Kötürüm İyileşiyorBulutların ayı kapattığı ışıksız bir gece küçük kasabanın yerini adeta ispiyonluyordu. Hafif hava akımlarının kol gezdiği etrafta, otlar ve ağaçlar birbirlerinin el verdiğince sallanıyor gecenin karanlığına tempo tutarak belki de kendilerinden habersiz, olanlardan habersiz yaşamaları için zamanın akıp gitmesini izlemekteki görevlerine kaldıkları yerden devam ediyorlardı. Yer yer bir iki gece kuşunun ötüşü karanlığı birkaç genlikli dalgalarla yarsa da onlar bile bu tiz sesleriyle gecenin yoğunluğu ve kulakları adeta sağır edebilecek derecedeki sükunetini uzun süreli bozamıyorlar sonrasında ise sanki çaresizmiş gibi seslerini kesiyorlardı.
Derin karanlığın içinde bir yarık; sanki koca deniz ortasındaki bir ada parçası gibi, uzaktan bakıldığında bir nokta, yaklaşıldığında ise koca bir daire.... Burası Fransa'nın Lyon kentinde küçük bir kasabaydı. Pek popüler olduğu söylenemez, bir iki çiftinin ve emekli yaşlının bir araya gelip oluşturduğu bir yerdi aslında. O kadar küçük olmasına rağmen insanlar birbirleriyle hiçbir zaman içli dışlı olmamış aksine bazen birer merhaba demeyi esir olmuştu. Anlaşılacağı üzre köy içinde bir şehir hayatı.
Etrafı uzun taş duvarlarla çevirili adeta kale havası verilmiş bir malikane benzeri evde olanlardan herkes habersizdi. Tabi St. Mungo'nun en iyi şifacıları hariç. Talihsiz bir kaza sonucu kötürüm olmuş karı koca şifacılar tarafından ne yapılırsa yapılsın durumlarında bir şey fark edilmiyordu. Ölüm sanki evin duvarlarında kol geziyor, aç mı aç karnını yeni organik formlarla doldurmaya hazırlanıyordu.
"
Son durumu nasıl?" Az önce bahçede cisimlenip içeriye adımını atar atmaz hastalarının durumlarını merak eden şifacı daha önceden eve gönderdiği yardımcısına temkinle baktı. "
Kötü denemeyecek kadar daha kötü." Yardımcı boyun eğer gibi bir ses tonuyla olayı anlatabilecek en hızlı ve anlamlı cümleyi söylemeyi başardığı için bir an koltukları kabardı. "
İsterseniz hemen baksanız daha iyi." Şifacı sadece başını onaylarcasına salladı. İleri atıldı ve merdivenlerden yukarıya çıktı. Arkasından onu yardımcısı takip etti.
Yukarı kata çıkıldıkça burunlara zarar bir koku hissedilmeye başlanıyordu. Şifacı bir kez tereddüt ettikten sonra kendisine bunun için kızdı. İnsan kusursuz bir yaratık değildi, ister büyücü ister muggle olsun ikisi de organik yaşam formuydu sonuçta. Hem kendisini başkalarının sağlığı için adayan birisi olarak bu şekilde tiksinme duyduğu için öfkelendi. Hastaların bulunduğu kapıya geldiğinde hiç durmadan içeriye girdi.
