Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Bilinmeyen Kolay, Bilinen Zor...

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Jean Baptiste Curtis
Ravenclaw V. Sınıf
Ravenclaw V. Sınıf
Jean Baptiste Curtis


Mesaj Sayısı : 83
Kan Durumu : Melez
Rp Partneri : kartallar yalnız uçar derler, ona bakarsan yalnızlık Tanrıya mahsus da diyorlar.
Özel Yetenek : Animagus, kartal.
Yaş : 30

Bilinmeyen Kolay, Bilinen Zor... Empty
MesajKonu: Bilinmeyen Kolay, Bilinen Zor...   Bilinmeyen Kolay, Bilinen Zor... Icon_minitimeC.tesi Mayıs 26, 2012 6:26 pm


Akşama Doğru

Parıldayan güneş etrafı ısıtma derdindeyken yer yer bulutlar önünü ne kadar kesmeye çalışsalar da başarısız oldukları ortadaydı. Öyle ki sıcaklık yükselmiş bazen insanın nefes almasını bile engelleyebilecek dereceye gelmişti. Hogwarts öğrencileri böyle zamanda büyük bir ikileme düşmüş görünüyorlardı; şatonun içinin rutubetten daha serin olduğunu düşünenler, dışarısının açık hava olmasından dolayı daha serin olduğunu düşünenler. Bazı öğrenciler kendilerine bahçede buldukları ağaçların altına atmış küçük gruplar oluşturmuş sohbet ederlerken bazıları da şatonun içinde yatakhanelerinde soğuk bal kabağı suyu yudumluyordu. Jean Baptiste ise bunların hiçbirinde yer almıyordu.

Kapıdan çıkan mavili cübbeli çocuk bahçeye diz duruşuyla yüzeysel bir göz attıktan sonra başı dik ve gülümsemez yüzüyle şatonun kapısından uzaklaşıp köprüye doğru yollanıyordu. Kendisini dışarıya atmış sevimli arkadaş gruplarından bazı üyeler yer yer başını kaldıran yanlarından ruh misali geçen bu çocuğa bakmaktan kendisini alamazken Jean Baptiste adımlarını hızlandırdı ve sonunda köprüye ulaştı. Hogwarts'ın büyülü koruma sınırlarından henüz çıkmıştı ki üzerinden geçen garip akımı hissetti. Sanki bir an için yüzüne soğuk bir hava serindi. Aslında bu bir taraftan da doğruydu. Çünkü Jean Baptste tam olarak Karanlık Göl'e doğru yönelmişti. Büyük su birikintisinden üzerine doğru gelen soğuk hava akımı ferahlamanın bir numaralı yoluydu. Ancak bunu neden hiçbir öğrencinin akıl edemediğini anlamakta güçlük çekmişti. Açıkçası göle yaklaşmasına rağmen bir tek öğrenci bile göremiyordu. Aslında bu gölün kıyısını daha da karşı konulamaz bir hale getirmişti Jean için. Anlaşılacağı üzere Jean Baptiste rotasını çoktan belirlemiş ve yürümesinden biraz bile hız kesmeden devam ediyordu. Birazdan hissedeceği mutluluğu düşünmeye başladı. Bu anı bozabilecek olası şeyler mevcut değildi işte bu güzel bir olaydı.

Ayağının altında ezilen kurumuş dal parçaları ve yaprakların ezilme, kırılma sesleri kulağına geldikçe daha bir hızlı ve güçlü adımlar atası geldi içinden. Ancak biranda hissettiği ani acı afallamasına neden oldu. Yerdeki bir şeye basmamıştı çünkü acı yukarıdan geliyordu. Saçı çok kuvvetli çekilmişti. Hemen cübbesinin sol iç cebindeki asasını çekti ve etrafında hızlıca döndü. Gardını almıştı ve bu eşek şakasını yapana bunu fena ödetecekti. Tabi etrafta kimseciklerin olmayışı ayrı şaşkınlık nedeni olmuştu. Bunun yapan kişi üzerine hayal bozan büyüsü çekmiş olmalıydı. Ancak görünürde hiçbir iz yoktu. Jean daha önce kaç kere hayal bozan büyüsü kapmış, kapan birisinin de ortaya çıkarmıştı. Hiçbir belirtinin olmaması acaba büyücünün güçlü olmasından mıydı? Eğer güçlü bir büyücüyse neden saklanma gereği duysundu? Çelişkiler paranoyasında kaybolmak üzere olan Jean Baptiste saldırganın kimliğini yukarıdan gelen bir ciyaklamadan sonra teşhis etti. Elyon!

