Gwindor Elenasse
Mesaj Sayısı : 2088 Kan Durumu : .
| Konu: Gwindor Elenasse Salı Ocak 31, 2012 6:58 pm | |
| Ad ve Soyad: Gwindor Elenasse Kişisel Özellikleri: Ailesinin içinde en sessiz o olsa da arkadaşlarının yanında da hiç durmadan konuşabileceğini hissetmektedir. Anlatacak o kadar çok hikayesi vardır ki. Çoğunu da kendisi yaşamıştır. Nedense kimsenin de ona inanmak gibi bir isteği yoktur. Ne yani, diğerleri bir ejderha görmemiş olabilirler ama Gwin onlardan biriyle karşı karşıya geldi, hem de büyükbabasının bahçesinde. Hiçbir zaman bir maceradan geri kalmaz. Birisi kural ihlali mi dedi, tamam, Gwindor oradadır. Seviyor, yapabilecek bir şey yok. Etrafında ne kadar fazla insan olursa olsun, onun için belli kişiler değerlidir ve onlar için hiç düşünmeden tehlikeye atılabilir. RP Örneği: - Spoiler:
Karanlık - Bölüm 3 - Bilgi Güçtür
Kaçırdığı son çağrının üzerinden geçen yarım saatte Gabriel, sadece uykusundan uyanabilmiş ve banyonun yolunu tutmuştu. Geçen gecenin anılarının yok olması için birkaç tane uyku hapı içmiş, onlardan önce de biraz vodkayla sarhoş olmayı denemişti. Hepsinden önce de birkaç saat banyo yapmıştı. Hiçbirinin bir yararı olmadığı açıkça görünüyordu şimdi. Tuvaletteki aynada kendini incelemeye başladı. Genç yüzü, yeni uyandığı için biraz şişmişti. Kahverengi gözlerinin etrafını mor halkalar çevrelemişti ve birkaç gün aralıksız uyuması gerekebilirdi, normale dönebilmesi için. Aslında normalin ne olduğunu bile unutmuştu. Musluğun soğuk bölümünü açıp ilk önce ellerini yıkadı. Akan suyun yeşile dönüşmesini bekliyordu, safça. Öyle olmadı. Anılar hala yerli yerinde duruyordu, tabii ki. Yaratığı ve yaratık yumurtalarını hatırlayıp, birkaç tane kırışıklığa neden olacak şekilde yüzünü buruşturdu. İğrençti, diye düşündü. Birleştirdiği avuçlarında biraz soğuk su biriktirip yüzüne çarptı. Serinlik, rahatlatıcıydı. Belki de güzel bir yaratıkla tanışır ve görünüşümle onu etkilerim, diye düşündü, darmadağınık olan kahverengi saçlarını düzeltmeye çalışırken ama sonra vazgeçti, düzelecek gibi değillerdi.
Bir nebze de olsa kendine geldiğini düşündüğünde banyodan çıkıp dolabına doğru yöneldi. Kirlileri artık makineye atmanın vakti gelmişti. Neyse ki, koyu bir kot pantolon ve siyah bir tişört, temizlerin arasında Gabriel’ı bekliyordu. Giyindikten sonra yatağının yanındaki masadan cep telefonunu aldı. Birkaç tane cevapsız arama ve bir tane de mesaj vardı. Cevapsızların hepsi Vasya’ya aitti. Vasya’nın kendisini bu kadar çok aradığı görülmüş şey değildi. Kızın numarasını tuşladı. Karşı tarafın açmasını beklerken ekranda beliren kızın gülümseyen fotoğrafına bakıyordu. Daha ilk tanıştıkları gün, yani gerçek anlamda bir şeyler yaptıkları gün, çekmişti bu resmi, birkaç yıl önce. Kızın omzuna kadar gelen kahverengi saçları rüzgarın etkisiyle darmadağınık olmuştu. O zamanlar yaratık avı nedir bilmiyorlardı bile. Sadece ufak bir askeri eğitim alıyorlardı, normal eğitimlerinin yanında. Fotoğrafa birkaç saat daha bakabileceğini düşünürken, Vasya cevap verdi.