Gördüğü manzara hiç değişmemişti. İki insan-birisi bir duvar kenarında diğer öbüründe- yatakta yatıyorlar ama dünkünün aksine bugün alçıların ve güçlerinin el verdiğince kıvranıyordu. Şifacı her gördüğünde olduğu gibi yine üzüldü. Elinden gelen her şeyi yapmıştı ama sonuç alınamıyordu. Bu iki hasta hayatı boyunca gördüğü en umutsuz vakaydı. Büyü aleminde buna bir çözüm olup olmadığını bile araştırmıştı ama orada bile kesin bir yanıt bulamamıştı. Bu sanki büyük bir lanetti. Saçma bir araba kazasıyla iki büyücünün üzerine salınan çok uğursuz ve karanlık bir lanetti. Sanki her geçen zaman gittikçe canlı canlı ölüyorlar, aynı zamanda bunun da farkındaymışlar gibi bakıyorlardı. Cadı hafifçe kıpırdandı. Yüzünü kapıya, şifacıya çevirdi. Şifacı onunla göz göze geldiğinde içindeki duygular birbirlerine karıştı. Sonsuzlukta kaybolan maddeler ve yerini alan parlak gümüşi renkteki dumanlar... Bu kesinlikle fırtınanın tanımıydı. Cadı bir şey mırıldanmaya başladı. Şifacı yanına gitti, başını usulca eğdi kadının artık yüksek sesle konuşmak için bir nedeni kalmadı. Aslında yüksek sesle konuşabileceği bir meçhuldü. Şifacı onun kalp atışını bile duyuyordu. Cadı kesintili kelimelerle cümleyi bir araya getirebildi. Çok az şeylerdi ama anlamı büyüktü. Şifacı başını kaldırdı ve ikisine de sırayla baktı. Yardımcısını çağırdı ve ona artık işinin bittiğini ve St. Mungo'ya dönmesini söyledi. Yardımcı ilk başta tereddüt eder gibi oldu ancak sonrasında itaat etti. Odadaki bir iki eşyasını topladı çantasına gelişi güzel tıkıştırıp tek kelime etmeden aşağıya indi. Şifacı buharlaşma sesini duydu. Arkasına dönüp kapıyı kapattı. Büyücünün yatağına döndü. Ne yapacağını bilse de tereddüt etmekten kendisini alıkoyamadı. Asasını cebinden çıkardı ve yataktaki büyücüye yöneltti. "
Avada Kedavra!" Asasına hücum eden büyük sihir akısı yüzünden kendisini kaybettiğini sandı ancak sonrasında ortaya çıkan yeşil ışık kendine gelmesine bayağı yardımcı oldu. Asasını cadıya çevirdi. "
Avada..."
Kaderin TesadüfüHarmonik bir şekilde kırılan dal ve kurumuş yaprakların sesi insana ne kadar saat tik taklarını hatırlatır. Saatin kadranı karanlık yelkovan ve akrebi ise ulu ve suskun ağaçlar olmuş. Bu garip saatti.
Karanlık Orman'da yürürken bunları aklından geçiren büyücü Alexandre Leal Markey'di. Bir haftaya yakın bir süredir eve, anne ve babasını görmeye gitmek için çabalıyordu. Hep bir engel çıkmıştı nihayetinde. Önce sınavlar sonra direnişteki işler en son olarak da okuldaki güvenliğin maximum düzeye çıkarılması. Bu iyi bir şeydi ancak Alex şimdi düşündüğünde katlandığı her sıkıntı yüzünden bu uygulamaya lanet ediyordu. Annesi ve babasını bir haftadır yalnız bıraktığı için kendinden utandı. Kaza yaptıkları ancak durumlarının iyi olduğu haberi bir baykuşla kendisine gönderilmişti. El yazısını çıkaramamıştı, annesinin değildi babasının hiç hiç değildi çünkü yazıda "
z"ler düz bir şekilde yazılmış ortasına hiçbir çizgi çizilmemişti. Babası ise her zaman
z'lerini ortasından çizgi çizerek yapardı. Ondan Alex'e geçen bir diğer özellik de buydu.
Alex ormanda ilerleyebildiği kadar gidecek sonra ise buharlaşacaktı. Planının böyle gitmesi için içinden birçok kez dua etti. İstediği tek şey buradaki yaratıklardan herhangi bir saldırı almamaktı. Daha önceden defalarca burada bulunmasına rağmen temkinli davranmalı mecazen, attığı adımı görmezse uçurumu boylayabilir, bu da çok dramatik bir son olurdu. Alex, dramı hiç sevmemişti zaten.
Üzerindeki cübbenin etekleri dalgalanırken bir ara havalı hissetti. Bu duygu kısa sürse de tatmin ediciydi. Alex, bir iki ağaç daha geçince yavaşladı sonunda durdu. Fazla yerinde beklemeden gözlerini kapattı evini düşündü, odaklandı.