Jean Baptiste'in omzuna konan ve keskin pençeleriyle tutuşunu acı verici olan baykuş büyücünün kulağını ısırmaya başlamıştı. Jean Baptiste onun başını okşayıp gülümsedi. "Elyon! Seni yaramaz kuş." Elyon sanki buna karşı çıkar gibi ötüştü. Kanatlarını açıp Jean'a adeta tokat atar gibi çırpıp uçtu. Jean Baptiste geriye döndü ve yüzündeki muzip gülümsemeyi kaybetme çabasına girmeden yoluna devam etti. Ancak başında hissettiği aynı keskin acı yüzünden tekrar durakladı. "Elyon, umarım bunun bir açıklaması vardır." Elyon'un böyle yaptığı daha önce hiç görülmemişti. Jean'a adeta avlandığı bir fare muamelesi yapıyordu. Jean, baykuşun havada tekrar eden dönüşlerine dikkat etti. Bunu daha önce fark etmemişti. Sanki Elyon ona bir şey anlatıyordu. Sanki takip etmesini istiyordu. Ya da Elyon çok kötü bir sendroma tutulmuştu. Acaba kuşlarda da ergenlik çağı oluyor mu diye düşünmeden edemedi? Uzun duraklayışının ardından pes edip onu takip etmeye karar verdi. "Tamam dostum sen kazandın."

Elyon onu anlamıştı ki Jean'ın önüne düştü. Jean Baptiste ona yetişebilmek için koşmak durumundaydı. Ancak merak ve nedeni belirsiz bir adrenalin salgısından dolayı yorulmak nedir şu an için bilmiyordu. Giderek artan temponun aynı sıra Karanlık Orman'ın derinliklerine doğru açıldığını anlaması biraz uzunca bir zaman dilimini meşgul etmişti. Şimdi iki üç metre uzağı anca görebildiği bir mekanda açmıştı gözlerini. Genelde bir sürü hayvanla dolu olduğu bilinen ormanın şimdiki sessizliği göz önünde bulundurulunca birçok insanın sanki seçkin yanlış bilgi kullandığı kanısına varmıştı. Kim buraya gelip hayvan türlerini araştırma zahmetine girecekti ki? Sahi dünya üzerinde o kadar büyük bir bilgi açlığı ve merakını giderme susuzluğunu doyurma arzusu içinde yaşayan birisi var mıydı? Jean Baptiste kendisini örnek gösterebilirdi lakin bu düştüğü gaflete bir örnek ancak olabilirdi.

Sessizlik aslında büyük bir saldırma potansiyeli biriktirmektir. Tüm enerjisini bir araya toplayıp saldırmak. Belki de sınırlarının dışına çokça çıkarak. Doğada her şey birbirlerinin zıt olanından türemiştir. Kadın ve erkek, siyah ve beyaz... Biri olmadan diğerinin olacağından söz bile edilemezdi. Kadın olmazsa erkeğin olamayacağı siyah olmasaydı beyazın da... Bir yerde aydınlık varsa mutlak ki bir yerde karanlık kuytu bir köşe bulunur. Bir yerde sessizlik varsa elbetteki bu sessizlik kaynağından farklı fazda çalışan bir ses kaynağı da mevcut olacaktır. Peki ama bu kaynak neredeydi. Jean Baptiste kafasının içindeki yapışkan sıvıyla çevrili maddeden bunları düşünmesine yarayan elektrik iletimlerini geçirirken gözleri ve kulakları eş zamanlı ancak farklı boyutta ses kaynağını arıyorlardı. Tabi ki bu büyük bir paranoya olabilirdi ancak Elyon'a güvenirdi.

