rengi gözlerini süzerek baktı, iri çerçeveli gözlüklerinin ardına gizlediği kelsin bakışları kimi zamanlar karşısında ki ürkütmeye yetecek durumdaydı. İnsanlarda gördüğü korku ve merakın cadının tek eğlencesi olduğu söylene bilinirdi. Ne zaman ofisinin kapısı açıldığında o küçük zil sesini duysa, içinde ki merak duygusunu dizginleyemeyen başka bir fani ruhla karşılaşacağını biliyordu. Fakat her şeyin cadıya göre belirli bir sıralaması ve düzeni vardı. Tıpkı çevresini kuşatan evrenin insanların gözünün önüne koyduğu fakat kimsenin bakmaya bile tenezzül etmediği küçük ayrıntılar gibi. Lakin pek çok kişi de gözünün önünde olan bu küçük ayrıntıları görmez miydi? Ne komik durumdur ki yine kendisine gelen kişilerin çoğu bu küçük ayrıntıların sırlarını öğrenmek isterdi. Kendisine yönelen huzursuz bakışlara aldırmayarak kadının seçtiği kartları tek tek açarak göz gezdirmeye başladı. Gördüklerini onu pek şaşırtmamıştı, ters duran ay ve para kraliçesi karşısında duran aksi kadının durumunun düzelmeyeceğine işaretti. Cadının bunu anlayabilmek için aslında önünde duran iskambile bile bakmasına gerek yoktu, lakin gelecek için açtığı kartta güneş çıkması huzursuz Muggle’ın yaşamına aydınlık getireceği anlamındaydı. Sesindeki ciddi ve karamsar tonu koruyarak, kendisine yönelen bakışlara gözlüğünün altından bakarak yine klasik kendinden emin bir eda ile karşısında ki Muggle’a geleceği hakkında lafız etmeye başladı. "Peşini bırakmayan karanlık seni takip etmeye devam edecek, taakii sen yaptığın hatanı kabullenip her şeyi en baştan kurmaya çalışana kadar güneş bir daha yüzünü sana göstermeyecek."
"Bunlar sadece boş sözler." Pek çok Muggle’ın yaptığı gibi genç cadının sözlerini dikkate almamıştı kadın. Sadece kartlardaki resimlerden dizileme bir çift hikaye olduğuna inanıyordu, tıpkı resimli masal kitaplarında ki küçük öyküler gibi, yalnız kendisinin duymak istediği sözleri sarf ediyordu karşısından ki. Heyhat, cadı sanki kadının düşüncelerini okumuşçasına uğursuz bakışlarını dikip kadına çevirmişti. "O zaman neden buradasın Nora? Yoksa kardeşinin öleceğinden mi korkuyorsun? Tüm her şeyin iyi olacağını duymak için mi buradasın. İstediğin buysa emin ol söylerim, fakat gerçekten sadece bu sözler sana yetecek mi?" Önünde duran kartlara artık bakmıyordu, sadece zihninde gördüğü görüyü bir senaryo okur gibi dudaklarından azat ederek anlatmaya başlamıştı. Kadın ise cadıya şaşkın bakışlarla bakınıyordu, lakin şaşkın bakışlarının altında gizlediği öfkeyi görebilmek sessinden de belliydi. "Sen… na- nasıl? O ölmeyecek , sadece bir kazaydı! Üstelik sen nereden bileceksin ki... ahmak falcı."