Küçük bir hışırtıyla evlerinin ön bahçesinde gözlerini açtı Bambaşka bir havaya merhaba dedi. Alex o kadar mutluydu ki dünyadaki en büyük büyücüden daha büyük hissetti kendisini. Hemen harekete başladı. Bahçeyi bir iki adımla geçip kapıya geldiğinde durdu. Kapıyı küçük bir asa hareketiyle açmayı denedi ve başardı. Babasının burayı korucu büyülerle donatmamasına şaşırmıştı. İçeriye gireceği sırada duyduğu gök gürültüsü benzerindeki ses durmasına neden oldu. Yukarı kat penceresinden aniden gelen yeşil ışık sanki tüm sinir ve duygularını harekete geçirmişti. Sanki onlar yeşil ışığı görmüş ve anlamının ne olduğunu biliyorlarmış gibi hissettiriyorlardı. Alex aniden ileriye atıldı. İçeriye girdi merdivenlere yöneldi. Etrafın farkında değildi, evini özleme duygusunun ise hiç... Basamakları adeta hoplayarak çıktı, çıkarken cübbesinin sol iç cebinden asasını çıkardı. Üst kattaki tahmin ettiği odaya geldiğinde durakladı. Kapıyı aniden açtı. Açılan kapının içerisindeki görüntü midesini bulandırdı. Babası anlında büyük bir kan iziyle yatakta yatıyordu. Tahmin ettiğinine üzre ölmüştü. Alex başını annesine çevirdi. Çevirmesiyle annesinin yatağının başındaki adamın asasını annesinin başına yönelttiğini algılaması bir saniyesini aldı. Adam sanki bir büyünün ortasında kalmış gibiydi. Alex adeta yerinde mıhlandı kaldı.
"
...Kedavra!"
Kaderin Çarkı Ne Tarafa Döner?Saniyelik bir hız, ışık hızı. Ondan daha hızlı davranabilir misin? Eğer birisi sana ışık fener tutsa ve ışığı yakmak için düğmesine bassa elektrik devresinin tamamlanmasından önce, ışığın sana ulaşmasından önce, yere eğilip ondan muaf olabilir misin? Peki ya bu işi daha karmaşık hale getirecek olursak başkasına tutulan fenerin bu işlemleri tamamlamadan önce o kişiyi ışıktan koruyabilir misini? Alex koruyamadı. Sadece olayları kavrayıp büyü tamamlanmadan önce kapının önünde durmuş büyük bir haykırışla elini zamanı durdurmak için ileriye annesinin başucundaki adama uzatmaya çalıştı. Karanlık bir yeşil ışık odayı alıp verdi. Tüm renkler sanki ışıklar sönmüşcesine etrafa yaydıkları dalgalarını yitirmişlerdi. Her şey şuan yeşil ışık filtresinde kalıyordu. Alex'in algı mekanizması da buna dahildi.
Işık söndü. Beraberinde bir hayatı da söndürdü. Alex'in gözünden usulca bir yaş yanağında süzüldü. Gırtlağından bir hışırtı gelirken dizlerinin üzerine çöktü. Başını yere eğdi. Sanki kulağında birisi matem ninnisi tutuyordu. Yavaşça başlayan ve giderek uzatan bir kadın sesi tınısı. Sonrasında ise sanki bir senfoni orkestrası çalabildikleri en hüzünlü senfoniyi çalıyorlar, keman yayları kemanlar üzerine her kayışında ağlıyordu.
Yere bakan Alex'in görüş mesafesine iki tane makosen girdi. Adamında da burada olduğu unutmuştu. Ailesinin katili! Şimdi de onu mu öldürecekti? Belkide Alex yere bakadursun o çoktan asasını yaptığı gibi başına doğrultmuş ve büyüye başlamak için doğru zamanı bekliyordu? Belkide Alex'in gözlerini ona çevirmesini ve öldürürken ki sadist kompleksini tatmin etmek için bekliyordu.