Beklenen ve engellenemeyecek olan nihayetinde gerçekleşti. Biraz uzaktan gelen toynak seslerinin eşlik ettiği cılız bir kadın iniltileri Jean Baptiste'in kanındaki adrenalin seviyesini maximum seviyeye çıkarmıştı. Bacakları büyük bir hızla ileri atıldı. Kolları uçmaya yeltenir gibi aynı anda farklı ileri geri hareketleri sergiliyordu. Jean, hızına her geçen saniye biraz daha sürat katıp ormanın iyice derinlerine indi. Ona ne kadar da fazla yol almamış gibi gelse de biraz sonra ağaçların arasında ilk siluetleri görmeye başladı. Hemen telaşla durup yakınındaki bir ağacı siper alarak saklandı. İlerideki varlıkları hissedebiliyordu ancak bir kadın haykırışları ve hararetli seslerden başka bir şey duyamıyor zaten bunları da anlayamıyordu. En iyisinin tüm cesaretini toplayıp gizlice onlara yaklaşmak olduğu kanısına vardı. Aklını kullanırsa bir ordu bile olsa üstesinden gelebileceğine inanırdı hep. İşte bu da genelde korkularının onun davranışlarını etkilemesine çok izin vermemiştir. Jean Baptiste asasını çekip kendisine hayal bozan yaptıktan sonra ne kadar gözlerin onu seçmesinin zor olduğunu bilse de ağaçların arkasından usulca ilerlemeye koyuldu. Bastığı yeri iyi kontrol ediyordu ki herhangi bir kurumuş dal parçası ya da yaprağın, basınçla ses çıkarmasını ve daha ne olduğu belirsiz grubun yerini fark etmesini göze alamazdı. Böylesi bir hata söz konusu bile olamayacağı gibi hayatını tehlikeye atabilirdi.

Akşamdan Önce

Hogsmeade büyücü köyünün üzerine güneşin ışınlarına kalkan görevi gören bulutlar dolaşırken etrafa verilen hafif alacakaranlık havadaki kasveti ortaya çıkarırken, iki siyah pelerinli büyücünün yanında elleri istem dışı birbirine kenetli gibi önünde duran zarif bir cadı yürüyordu. Onun adı Morgana idi. Kendisi üç gün önce adam öldürme suçundan hüküm giymiş ve Azkaban'da 20 yıl almıştı. Bir cadı olması ve asasız oluşu onu yanındaki çalışanlar için tehlikesiz kılıyordu. Aslında olaylar çok anormal gelişmişti. Şans ve kader kavramlarının arasındaki çizginin inceldiği öyle ki ayırt bile edilmekte güçlük çekildi bir şeydi.