Kapıda ki tiz çan sesi bir kez daha çalmıştı, açılan kapıdan içeriye ruh misali esen rüzgar mumların alevlerine hafif bir dokunuşla yerinden sarsmıştı. Fakat sarsılan sadece rüzgarla birlikte uçuşan alevler olamamıştı, kadının zihnini kuşatan falcının sözleri öz güvenini de yıkmıştı. Yıllardır asla af dilememiş olan kişiliği ilk defa birisinin yaşamı karşısında yenik düşecek, kendi inancını yok edecekti. *Kurguya uyması için aceleyle yazdığımdan biraz kısa oldu. Ama genel olarak böyle.
| |
| | | Maxim Querta
Mesaj Sayısı : 673 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : Elim Reçel'in dötünde -pardon, cep diyecektim.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Perş. Mart 29, 2012 1:24 pm | |
| | |
| | | Cervená Lox Cadı
Mesaj Sayısı : 51 Kan Durumu : PB Rp Partneri : Hiç olmadı. Özel Yetenek : Görücü. Yaş : 30
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Cuma Mart 30, 2012 9:28 am | |
| Ad Soyad:Cervena Lox İsteme Nedeni: Karaktere oluşturacağım kurgu gereği lazımdır. Ailesinden kalan tek mirası gibi bir şey. İstediği Yetenek: Görücü Örnek RP:- Spoiler:
Ayağa kalkıp aynaya doğru ilerlemeye başladı. Sokak lambasının boğuk ışığı dışında odayı aydınlatan yalnızca ufak bir abajurdu. Karanlık genel olarak hakimiyetini sağlamıştı odada. Aynanın tam önünde, aksini incelerken, ayna önündeki eski not defterine baktı. Çentik attığı sayfalarla doluydu. Nurmengard’da kendini kaybettiği her tarihe birer çentik… Sayfalar neredeyse tükenmek üzereydi. Defteri eline alıp son sayfaya baktı. Sayfanın başında kahverengiye dönmüş kan lekesine dikkat kesildi. Kendi kanıydı, sol elinden damlayıp sayfayı mühürleyen kanı… Bileğinde açılan iki delikten oluk oluk aktığında eline almıştı defteri. Acı duymuyordu, sadece artık düzene oturttuğu günlük aktivitelerinden en önemlisini yapmayı amaçlamıştı. Üç çizginin üzerine bir de yatay çizgi çektikten sonra boşta kalan yere kısa da bir not iliştirmişti. Artık okunmasa da ne yazdığını biliyordu. “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
Bir gece evvel gördüğü rüyanın etkisiyle kendini bilmez halde yazmıştı bu kısa cümleyi. Hoş rüya mıydı değil miydi, onu dahi bilmiyordu. Gündüz kabusuydu belki de. Ancak kabusun bilinçaltından çıkacağını anlayamamıştı. Her neyse. Vampirlerin gümüş zincire vurulduğu odanın zeminindeki kan lekelerini temizlemeye çalışıyordu. Vampirlerin geçemeyeceği büyülü bir duvarın olduğunu bilse de tedirgindi ve gözlerini onlara çevirmekten çekiniyordu. Üstelik kollarını kaldıramayacak güçleri olmadığını bilse de. Koğuş görevlilerinin azlığından dolayı bazı pis işler işkencecilere yaptırılırdı. Dorian bundan haz etmese de boyun eğmekten başka çaresi yoktu. Pis bezi yosun tutmuş kovanın içine atıp ayağa kalkarken eskaza vampirlerden biriyle göz göze gelmiş ve olduğu gibi yere yığılmıştı. Başta gözleri kararmış ve vampirin onu büyülediğini düşünmüştü. Ancak bunun mümkün olmadığını en iyi kendisi bilirdi. Gözlerini araladığı vakit önündeki zincirler yerde sürünüyor ve az önce orada gördüğüne emin olduğu vampirler, koğuşlar arasındaki karanlık koridor boyunca önüne kim çıkarsa yere serip bedenlerini parçalıyorlardı. Dorian başta ne yapacağını bilemez halde donakalıp etrafında şekillenen dehşet manzarasını izledi. Ardından cebinde bulduğu tahta kurşunlu tabanca ve fazla kullanmadığı asasını ellerine alıp yavaş adımlarla koridora çıktı ve gözlerini kapatıp bilmediği bir yere ateş etti. Kurşunun isabet ettiğini sonradan işitmişti. Ancak üstüne gelen hiçbir şey olmamıştı. Bir ses işitmişti yalnızca. “ Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