Niye şimdi adam hafif takırtılarla yanından geçip gidiyordu? İlerleyen ses. Gitgide duyulmayan, sırra kadem basan. Sonrasında daha net duyulan. Merdivenlerden iniyor. Sonrasında ise hiç duyulmayan.
Alex hemen ayağa kalktı. Koridor, merdiven ve antre üçlemesini saniyede geçti. Soluk soluğa kalmıştı ama bu koşmasından değil intikam almanın vereceği tatminkar duygusuna özlem içindi.
Adam işte orada, bahçenin ortasında duruyordu. Alex onun hemen buharlaşacağını anladı. Giriş kapısından koşarak ona doğru giderken asasıyla havada yarım daire çizdi ve adama doğru savurdu. Şimdi bahçe adama giden uğursuz ışık yüzünden aydınlanmıştı. Işık adamın göğsüne isabet etti ve buluşma anından sonra adam geriye doğru ne olduğunu anlamadan sayısızca takla attı. Sonunda bedeni yerle bir olduğunda kemiklerinin birkaçının hasar gördüğünden şüphelenmek işten bile değildi. Adam daha kendisini toparlayamadan Alex onun yanına varmıştı bile. Cruciatus lanetinin nimeti büyük haykırışlar adamdan bahçeye doluyor Alex içinde garip ve hakimiyet duyguları hissediyordu.
Ne kadar zaman geçti? Adam için zaman durmuştu belki acından ancak Alex için çabuk bitti. Asasının harap olmuş adamın göğsüne doğrulttu. Yeşil ışık çakması saniyelik gerçekleşti. Adam artık boşlukta yardım arıyordu boş gözlerle.
Çark Dingilden Çıkarsa Steward Thurstan St.Mungo'ya geri dönmüştü dönmesine ancak aklı şifacıda ve daha da önemlisi yardıma muhtaç insanlarda kaldı. Hayatı boyunca gördüğü en kötü durumun içindeydi onlar. Tanrının onlara yardım bahşedeceği tartışılırdı zira şimdiye kadar bu kadar sefalet içine düşmelerine izin veren bir Tanrı neden yardıma yanaşacaktı. Nasıl olsa insanlardan çok vardı dünyada. Bir Tanrı gibi düşünmek olanaksızdı. Şayet bunu hiçbir varlığın alamazdı. en azından Stew'in düşüncesi buydu. St. Mungo her zamanki gibi bir sürü hasta ve rahatsızlarla dolu her koridor başında garip sihirbaz ve cadılar mevcuttu. Kimisinin gözleri dışarıya sarkmış birisinin yüzü bakılmaya yürek dayanmayacak kadar irinli büyük yaralarla kaplı bir diğeri cisimlenirken septirmiş, kolunun birisi yok. Kanama durdurulmuş ancak daha ileriye gidemedikleri için şifacıların kolunu yerine getirmesini sağlamaktan başka çaresi yokmuştu.
Neyse ki bugünlük Steward'ın işi bitmişti. Bugün onun için özel bir gündü. Sevgilisi Mathilda'yla güzel bir akşam yemeği yiyecek ve sonrasında belki evde birer kadeh ateş viskisi devireceklerdi. Sonrası ise malum. Onunla evlenmeyi düşünüyordu. Ancak işi yüzünden bir türlü teklif etmek için zaman bulamıyordu. Kafasına bir sonraki buluşmalarında bu konuyu açmak için kendisine bir not yerleştirdi. Stew kendi bölümüne geldi ve odasının kapısını açtı. İçeriye girdiğinde Marhilda karşıdaki koltukta oturuyordu. Bu ona büyük bir sürpriz oldu. Ayağa kalkan güzel cadı Stew'in kollarına kendisini bıraktı. Bir süre öpüşmeleri onların dertleşmeleri oldu. Sonrasında nefes almak için durduklarında ikisi de birbirlerine içtenlikle gülümsedi. Sevgileri hiç bitmeyecek gibiydi. Aralarındaki arzu kadar sanki denizde su yoktu. Bu aşktı işte . İki taraflı bencillik.