O gece olanlar dışarıdan bakan birisi için sıradan ve kolay gibi görünse de aslında gerçeği bilenler için karmaşıktı. Anlatılması güç, bu Morgana'nın aklanmasının engellemesinden anlaşılabilir. Morgana ve sevgilisi sıklıkla yaptıkları gibi buluşmak istediler. Büyücü, Morgana'ya evine gelmesini baykuşla söylemişti. Morgana ise hemen hazırlanmaya koyulup biricik aşkını görmek için sabırsızlanarak sevgilisi Rick'in evine cisimlendi. Rick'i seviyordu çünkü o çok yakışıklı ve seksiydi. Aslında bu özellikleri dışında beş para etmeyeceğini söyleyebilirdi. Elden ne gelir ki Morgana çoktan ona vurulmuştu. Rick ona bazen iki yüzlü gelebiliyordu. Onu sevdiğini söylerken gözlerindeki ışığı görüp dürüstlüğüne inandırıyordu. Ya da bu durumda çok iyi bir oyuncuydu. Morgana onun evine gittiğinde sevgi dolu dokunuşlar içindeki kelebekleri harekete geçiriyordu. Rick ve o henüz birlikte olamamışlardı. Morgana ondan tam olarak emin olduğunda kendisini ona teslim etmeyi düşünüyordu. Ancak Rick belli ki emeline ulaşamamaktan sıkılmıştı. "Rick, ne yapıyorsun!" Morgana'nın Rick'in yaptığında anlam vermeye çalışan sesi çıktığında sevgilisi onu kolundan tutmuş üzerindeki güzelim gömleğin düğmelerini bir hamlede açmaya girişmişti. Morgana ürperip geri çekilmişti ancak Rick petrol bulmuş pis sömürgeci bir ülke gibi Morgana'nın üzerine abanmıştı. Morgana o zaman her şeyi anlamıştı. Rick'in cinsiyetine oranla beden üstünlüğü vardı. Morgana'nın ise beyin üstünlüğü. Morgana onun hassas yerine tekmeyi geçirip kendisine, koltuktan kalkıp asasını çekmesine fırsat sağlamıştı. Rick iri yapısının getirileri arasında olan sağlamlıkla ayağa kalkıp asasını elinde almıştı. Asayı tutan eli onu öyle sıkıyordu ki sanki tahta parçası birden parçalanıp etrafa kıymık saçacaktı. Rick hırsla asasını cadıya doğru savurmuştu. Çıkan büyünün hızına yetişip onu durdurmak imkansızdı. Morgana büyünün gücüyle geriye uçtu. Yere ulaştığında üzerinde hafif bir rahatlama hissetmeye başlamıştı. Bu duygu onu ele geçiriyor ve gittikçe güçleniyordu. Anında cadı ne olduğunu anladı. Odanın diğer tarafında az önce uçtuğu yerde biricik sevgilisi durmuş ona İmperius laneti yapıyordu. Kolay yoldan isteklerini tatmin etmesi için başvurduğu iğrenç bir durum. Ancak Morgana Tanrıdan başka bir şey isteyemezdi. Rick'in kas gücü vardı ancak büyü gücü Morgana'nın yanından geçemezdi. Morgana odaklanıp laneti geri ittirdi. Şaşıran sevgilisinin bakışlarını üzerinde hissederek ayağa kalktı. Asasını doğrultup Expelliarmus diye haykırdı. Sevgilisine giden laneti izledi. Ancak o sırada olan bir şey şaşırmasına neden olmuştu. Asasından çıkan büyünün rengi beyazken az sonra yeşile dönmüştü. Bu nasıl bir durumdu? Renk tayfının Rick'e çarpmasının ardından Morgana sevgilisinin ruhunun terk ettiği bedeni yerde yatıyordu. Cadı bir süre soluksuz kalmıştı. Şaşkınlık, hüzün ve korkunun karışması duyularını köreltmişti. Öyle ki arkasındaki açık pencereden kaçmakta olan siyah giyimli adamın gitmesini anca fark edebilmişti. Asasını çevirip adama büyü gönderdiğinde artık çok geçti. Geriye sadece parçalanan bir pencere kalmıştı. İşte hikaye buydu. Ancak anlatılması ne kadar kolay olsa da inanılması o kadar imkansızdı. Sonuçta Morgana kendisini kumar işleri ya da herhangi bir şey yüzünden öldürülen sevgilisinin katili olarak hüküm giymiş olarak buluvermişti. Kime söylese anlatsa o oranda sevdiklerini ve desteklerini kaybetmişti. Kısacası Morgana'nın hayatı sönmüştü.