Gözlerini açtığında her şeyin bıraktığı gibi olduğunu anlayıp derin bir soluk bırakmıştı. Vampirler duvarın öte tarafındaydı. Dorian ise sırt üstü yere serilmişti ve koğuşu birlikte temizlediği adam Dorian’ı sarsaklayıp bir şeyler söylüyordu. Ancak sesi çok uzaktan geliyordu. Kendine geldiğinde adam heyecanla bir şeyler anlatmaya başlamıştı Dorian’a. “Bir şey oldu, elini gözlerine siper ettin ve yere kapaklandın. Ne yaptıysam uyandıramadım. Ancak kısa süre sonra senin çıkardığına emin olduğum ancak esas sesinle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir ses işittim. Kaskatı ve biraz da hırıltılı çıkıyordu. Ya da… Aynen bir robot gibi. Bir cümle sayıkladın. Hiçbir şey aynı kalmayacak mı ne?” Dorian genç adamı susturup ayağa kalktı ve koğuştan dışarı attı kendini. Arkasına bakmamak üzere. Zaten kabustan sonra da izin alıp kendini hapishaneden dışarı atmıştı. Ne yaptığını hala tam olarak hatırlamaz. Ancak deftere geçirdiği o cümlenin neyin etkisiyle yazıldığını asla unutmadı, unutmayacaktı da.
Biraz kısa, gerekirse baştan yazabilirim
| |
| | | Afrodille Mya Lloyd
Mesaj Sayısı : 35 Kan Durumu : Safkan.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Cuma Nis. 06, 2012 8:42 pm | |
| :: Afrodille Mya Lloyd. :: Çatalağız. :: Lloydların soyu bu yani. Rp yeterli olmazsa başka da koyabilirim. - Örnek Rp:
Zihnindeki kaosu durdurmasını sağlayan zehir dolu dumanın görkemli gecenin içinde süzülüşü olduğu gibi, kaşlarının çatılmasını da peşinde sürüklediği aşikardı. Esmeralda'nın ciddiyetle hükümlü bakışları bir kez daha Heaven'ın üzerinde gezindiğinde adeta burnundan soludu zira cadının aldırış etmemekte kararlı tavırları canını sıkmasını sağlamıştı. Yıldızlarının asla barışık olmaması sadece Esmeralda'nın suçu değildi, Heaven'ın da çabalamadığı yıllardır göz önünde duran bir damgaydı. Kulaklarında yankılanan ve adeta aşık olduğu kahkanın sahibi kocasına doğru dönen çehresi, içinde dönen hislerin karmaşıklığında boğulduğunu adeta belli edercesine gözlerine yansımayı seçtiğinde tek kaşı havaya kalktı. Akabinde Slavek'in sarf ettiği sözlerle beraber tazelenen hafızası, Lucilla'nın Monako'da Allisonların yeni Kralının taktim edileceği tören içinde ne kadar güvende olabileceğini canlandırdı kendince. Devamında gelen kelimeler ise küçük bir kahkahanın dudaklarından azat edilmesine şahit olduğu gibi, bakışlarının büyücüyle buluşmasına izin verdi. Ona baktığında yaralı yüreğinin içinde canlanan aşk, milyonlarca saf yağmur damlacığından ibaretti. Kalbindeki yaranın en büyüğünü, ihanet hançeriyle açmayı başardıysa da aşkı bunu bile unutturacak kadar güçlüydü zira bunun farkına varmamak için bir aptal olması gerekirdi. Gerçi aşkın onu acizleştirdiğine inanmasının yanı sıra, teslim olduğu tek şeyin bu duygu olduğunu kabul etmek, güç delisi bir kadın için fazlasıyla zor bir durumdu. Bacaklarının arasına dolanan kusursuz yılanı, avını yok etmeyi başardığı gibi tecrübelerinin verdiği alışılmışlık etkisiyle ardında