Stew elindeki çantanın içindeki bir takım iksirleri çıkarıp dolaba yerleştirirken Mathilda yanına gelip ona yardım ediyordu. Stew ona gününü sordu. "
Bakanlıkta işler nasıldı? Bir vak'a var mıydı?." Marhilda bir seherbazdı. "
Her zamanki şeyler. Olağanüstü bir şey yok. Bir iki intihar olayı, bir tane rehin alıkoyma bir iki de Diagon Yolu soygunu.." Mathilda bunlardan alışılmış sıkıcı şeylermiş gibi bahsediyordu. Bu ifadesini Stew çok seviyordu. Kendisine gününü sorduğunda Mathilda'ya daha önce anlatmış olduğu talilsiz karı kocanın bugünkü durumlarını kısaca özetledi. İkisi de bir ara durup onların acılarını paylaştır. Aralarındaki sessizliği Stew'in lanet etmesi bozdu. "
Lanet! Not defterimi orada unutmuşum.." Marhilda bir şey anlamadı. "
Nerede?" "
Markeylerin evinde. Her şeyim onda kayıtlıydı. Hastaların durumları, yapılacaklar... Tam da yemeğe çıkacağımız anda böyle bir şey..." Stew sinirden köpürdü. Böyle bir unutkanlığı nasıl yapabilirdi. "
Tamam bak ne diyeceğim yemeğe geçmeden önce Markeylere gider ve defteri alırız. Sonra da baş başa güzel bir yemek yeriz." Mathilda'nın teklifi geri çevrilemeyecek kadar tahrik ediciydi. Stew yavaşça başını salladı. Siniri yatışmıştı. Mathilda tam aradığı bir cadıydı. Onu kaçırmaya hiç niyeti yoktu. Belki evlenme konusu birazdan yiyecekleri yemekte açardı. Odadan dışarıya çıktılar, buharlaşmak için acil giriş bölmesine doğru yollandılar.
Görücüler hariç gelecekle ilgili haber alabilen bir insan henüz mevcut değil. Herkes geleceği gelişi güzel yaşar. Tabi çalışarak kendi geleceğini oluşturanlar sadece gelecekle ilgili küçük tahminlerde bulunabilir. Onlar bile bulundukları tahminlerin tam olarak gerçekleşmemesinden için için yakınırlar. Yani gelecek hep bir gizem olmuştur. Tıpkı geçmiş gibi. İnsan çok noksan bir varlıktır. Öyle şeyler vardır ki bazen gördükleri şeyler bile gerçek değildir. Onlar ise öyle sanırlar. Steward ve Mathilda da görücü olmayanlardı. Akşamki büyük bir heyecanla bekledikleri yemek belki bugün hiç yenemeyebilir, küçük bir not defterinin onlardan koca bir akşamı nasıl çaldığını öğrenebilirlerdi. Alex ise bahçede, Şifacı Austin'le cruciatus laneti aracılığıyla meşguldu. Belki de erken intikam almak çok saçmaydı. Daha ne olup bittiğini tam anlamıyla öğrenmeden harekete geçmek. İşte onun zaafı da bu oldu. Ne de olsa intikam, Alexandre Leal Markey'in yaptığının aksine soğuk yenen bir yemekti.