Yeni evine onu götürmekle görevli büyücüler biraz soluklanmak ve dinlenmek için bu küçük büyücü kasabasına gelmişlerdi. Aslında kasabadan neredeyse çıkmak üzerelerdi. Sonunda büyücüler onun kolundan tutup dışarıdan bakıldığında terk edilmiş gibi görünen üç-dört katlı bir ahıra benzer bir yere götürüyorlardı. Kanun adamlarının böylesi kanun dışı gibi görünen bir yerde takılması şaşırması mı gerektiğini aklından geçirirken yanındaki büyücü onu çekiştirdi. İçeriye girdiklerinde pis koku neredeyse burun deliklerini tıkamıştı. Karanlık denebilecek kadar ışıktan yoksun bir yerdi burası. Garip kılıklar etrafta oldukça çoktu. Büyücüler ve o bara doğru yaklaştılar. Barmen onları tanımış ve uzun süreli ahbap gibi selam verip onlara Morgana'nın daha önce görmediği bir içki servis etti. Büyücüler içkilerini uzun yudumlarla içerken yanlarına hayat kadını kılıklı bir cadı yaklaştı. Morgana'ya uzunca süre baktıktan sonra başkan çıkarıcı göğüs dekoltesini büyücülerden birisine yaklaştırdı. Morgana yine düşündü. Aslında buna engel olamadı. Sanki onun laneti buydu. Aslında bu hiçte bir lanet değildi ama aklı onun için bir plan yaptı.

Morgana yanındaki cadının poposuna çimdik attı. Bu kısaca savaş daveti diye algılanabilecek bir hareketti sanki. En azından cadı öyle algılamıştı. Müşterisini kaptırmak istemeyen cadı büyük bir güçle Morgana'nın burnuna yumruk attı. Morgana bunu bekliyordu. Kendisini bilerek olduğu belli olmasın diye temkinle yere attı. Cadı doymamıştı anlaşılan yanındaki büyücülerin ayağa kalkmasında rağmen Morgana'ya ulaştı ve karnına tekme attı. Morgana bunu fırsat bilerek bayılmış gibi kendisini bırakıverdi. Büyücüler anca kalmıştı, cadıyı tuttular. "Artık göz kulak olmanıza gerek kalmadı. İşimize bakacak mıyız?" Cadıdan çıkan sözler Morgana'yı emeline ulaştırmıştı.

Büyücüler iki oda kiralamış, birisinde işlerini görürlerken diğerine de Morgana'yı kapatmışlardı. Morgana baygın numarasına devam etmesine rağmen kapısını kilitlemişlerdi. Cadı gözünü açtığında yan odadan gelen iniltilere kulak asmayıp elindeki ipin icabına bakmaya odaklandı. Odasındaki yatağın etrafındaki demirlerin bir tanesinin başındaki tokmağı elleri arkasında zorlukla sökmeyi başardı. Daha sonra bin bir güçlükle yatak örtüsünden bir parça koparıp tokmağa doladı. Pervazı olmayan pencere yaklaştı ve iniltilerin periyotunu bulup tam yükseldiği anda pencereyi kırdı. Birden durup dinledi ve devam eden sesleri duyduğunda Tanrıya şükür etti. Kırılan cam parçasıyla elindeki halat diye hitap edilebilecek ipi uzun uğraş sonrasında kesti. Birinci katta olmasını büyük şans sayarak kendisini tereddüt bile etmeden aşağıya bırakıverdi. Ölmekten artık korkmuyordu. Aksine ölmesi daha hayırlı gibi bile görünüyordu. Ancak o yinede kanının son damlasına kadar savaşmayı seçti.

Kendisini yerde bulduğunda ağrılarına aldırmadı var gücüyle ormana doğru koştu. Arkasına bir an olsun bile bakamadı. Ormandaki tehlikeleri bir kere bile düşünmedi. Neresi olduğuna dikkat bile etmedi. Sadece koştu, koştu ve koştu. Ta ki kendisini at-adamların etrafını çevirdiği bir anda bulana kadar.