tek bir iz bile bırakmamıştı. Tüm zarafetiyle cadının, uzun bacaklarının arasında raks etmeyi sürdürürken adeta onu taktir etmesi için can atıyordu zira keskin bakışlarından bunu anlamamak aptalca olurdu. “Teşekkür ederim, tatlım.” Çatal dilindeki tıslaması biçimli dudaklarının arasından sıyrıldığında çehresine kondurduğu muazzam tebessüm, kibre yataklık ediyordu. Onu seçtiği günden beri inanılmaz bir değere sahipti gözünde bu yılan. Bir hayvan değildi Esmeralda'nın gözünde zira her deri değişiminde büründüğü renkler, ne kadar kusursuz olduğunun göstergesiydi. Hatta, kimi zaman Slavek'in onu kıskandığını bile iddia edebilirdi cadı. Ortamı yumuşatmak için adeta debelenen kişinin kocası oluşu bir hayli şaşırılası bir duruma ev sahipliği ederken bunu neden yaptığı ise apaçık ortadaydı. Heaven ve Esmeralda her bir araya geldiğinde muazzam bir kavgayı da peşinde sürüklemeleri artık efsanevi bir olaydı, dilden dile dolaşabilirdi. Bir kez daha bunun yaşanmasını istemeyen, bundan sıkılan taraf olduğunu belli eden kocası, tüm günahlarından uzak, ciddiyetinden yoksun, adeta ortamın neşesi olmak için can atan bir adam rolünü layıkıyla giyinmişti üstüne. İstemsizce titreyen bedeni soğuğu sevdiği halde bunu ifşa etmeyi başarmıştı. Gerçi içinde siyah saten geceliğinden başka hiçbir şey olmayışı, esen meltemlerin onu titretmesine şaşmaması gerektiğine bir işaretti. Üzerindeki kalın palto onu ısıtmak için debelenirken kollarını göğsünde kavuşturmuş, bakışları hala kocası ve kız kardeşinin üzerinde gidip gelmeye devam ediyordu. Aralarında geçen diyalogları dinliyor, bir yandan da kafasında düşüncelerini tartarak bulmacanın boşluklarını tamamlamaya çalışıyordu. Bacaklarının arasından sıyrılan yılan birkaç santim ilerleyip Slavek'in yanına doğru gitmeye yeltendiğinde az önceki düşüncelerini kanıtlarcasına kocasının gösterdiği tutum üzerine yüzüne yayılan sinsi tebessüm kendi ifşa etti an içerisinde. “Okeanos...” Ciddi bakışları, ne anlatmak istediğini adeta vurguladığında annesinin sözünü dinleyen küçük bir çocuk gibi geri çekildi yılan. “Bu kuzgun kadar kara gecede her çeşit avı bulabileceğine inanıyorum bebeğim, hadi...” Yılan kıvrak bir şekilde ilerlemeye başladığında yavaşça büyücünün yanına doğru çöküp saçlarını geriye savurdu. Görkemli ay ışığı yüzünü aydınlatırken, bakışlarını Heaven'a çevirdi zira ona baktığında hissettikleri karmaşıklığın resmiydi. İçinde ona barındırdığı sevgiyi bir kez bile tamamen gösterememişti biliyordu lakin elinden gelen her şeyi yapmıştı zamanında. Ama Heaven, Esmeralda'nın ondan uzak olması için varını yoğunu feda etmişti düşünmeden. Pes etmeyen ve istediğini almakta üstüne olmayan cadı, ilk defa pes etmiş, Heaven'ın peşinden koşmaktan yorulmuştu keza yıllarca çektiği vicdan azabı onu günden güne öldürürken, Heaven'ın sırt dönüşüne kendini kaptırırsa yıkık dökük ruhundan bir tutam dahi eser kalmazdı, biliyordu. Bu durumdan fazlasıyla sıkılmıştı artık Esmeralda. Ne yaparsa yapsın, ondan bir karşılık alamayacağını bilmek ise canını yakıyordu lakin bunu sergilememekte usta bir oyuncu olmuştu yıllardır. Heaven'ın her bir tutumu, her bir davranışı Esmeralda'nın birebir kopyası olduğu gibi, büründüğü roller de birebir aynıydı. Birbirlerini tamamlayan iki ruhtu onlar, bu her hallerinden okunuyordu.