Seherbaz Mathilda ve şifacı yardımcısı Steward Markeylerin bahçesinde cisimlendiklerinde karanlıkla karşılaşacaklarını sanarak yanılgıya düştüler. Aralıksız çığlıklar ve ışık patlamaları önce afallamalarına neden oldu sonra ise Mathilda büyük bir soğuk kanlılıkla asasını çekip sesin kaynağını araştırmaya başladı. Arkalarından, bahçenin diğer tarafından geliyordu. İkisi de harekete geçip büyük bir koşturmacaya atıldılar. Işık kaynağını buldular. Tam o sırada küçük bir yeşil ışık çaktı. Ardından acılı ölüm çığlıkları kesildi. Sanki çığlığın kaynağı minnettarlıkla huzura ermişti. İşte oradaydı. Üzerinde öğrenci cübbesi olan bir genç. Tahminen son sınıftı. Mathilda'yla bir ara göz göze geldiler. Mathilda gözü dönmüş caniye sersemletici gönderdi fakat uzaklık hesaba katıldığında çocuğun kaçması olasılığı yüksekti. İşte küçük bir gürültüyle bu olasılığın tuttuğu anlaşılıyordu. Sersemletici duvara çarpı ve küçük bir sesle yoktu. Stewrd hemen duvarın dibinde hareketsiz yatan adama koştu. Yaklaştığında ise içinde filizlenen duyguya isim veremedi. Ne hissettiğini bilmiyordu. Daha önce hiç böyle bir şekilde birisinin öldürülmesine tanıklık etmemişti. Onu resmen hayattan soğutmuştu. Hele o bağırışlar. Kaç yıllık patronu, ona buyur eden ama hep bir gurura saygıyla yaklaşan patronu şimdi sefil bir hal almış, kolları ve bacakları ayrık yerlere çevrilmiş öylece yatıyordu. Stew ona doğru eğilip sessizce ağlamaya koyuldu.
Mathilda'nın burada olması bir tesadüf müydü? Bu kadar büyük bir tesadüf kabul edilemez, resmen kader olarak adlandırılabilirdi. Mathilda bazen Tanrının gerçekten herkes için bir planı olduğuna kalpten inanıyordu. O sayılı anlardan birisini ise şuan tüm canlılığıyla yaşamaktaydı. Asasıyla havayı kırbaçladı. Çıkan şekilsiz gümüşi varlık havaya ışık hızıyla gitti ve gözden kayboldu. Bu seherbaz bürosuna haber ulaştırabileceği en hızlı yoldu. Buraya ulaşmaları 5-6 dakikayı alabilirdi. Mathilda her şeye karşıt tedbirli bir durum aldı ve Stew'in yanına onu teselli etmek için gitti. Bu akşam için planladıkları her şeyin dışında bir şey yaşıyorlardı. Bu bir kaderdi.
----------------------------------------------------------------------------------
Gelecek Postası
Markey Dramı
Fransa'da yaşayan ve başlarına gelen bir araba kazasının ardından sakat kalan büyücü Lucas MARKEY ve cadı Alexis MARKEY dün gece saatlerinde oğulları Alexandre Leal MARKEY tarafından katledildi. Seherbaz Bürosunun araştırmaları sonucu üzerine öldüren lanetin uygulandığı saptandı. Hogwarts Cadılık ve Büyücülük okulu Ravenclaw Binası son sınıf öğrencisi olan zanlı Alexandre Leal MARKEY her yerde aranıyor. Bakanlık hakkında olağanüstü arama başlatan cani büyücü ortalarda yok. Gelecek Postasına gelen sabahki bilgilere bakılırsa zanlı okuldan atılmış. Eşyaları Seherbaz Bürosuna arama çalışmaları için teslim edilmiş. Zanlının o gece katlettiği kişiler arasında ailesinin yanı sıra St. Mungo Sihirsel Hastalıklar ve Sakatlıklar Hastanesinin Şifacılarından olan Austin Karley da var. Hayatını kaybeden değerli vatandaşlarımızı saygıyla anıyoruz. Aile katili olan caniyi ise lanetliyoruz. Gazete ekinde resmi mevcut olan Alexandre Leal MARKEY'in yerini bilen ya da herhangi bir yerde gören vatandaşlarımızdan bakanlığa en kısa sürede bilgi vermeleri için rica ediyoruz. | Sarah Charlot|Dipnot. Kurguda geçen olay karakterin kurgusundan bağımsızdır. Ayrıca başka sitelerde başka isimlerde rastlanılabilir. Herhangi bir kuşkuda kafalardan soru işaretlerini silebilirim.
Dipdip not: Ravenclaw alımlarının kapanıldığı söylenmiş. Ancak isteklerim doğrultusunda çelişiyor. Rav olursa sevineceğimi arz etmek ile kalmayıp alımlar açılana kadar bekleyebileceğimi de söyleyeyim. Tabi ki bekleyeceğimi haber verirseniz iyi olur. Teşekkürler...