At-adam Konseyi


At-adamlar son zamanlar büyücülerin onların yaşam olanlarına aşırı taciz etmesine karşı önlemler almak üzere bir konsey topladılar. "Karanlık Orman" olarak sıfatlandırılan ve bakanlıkla yapılan anlaşmalar doğrultusunda hangi sebeple olursa olsun ormana girildiğinde bu suçun cezasını vermek bizzat at-adam büyük liderine düşüyordu. Toplanılan konseyde türlü kişnemeler kulakları dolduruyordu. Bazıları kuralı ihlal edeni direk olarak idam edilmesine ve böylece büyücülerin bunu bir daha yapmamasını teşvik edeceğini söylerken daha ağır başlı ve barışçıl olanlar uyarmak ya da ormana bir zarar vermedikten sonra görmezden gelmek gibi ahlak kurallarını aşmadan nazik öneriler ileriye sürüyordu. Ancak son zamanlarda hatırı sayılır derecede huzursuz olan at-adam topluluğu türlerini korumak adına ne yapacaklarını kararlaştırmakta zorlanıyorlardı. Tam bir kaos ortamı hakimdi. Daha taylık çağından yeni çıkmış birisi at-adamları kışkırtmaya başlamıştı. Ona göre kuralları çiğneyen büyücüler kendi yöntemlerine göre cezalandırılmalıydı. Aslında ileriye sürdüğü yöntemler bir at-adamın bile zor dayanacağı işkence olarak adlandırılabilecek şeylerdi. Tabi ki konseydi bazıları ikileme düşmüştü. Bu genç kalplere kötülük tohumları ekmiş ve tohumların çimlenmesi de pek uzun bir zaman almamıştı.

Konseyin hararetli tartışmaları gelen bekçinin toynak seslerini bastırmıştı. Nöbetçi konseyin toplandığı ateşin yanına ulaştığında birden sessizlik ortaya çıktı. Herkes dinlemek üzere kesildi. Nöbetçi boru gibi sesiyle olanları birbir anlattı. Güney tarafında büyücü kasabasına doğru bir tane cadının koşarak ormanda ilerlediğini söyledi. 10 dörtnala ilerde(at-adamların uzunluk birimi, dörtnala koşan genç bir at-adamın 1 dakikada aldığı yol). Korkmayın kampa gelmiyor ama ormanın kalbine doğru koşuyor. At-adamlar bunun üzerine şaha kalkmaya başladı. Hemen silahlandılar. Az önceki kötü fikirleri olan genç şimdi adeta bir misyoner gibi bağırıyordu. "Onu bulalım ve idam edelim. Kanı topraklarımızı sulasın ve sonsuz koruma altına alsın. Artık kimse buraya gelemez o halde." Etraftaki at-adamlar havaya girmişlerdi. Bazı anlaşılmaz naralar atıp yola koyuldular. Aslında bu hızla cadıya yetişmeleri çokta uzun sürmezdi.


Asasız Cadı Maratonu

Morgana tüm gücüyle koşuyordu. Nereye gittiğini bilmeden ne yapacağını düşünemeden. İlk kez aklının onun için bir şey planlamadığını ve artık tek başına olduğunu hissetmişti. Etraf karanlıktı. Gerçekten hiçbir şey göremezken bu kadar yol alması acaba Tanrının ona yardım etmesinden dolayı mıydı? Beklide ormandaki vahşi varlıkları düşünmeli ve saklanacak bir mağara ya da bir ağaç kovuğu bulmalıydı. Aslında Morgana'nın şu an hiçbir şey umurunda değildi. Sadece gitmek istiyordu. Herkes'ten uzaklaşmak. Her yer Azkaban'dan iyidir düşüncesi iliklerine kadar işlemişken bir ejderhanın yuvasına doğru yol aldığını bilse bile duracak değildi. Belki birazdan duracaktı ama o tereddüde düşmeden değil sadece gücünün tükenmesinden olacaktı. Belki de bir yaratığın akşam yemeği olurdu. Onun midesinde bulunan parçaları acaba hissedecek miydi? Sanmıyordu. Ruhu bedeninden kurtulmak için bir neden arıyor gibiydi. Peki o nedeni kendisi yapmalı mıydı? Yerden bulduğu sivri bir taşla damarlarından bir tanesini kesip ruhunun o kesikten dışarıya çıkmasını izlemeli miydi? Düşünceler ayaklarının aksine yorulmak nedir bilmiyordu. Nihayetinde gücü tükendi. İstem dışı eklemleri ve kasları kendisini salıverdi. Morgana kendisini nemli kara toprağa yüzüstü yatıyor buldu. Rick! Bütün bunlar o lanetin yüzünden olmuştu. Lanetli bir ruh ve kendisinin azabıydı adeta. Cezasıydı.