- Çatalağız ile ilgili olan kısımdır.
En son Afrodille Mya Lloyd tarafından Cuma Nis. 06, 2012 9:00 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Adrasteia Quiwen
Mesaj Sayısı : 2016 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : He is like a cage, Richard.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Cuma Nis. 06, 2012 8:48 pm | |
| Cervená Lox: Kabul edildi. Afrodille Mya Lloyd: Yeni bir rp koymanızı rica etmek durumundayım. -Koyulan yeni rp dolayısıyla, onaylandı. | |
| | | Pierretta Qixinâ
Mesaj Sayısı : 175 Kan Durumu : - Özel Yetenek : Çatalağız.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Paz Nis. 15, 2012 6:29 pm | |
| Pierretta Qixinâ & Çatalağız. Annesinden ona aktarılan bir özellik ayrıca çatalağızı da çocukluğundan beri biliyor çünkü bunu çok erken yaşta annesi fark etti. Kendi yılanıyla Pierretta'nın konuşmaya çalıştığını gördüğü sırada ve annesi öldükten sonra da onun yılanı Etta'ya kaldı. Yani aile kurgusu ve karakterimin temel kurgusu açısından oldukça önemli. Örnek RP
| |
| | | J. Jimmy Monteiro Gryffindor V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 294 Kan Durumu : Safkan Rp Partneri : Nope Özel Yetenek : Görücü. Yaş : 29
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Paz Nis. 15, 2012 11:20 pm | |
| Ad Soyad: Jeremiah Jeffery Monteiro İsteme Nedeni: Karakterimin kişiliğinin oluşumunda önemli bir rol oynuyor. İstediği Yetenek: Görücülük Örnek RP - Spoiler:
Güneşin nazik bir kız çocuğunu andıran doğuşu üzerine yıllar boyunca kendi ütopyamı kurduğum odamın panjurundan yavaş yavaş sıcak ışıklar giriyor ve bir bölümü hiç acımadan porseleni andıran tenime nüfuz ediyordu. Bu kadar dağınık bir oda da güneş ışınlarının hiçbir şeyin engellememesini garipsesem de uykumun iyice açıldığını ve bilincimin yerine geldiğini anladığımda benim için yeni bir günün daha başladığını kestirebilmiştim. Göz kapaklarımı zorluklarla birbirinden ayırdıktan sonra bir süre yattığım yerden yüzlerce hatıram ile dolu olan odamı incelemeye başlamıştım. Yıllar geçtikçe odam değişiyor, Muffy’nin ve arkadaşlarımın resimleri ile doluyordu. Eskiden asker yeşili olan duvarlar ve dolabım artık kırmızı siyah ve sarı renkleri ile donatıldığı eşsiz bir güzelliğe sahip olmuştu. İster istemez yüzümde oluşan küçücük bir tebessüm ile gözlerimi odanın en tepesine diktiğimde ise beynime bir anda çarpan çok sayıda kıvılcım ile adeta çarpılırken gözlerimin önüne serilen görüntü korkudan yataktan düşecek kadar felaket derecesindeydi. Mavi bir kamyonet ve sokağımızın zeminini dolduracak kadar kan görmek bir an olsa da travma göstergesi yaşatmaya yetmişti. Gözlerimi sımsıkı kenetlemiş halde yerde kıvranırken sonunda gözlerimi meşe ağacı parkenin üzerinde açarken her şeyin normal olduğunu görmem bu olayı ‘kötü bir kabus’ olarak yormama nende olmuştu. Aslında şuan yaptığımın şey kıvılcımların ve görüntünün olabilecek en iyi şeye yormaktı.