“Kaç saattir neredesin?! Herkes seni bekliyor!” Daha tek bir kelime söylemeye fırsat bulamadan Vasya konuşmaya başlamıştı bile. Her kelimesinden sinirlendiği anlaşılıyordu. Zaten sinirlenmiş olan Vasya, bulunduğu gürültülü ortam nedeniyle daha da fazla bağırıyordu.
Gabriel, kızı bu kadar sinirlendirecek ne yaptığını düşündü. Yani, sadece -telefonu kulağından uzaklaştırıp saate baktı, sekizi çeyrek geçiyordu- tamı tamına on yedi saat uyumuştu. Vasya sinirlenmekte haklı olabilirdi yani. Rusça birkaç küfür duydu ama duymazlıktan geldi. Derin bir nefes alıp söyleyeceklerini sıralamaya çalıştı.
“Nereye ve neye geç kaldım acaba?” Yine saçma bir cümle çıkmıştı koca ağzından. Ama bu akşam ne gibi bir planları olduğunu bilmiyordu bile. Kimse düşünceli davranıp, Gabriel’a haber vermek gibi bir hataya düşmemişti. Nasıl olsa, Gabriel her denileni yapmak zorunda olan bir askerdi.
“Komutan Bendtner, yemek veriyor ve herkesin, sen de dahil, burada olmasını emretti. Lanet olsun, Gabriel, temizlikçiler bile burada ama sen yoksun! Temizlikçiler bile!” Vasya, gürültüsü daha az olan bir yere geçmiş olsa bile bağırmaya devam ediyordu.
“Resmi giyinmem mi gerekiyor? Hem, kimse bana yemekten bahsetmedi bile!” Dolabında bir gömlek filan olmalıydı herhalde. Daha önce beyaz bir gömlek gördüğünü hatırlıyordu. Daha önce takım filan almıştı yani. Sesinin tonu biraz artmıştı. Haberi bile olmayan bir şey için azarlanıyordu. Hem, azarlanma yaşını geçeli çok olmuştu.
“Telefonuna gelen mesajları bir kontrol etseydin, haberin olmuş olurdu herhalde.” Derin nefesler alıp veren Vasya, biraz sakinleşmiş gibiydi. “Komutan geç kaldı zaten, hemen çıkarsan iyi olur. Ve evet, resmi giyinmen gerekiyor!”
“Bendtner da geç kalmış işte…” Etrafa gülücükler saçan, zayıf ve kısa boylu, yaşlı adamın hiçbir yere geç kalacağını düşünmezdi, Gabriel. Asla geç kalmazdı o adam.
Vasya, cevap vermeden telefonu Gabriel’ın suratına kapattı. Sinirlense de bir şey diyemezdi artık. Gelen mesajı okudu. Daha önce adını duymadığı bir restorana gidiyordu. Büyük ihtimalle yaşlı işidir, diye düşündü, mesajı kapatırken. Dolabının kapaklarını ardına kadar açıp içindekileri araştırmaya başladı. Çok fazla giysisi olmasa da dolap karmakarışıktı, içinde bir yaratık çok rahat bir yuva kurabilirdi kendisine. Birkaç ay önce, yıllık alışverişine çıktığı zaman, lazım olur diye aldığı takım, askılıkta öylece duruyordu. Belki de, kurtlanmış filandır, diye düşünerek temkinli bir şekilde aldı askıyı. Siyah bir ceket, beyaz bir gömlek, siyah bir kravat ve siyah bir kumaş pantolon…
Kıyafetlerini hızla değiştirip saçlarını taradı. Ufak bir düzelme görülüyordu şimdi. Komuta Üssü’nün en üst katındaki odasından çıkıp asansörle otoparka indi. Neredeyse yarım saat sürmüştü bu iniş. B2’deki siyah Dodge Charger’ının kapılarının kilitlerini uzaktan kumandayla açtı. Kravatını biraz gevşetip birkaç saniye bekledi. Anahtarı kontağa yerleştirip motoru çalıştırdı. Motorun gürültüsü otoparkta yayılırken hızla tenha olan caddeye çıktı. Birkaç dakikaya kalmadan mesajda belirtilen restoranda olurdu.
Vale, hızla arabayı restoranın otoparkına götürürken, Gabriel, restoranın kapısının önünde birkaç saniye bekledi. Beklediği bu süre boyunca içeriden gelen gürültüleri dinledi. Kalın sesli bir kahkaha, resmen şehrin bütün sokaklarına dağılmıştı. Komutan’ın yardımcısı, Shore… Gömleğinin yakasını, kravatını ve ceketini düzeltip kapıdan içeri girdi. Birkaç metrelik, aydınlık koridoru geçtikten sonra bir futbol sahasının yarısı büyüklükteki restorana girdi. Yemek masaları, uzun bir dikdörtgen oluşturacak şekilde birleştirilmiş, herkes rütbelerine göre oturmuştu. Vasya’nın da söylediği gibi temizlikçiler bile oradaydı. Neredeyse yüz kişi toplanmıştı. Kendisine ayrılan yere doğru yürürken etrafta koşuşturan garsonlara çarpmamaya çalışıyordu. Masanın en başında oturan Bendtner’a mahcup bir şekilde gülümseyip Vasya’nın yanındaki sandalyeye oturdu. Vasya, Gabriel’ın üzerine saldırmak üzereydi ki Komutan, sandalyesinden kalktı ve bütün salon sessizliğe gömüldü. Elinde tuttuğu şarap kadehine çatalını vururken, Gabriel da, ortada duran tavuktan büyük bir parçayı ağzına tıkmakla meşguldü.
“Bu akşam, burada toplanmamızın birkaç sebebi var. Büyük Elma’daki dostlarımız, bize şükranlarını sunuyorlar. Gabriel, geçen gece, işini hallettiğin yaratık, New York’ta çok fazla sorun çıkartmış ve birkaç tane avcıyı öldürmeyi başarmış. Tebrikler, evlat!”
Boğazında takılıp kalmış tavuk parçalarından kurtulmak için şarabından bir yudum aldı ama konuşabilecek halde değildi hala. Elinde tuttuğu şarap kadehini kaldırıp, adına tezahürat yapan bütün salonu selamladı. Komutanın yeniden şarap kadehine vurmasıyla Gabriel’ın kadehi de aşağıya indi, yoksa bütün gece zaferini anlatabilirdi. New York’ta ölen bütün insanlar için dua etmeyi de eksik etmedi.
“Bir diğer neden ise; Vasya, artık resmi olarak bir eğitimci! Ve öğrencin de şu anda aramızda.” Bütün salon az öncekinden daha şiddetli bir şekilde tezahüratlar ederken Vasya sadece gülümsüyordu. Gözleriyse çok daha fazla mutlulukla doluydu. Komutan sol tarafına doğru dönüp elini uzattı. Gabriel’ın o ana kadar görmediği ve nasıl farkına varamadığını düşündüğü sarışın kız, Bendtner’ın elinden tutup ayağa kalktı. “Sarah, New York’tan geliyor. Birkaç yıl orada çaylak olarak çalıştıktan sonra buraya tayini çıktı. Sarah, bundan sonra Vasya’nın öğrencisi.”
Salonda bulunan herkes kızı tebrik edip yerlerine oturdular. Gabriel, çok fazla tavuk yediğini düşünüp arkasına yaslanmıştı. Kadehini kaldırıp kızı selamladı. Birinden hoşlandığında genelde olan buydu, ne yapacağını şaşırır, saçma sapan bir cool havaya bürünürdü. Şarabından büyük bir yudum alarak artık tebriklerden sıyrılmış olan Vasya’ya döndü. Başının tepesinde toplanmış saçları ve resmi kıyafetiyle tam bir profesöre benziyordu. Lise yıllarından itibaren devam eden profesör fantezileri canlandı zihninde. Şarabın etkisi mi? Olabilir.
“Çok güzel olmuşsun.”
“Teşekkürler, Gabriel. Sen de çok şıksın. Böyle bir takımın olduğunu düşünmezdim.” Ellerini uzatıp gömleğinin yakasından bir kısmı dışarı çıkmış olan kravatı düzeltti. O bir an bedenleri birbirlerine oldukça yakındı.
“Ve ayrıca, tebrik de ederim, tabii. Özel ders için vaktin var mı acaba?” Boştaki elini saçlarının arasında gezdirdi, utangaç bir çocuk gibi. Vasya, omzuna sert bir yumruk atınca hafifçe inledi. “Çok acıdı ama…” Yüzüne çarpık bir gülümseme yerleştirdi.
“Sana ders filan yok!” Gülümsemeye devam ediyordu genç eğitmen.
Komutan Bendtner, restoranı çoktan terk etmişti bile. Mühim işleri olduğuna emindi, Gabriel, plan proje filan. Diğer herkes de yeniden Vasya’yı tebrik edip restorandan ayrıldı.
“Arabanla mı geldin?” Diye sordu, Gabriel, aydınlık koridordan geçip restoranın kapısına geldiklerinde.
Vasya, daha cevap vermeye fırsat bulamadan önlerinde beyaz bir Audi durdu. Kendi taraflarındaki yolcu camı açıldı. Gabriel, arabaya doğru gelip camdan içeri uzattı kafasını. Sürücü tarafında yirmilerinin başındaki Sarah oturuyordu. Kız, uzanıp başının üzerindeki ışığı açtı. Mavi gözleri, arabanın içini ışıktan daha da fazla aydınlatıyordu. Üzerine giydiği mavi, mini elbise ise gözlerini iyice vurguluyordu. Gülümseyerek arabanın kapısını açtı. Gabriel, bu kıza karşı anlamlandıramadığı ve açıklayamadığı bir şekilde çekim hissediyordu. Kalbinde bir yerlerde, onu çağıran bir şey vardı, bir de beynin içinde kızın sesini duyduğunu sandı. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Ses yok olmuştu.
“Biraz zamanın var mı?” Sanki uzaktan gelen bir ilahi gibiydi sesi. Gabriel’ın bütün vücudunu ele geçirmişti kız, sadece sesiyle.
Gabriel, hızla Vasya’ya döndü. Hala gülümsüyordu, genç eğitmen. Başını hafifçe öne doğru eğip onayladı. “Zaten arabam da geldi.” Vale, Vasya’nın arabasından inip bahşişi aldıktan sonra gözden kayboldu. “Yarın görüşürüz Gabriel.” Uzanıp yanağından öptü. “Ve sen, genç bayan, yarın sabah saat onda, eğitimin başlıyor, geç kalma!” Yolcu kapısından seslenmişti, eski, dominant haline geri dönerek. Gabriel’a göz kırptıktan sonra arabasına binip hızla caddeye çıktı.
“Arabamı üsse göndermem gerekiyor.”
“Hallettim.”
“Nasıl..?” Şaşkın bir şekilde ön taraftaki yolcu koltuğuna oturdu, Gabriel. Yeni yeni çaylaklıktan çıkan birisi için oldukça başarılı gözüküyordu.
“Meslek sırrı…” Göz kırpıp hızla caddeye çıkarttı arabayı.
Radyodan gelen yüksek sesli rock müzik ve ikilinin sessizliği eşliğinde şehrin en yüksek ve boş tepesine gelmişlerdi, on beş dakikada. Genelde bu tepeye sevgililer gelir, romantik bir müzik ve birkaç içki eşliğinde şehrin ışıklarını, gökyüzünü izlerlerdi. Daha sonra başka şeyler de yaparlardı, tabii ki. Sadece yerli dizilerden biliyordu Gabriel bunu. Eh evet, boş vakitlerinde pembe dizi filan izlerdi. Romantik bir ilişkiye sahip olamamıştı hiç. Yani en son, yetimhanedeyken, aşık olduğu kız için mezarlıktan çiçek filan toplamıştı. Asırlar oluyordu neredeyse. Sarah, motoru durdurup anahtarı kontaktan çıkarttı. Müzik susmuştu. Geriye, rahatsız edici bir sessizlik kaldı. Gabriel, yanlış olan bir şeyler hissediyordu.
“Gabriel,” diye seslendi kız, arabanın kaportasına oturmuştu.
“Ne zaman çıktın arabadan sen?” Düşünceleriyle o kadar meşguldü ki, kızın arabadan çıktığını fark etmemişti bile.
“Sana söylemem gereken bir şey var.” Gabriel da arabadan çıkıp kızın yanına geldi. Herhalde, yaratıkla ilgili bir şey söyleyecek, diye düşündü Gabriel. Arkadaşlarının ya da büyük ihtimalle hoşlandığı birinin öcünü filan almışımdır, diye düşündü. Yani başka ne olabilirdi ki? “Ben senin kardeşinim. Yani melek tarafının…”
Melek tarafı?
Not: Yazdığım bir hikayeden yazdım.
| |
|