Morgana bunları düşünürken sırtına dürtülen keskin uçlu bir aletten acı sayesinde haberdar oldu. Organizması o kadar yorulmuş olmalıydı ki, etrafını çeviren at-adamların toynak seslerini algıladığını sanmıyordu. Cadı sevinse mi yoksa daha çok mu korksa bilemiyordu. Ayağa kalktı ve etrafında bir tur döndü. Tek kelime edecek halde değildi. Bir tane elin onu arkadan kavraması umurunda değildi, diğer birisinin onu iplerle bağlaması da. Kendisini boşluğa bırakma arzusu kapardı. Karşı koyamadı ve bırakıverdi. Son olarak yere çarpmadığını hatırlıyordu onu yakalan eller vardı çünkü ve bu bir kurtuluştan çok uzaktı...


Kameralar Jean'da...

Jean Baptiste, yavaş adımlarla ilerleyen grubun artık iyice yakınına gelmişti. Onların peşi sıra takip ediyor, bir tane cadının attığı feryatları dinlemek zorunda olduğundan hayata olan tüm mutluluğu sanki yavaşça çekiliyormuş gibi hissediyordu. Elyon'a buradan uzaklaşmasını söylemişti. Elyon tembelce kanat çırpmış ve tahminen baykuşhaneye gitmişti. Jean tetikteydi bu gruba karşı ne yapacağını bilemiyordu. At-adamların derisinden büyü geçirmek biraz usta işiydi. Hatta birden çok ustanın işi. Çünkü diğer sihirli yaratıkları gibi at-adamlarda büyülere karşı direnç gösteriyorlardı. En azından Jean Baptiste'in öğrendiği teorik bilgiye göre.

İleriden gelen kişnemeler at-adam grubunun kamplarına gelindiğinin bir göstergesiydi. Artık sesini çıkarmayan cadı denilen üzere bir ağaca bağlandı. At-adamlar ağaçtan daha ileride bir kamp ateşinin etrafında toplanmış topluluğa katıldı. Jean sessizce ağaçtaki cadının yanına yaklaşmaya koyuldu. Tam o sırada ağacın yanına bir nöbetçi gönderildi. Jean Baptiste olduğu yere mıhlandı. Nefesini bile tutmuştu. Üzerindeki hayal bozanın kerametiyle görünmez olması lehineydi. Ne yapıp etmeli o nöbetçinin işine bakmalıydı. Bir süre bekledi. Plan yapmaya koyuldu. Ancak aklına genel hatlarıyla bir şey geliyordu. Nöbetçinin icabına bak cadıyı kurtar ve kaç. Ancak daha da özelleşmeyen plan sonunda canını sıktı. Doğaçlama yapmaya karar verdi.