Yerden elimle destek alarak ayağa kalktığımda gözlerimi tavandan alamasam da insanlara ruh hastası gibi görünmek istemediğim için karamsar tarafımı bir köşeye çekerek yatağımın örtüsünü düzgün bir kalıp gibi örtmüştüm. Korkudan olacak ki üzerime terden yapışmış t-shirt’ü ve şortu parkenin üzerine kırışık bir şekilde çıkararak yatağımın önünde duran el işi dolabıma yönelmiştim. Ne giyeceğime karar veremez iken küçüklüğümün prensesi olarak nitelendirdiğim en yakın arkadaşım ve hoşlandığım kızın geleceğini düşünerek kırmızı ve siyah şeritlerden oluşan kazağı bulunduğu raftan alarak hızlıca üzerime geçirmiştim. Askıda asılı olan pantolonlardan en uygununu ararken en arkada duran koyu mavi rengini anımsatan kotu askısından çıkarıp hızlı bir şekilde üzerime geçirdikten sonra hazırdım işte. Odamın kapısının yanında duran boy aynasının önüne adımlarımı sürdürürken dağınık saçlarımı ellerimin yardımı ile geri atıp karıştırdıktan sonra doğal görünmesini sağlamıştım. Artık tamamen hazır olduğumu düşündüğümde beyaz tahta kapımın bir casus tarafından vurulduğunu duymak beni biraz da olsa rahatlatmıştı. Kapıyı yavaşça açtığımda ise açık kahverengi ve beyaz tüyleri ile güzelliği ile herkesin bir daha bakmasını sağlayan ve en iyi dostum Muffy kapımın önünde şaşkın bir surat ifadesi ile bana bakıyordu. Elimle ilk önce boynunu sonra da gövdesindeki yumuşak gövdesini sevdikten sonra köpeğin gözüne bakarak ‘’ Sence bugün ona çıkma teklifi etmeli miyim yoksa biraz daha zamanı varmı?’’ diyerek umutsuzca ve cevap veremeyeceğini bildiği halde cevap bekledi ancak olumsuz sonuca takılmayıp nihayet odamın kapısını aralayarak aşağıya inmiştim. Pazar sabahları neden evde aile bireylerinin olmadığına bir türlü anlam veremesem de mavi ve beyaz renkleri ile donatılmış evimde huzurun nirvanasına ulaştığım gerçeğini hiçbir şey değiştiremezdi. Merdivenlerin basamaklarını çifter çifter inerken nihayet evin mutfağına giriş yaptığımda mükemmel bir zamanlama yaptığımı bir kez daha fark etmiştim.
Son basamağı geri de bırakıp zemini kaplayan taşa bastığımda kapının çalması ile bir kez daha heyecanımı bastırma çabalarım ile uğraşırken ürkek bir şekilde kapıya yönelmiştim. Faye’in bu kadar doğru bir zamanlama yapmasına hayran kalmıştım ama bu ilk olmadığı için etkisini kısa bir süre kaybetmişti bile. Sonuçta karşımızda sarı ve turuncu renkleri ile mahalleye renk veren tam karşımızda duran evde yaşıyordu. Kapının eski tip kilidiğini sağa doğru döndürdükten sonra derin bir nefes alarak kapıyı açmıştım. Beline kadar uzanan saçlarını iki yana ayırmış bir şekilde içten gülümsemesi ile ‘’Selam’’ diyebilmişti sadece. Her ne kadar ona söylemek istediğim onca şey olsa da ağzımdan çıkan tek kelimenin ‘’Selam’’ olması onunda aynı hisleri paylaşıyor olma olasılığını arttırdığına inanmıştım. İçeriye davet edercesine kapının önünden çekilip ona yolu açsam da gülen suratı bir anda düşmüştü ve ‘’Sana aslında bir hediye yapmıştım ancak evde kaldı. Hemen getirip geliyorum’’ diyerek kafasına yavaşça bir şekilde vurduktan sonra karşıya geçmek için evin kapısından çekilmişti. Artık onunda bana aşık olduğuna neredeyse eminken kendimi gülmemek için kasıyordum ve onu arkadan izliyordum. Gerçekten benim duygularımın somut karşılığı olabilirmiy di ya da muggle olması bu durumu zorlaştırırmıy dı bilmiyordu ama kulağına işlen fren sesi ile bütün güzel duygularını beyninden söküp dibi belli olmayan bir boşluğa atmıştı.
Bir süre şoku atlatamadığım için gözlerimi yerdeki mozaik desenlerden alamasam da nihayet suratımı kaldırdığımda mavi bir kamyonetin Faye’e çarptığını görmüştüm. Yaşıyor mu diye bakmak istiyordum ancak gördüğüm rüyayı andıran görüntünün gerçek oluşu oraya gitmemi zorlaştırdığı gibi kapıyı kapatmama neden olmuştu. Nasıl olduğuna dair en ufak bir fikrim bile olmaz iken kendimi yatağa atmam bir olmuştu. Kafamda ki karıncalanmanın ve bu kazanın sebebini kendime yorarken içimdeki vicdan azabı duygusu asla susmayacak ve nereye gidersem gideyim peşimi bırakmayacaktı. Artık bir katildim, ya da en azından böyle düşünüyordum. Gözümden dökülen yaşlara engel olamaz iken kafamdaki soruların çoğalması durumumu iyice içinden çıkılmaz bir yere sürüklemişti. Yaşadığım olayın katlanılmaz bir trajedi olduğunu düşünürken nereden bilebilirdim ki aslında yeni bir hayatın başlangıcı olduğunu.
| |
| | | Bjørn Devereaux Ravenclaw VI. Sınıf, Sınıf Başkanı
Mesaj Sayısı : 1279 Kan Durumu : Safkan. Özel Yetenek : Meta.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Salı Nis. 17, 2012 4:15 pm | |
| Başvurularınız onaylanmıştır. | |
| | | Flynn Chadwick
Mesaj Sayısı : 327 Kan Durumu : Melez. Rp Partneri : Dead Girl. Özel Yetenek : Çatalağız. Yaş : 29
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Çarş. Nis. 25, 2012 10:17 pm | |
| Ad Soyad:Flynn Chadwick. İsteme Nedeni: Şöyle ki Flynn'in ailesinde, babasının dedesinden önceki neslin bilinmemesinden şüpheleniyor Flynn ve bir de kendisinin çatalağız olması nedeniyle soylarının Salazar Slytherin'e dayandığını iddia ediyor. Ayrıca yapısındaki sinsilik, patronusu ve evcil hayvanı olan Yeşil Mamba yılanı ile tamamen uyuşmakta ve hareketlerindeki gizlilik de buna elverişli olmakta. Bu nedenle kanında tam bir yılanlık var denebilir ve kendisi, seçmen şapkada belirttiğim gibi her türlü bilgiyi toplama konusunda çabalıyor. Tüm ipleri elinde tutma isteği bir çeşit. Onun yılanlarla konuşabilmesi de bu işi kolaylaştırabilecek durumda. Ayrıca karakterimin temel kurgusunu da bu şekilde oluşturuyor. Annesinin Müslüman bir muggle oluşu ve Müslümanlıkta yılanın kötü sayılması durumu ailesini ve kendisini zora sokmakta. Bu şekilde ilerleyen uzunca bir sebepler yığını. -Ayrıca baba tarafından dedesinde ve babasında var; ancak babası bunun farkında olmadığından ötürü (şu an, kurgusal olarak) kullanamıyor. İstediği Yetenek: Çatalağızlık. Örnek RP: Tık. | |
| | | Bjørn Devereaux Ravenclaw VI. Sınıf, Sınıf Başkanı
Mesaj Sayısı : 1279 Kan Durumu : Safkan. Özel Yetenek : Meta.
| Konu: Geri: Çatalağız & Görücü Cuma Nis. 27, 2012 6:00 pm | |
| | |
| | | | Çatalağız & Görücü | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|