Jean Baptiste içinden adımları geçirmeye başladı. Önce dikkatini dağıt; asasından bir yılan çıkardı. Yılan Jean'ın zihin kontrolüyle at-adama saldırdı. Saldırının nedeni anlamayan ve aynı ormanın sahipleri olan bir hayvanın neden saldırdığını düşünüyormuş görünümü veren at-adam yılanı toynaklarıyla zarar vermeden kendisinden uzaklaştırmaya girişti. Ancak yılan her seferinde ona tekrar tekrar saldırıya girişiyordu. Onlar öyle uğraşa dursun, Jean Baptiste kamp ateşiyle aralarına hayal bozan büyüsü yaptı. Artık burada olanları görememeleri iyiydi. Sonrasında Jean at-adamın sesini kesen bir büyü attı; Silencio! At-adam olanların daha farkında bile değildi. Jean bu sefer onu etkisiz hala getirmek için asasından metrelerce ip çıkarıp her yerinden canını yakmayacak şekilde bağladı. Ağacın yanında gidip üzerindeki hayal bozanı indirdi. Onu gören cadının gözleri parladı. Zaten az önce olanları anlamamış ve kafası karmakarışık olmuş gibi bakıyordu. Jean Baptiste ipleri kesip onun omzuna girip destek oldu. Ses yapmamasını işaret etti. Ancak az sonra at-adamlardan birisi buraya yaklaşmaya başlamıştı. Ne kadar göremese de birazdan hayal bozan sınırlarından geçecek ve gerçeği görecekti. Jean Baptise asasını ileri sürdü;Avifors! Asasının önünde siyah bir yarık açıldı, az sonra yarığın içinden gelen karga sesleri çoğaldı. Yarıktan sürülerce karga çıkmaya ve at-adamların üzerinde gitmeye başladı. En azından bu onları oyalardı. Jean, cadıyı da alıp Karanlık Orman'ın Hogwarts büyü sınırları girişine doğru buharlaştı.

Ağaçların arasında cisimlenen iki kişi bir an öylece durup dinlediler. Herhangi anormal bir ses gelmeyince Jean Baptiste cadıya dönüp uzunca baktı. Bu kadar güzel olduğu az önce fark etmemişti. Sıcak bir gülümseme kapladı yüzünü. "Benim adım Jean Baptiste. Hogwarts'ta okuyorum. Buraya nasıl geldin?" Aynı sıcak gülümsemeyi takınan Morgana kahramanına bakıp kendisini tanıttı ve ardından başından geçen tüm olayları, sevgilisinin cinayet olayı dahil her şeyi anlattı. Büyük bir sükunetle dinleyen Jean yer yer yüzünde oluşan şaşkınlık belirtilerini gizlemekte zorlandı. Aynı zamanda üzülmekte içini kaplamıştı. Anlatım bittiğinde Morgana, Jean Baptiste içten bir teşekkür sundu. Jean onu kendisiyle okula gelmesini ve revirde tedavi edilmesi teklif etti. Morgana tahmin edilebileceği üzere bunu reddetti. Çünkü kendisi şuan resmen bir kaçaktı. Artık kaçak hayatı sürecekti. Başka çıkar yol yoktu. Jean Baptiste onun bu durumuna içten üzüldü ve gözünden akan bir damla yaşa aldırmadı. Onun için ne yapabileceğini sordu. Morgana ihtiyacı olan tek şeyin bir asa olduğunu ve kendisini Ollivander's asa dükkanına yanı-sıra cisimlenmeyle götürebileceğini sordu. Jean Baptiste ona elini uzattı ve gülümsedi. Cevap açıktı. Morgana genç büyücünün elini sıkıca kavradı. Neden onun önüne böyle bir zamanda böylesine iyi ve yakışıklı birisi çıkmıştı. Neden daha önce çıkmamıştı ki? Rick yerine bin defa Jean'ı tercih edebilirdi. Ancak hayat insana neler verecek hiç belli olmuyordu. Bildiği bir şey vardı o da artık yeni bir başlangıç yaptığıydı;bir kaçak hayatı.

Jean Baptiste, Morgana'nın isteğini yerine getirmiş ormana geri gelmişti. Şimdi ise akşamın tatlılığını ve yorgunluğunu üzerine hissederek tepenin üstündeki kocaman bir canavara benzeyen şatoya doğru yollandı. Gün bitiyordu, tıpkı Jean Baptiste Curtis'in içindeki enerji gibi...


Uyarı:


-Son-



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bilinmeyen Kolay, Bilinen Zor...
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu :: Okul Arazisi :: Yasak Orman-
Buraya geçin: