Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Aforizmalar...

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Lotte Noa Krüger
Ravenclaw VI. Sınıf, Sınıf Başkanı
Ravenclaw VI. Sınıf, Sınıf Başkanı
Lotte Noa Krüger


Mesaj Sayısı : 666
Kan Durumu : Safkan.
Rp Partneri : Chancellor.
Özel Yetenek : Meta.

Aforizmalar... Empty
MesajKonu: Aforizmalar...   Aforizmalar... Icon_minitimeC.tesi Nis. 28, 2012 12:31 pm

Aforizmalar... 5091z
https://www.youtube.com/watch?v=DB46-BIR0lM
*YER: Köln | Almanya
*ZAMAN: Ağustos
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lotte Noa Krüger
Ravenclaw VI. Sınıf, Sınıf Başkanı
Ravenclaw VI. Sınıf, Sınıf Başkanı
Lotte Noa Krüger


Mesaj Sayısı : 666
Kan Durumu : Safkan.
Rp Partneri : Chancellor.
Özel Yetenek : Meta.

Aforizmalar... Empty
MesajKonu: Geri: Aforizmalar...   Aforizmalar... Icon_minitimeCuma Mayıs 11, 2012 4:37 pm


Sahip olduğun her şey aslında düşüncelerinden ibaretse ne yapardı insan? Yaşamış sayılır mıydı? Bir iz bırakmış olur muydu? Evin penceresinden kurumaya yüz tutmuş otlara bakarken bunları düşünüyordu genç cadı. Dedesinin ani ölümüyle birlikte yaşamın amacını sorgulamaya ve bu hayattan artık zevk alamadığını bile düşünmeye başlamıştı. Dedesi ona hiç ölmeyecek gibi geliyordu. Sanki sonsuzluğun anlamıydı o. Kelimenin maddi bir bedene dönüşmüş hali… Şimdi aşağı yemek salonuna inse onu orada, masanın başında, her zamanki dik ve mağrur duruşuyla görecekmiş gibiydi. Hiçbir itiraz kabul etmeyen ses tonuyla yemekten önceki rutin konuşmalarını yapıp herkesi karnını doyurmaya davet edecekti. Ve genç cadı bir kez daha hayran ve hülyalı gözlerle onu dinleyecek, onun söylediklerini beynine kazıyacak ve gelecek ülküsüne yön verecekti. Ama yoktu işte. O burada değildi artık. Sofralar boştu, salon, bahçe, onun yatak odası… Kendinden bir parça kaybetmiş gibi oldu. Gözyaşları hızla süzülürken yanağından o dışarı bakmaya devam ediyordu. Anılarla boğuşurken boğazına saplanan bıçağı çekip çıkarmaya çalışıyor, nefes alması güçleşirken daha da ağlıyordu. Nasıl olmuştu da buralara kadar gelebilmişti yaşam? Aklından geçen tüm o düşünceler öksüzdü şimdi. Eğer o yaşlı adam bile ölebildiyse kendisinin hemen şuracıkta ölmesi kadar normal ne olabilirdi ki? Elini çenesinden çekip yanaklarına götürdü ve sildi gözyaşlarını kazağının yenine. Başını çevirip kapıya doğru baktı. Abisini kapının eşiğine yaslanmış bir şekilde ona bakarken gördüğünde hemen toparlandı ve kendine çeki düzen verdi. Ne zamandan beri orada öylece durup kardeşini izliyordu?

Aşağıda olup bitenleri zerre merak etmemesini artık normal karşılıyordu. Böyle bir günde, böylesine acılara boğulacağını tasavvur dahi edememişti. Hafifçe akan gözyaşlarını yine kazağının yenine silip sessizce içini çekti. Kafasını yukarı kaldırıp tavana bakarken aklından geçen birkaç şey dudaklarından dökülüverdi. “Bu çatının altında böylesine bir felaket yaşanacağını kim tahmin edebilirdi ki? Ani gelen bu ölümün ardından kimsenin yasa boğulmayacağını kim bilebilirdi?” Dudaklarından dökülen her bir kelime genç cadının acısını perçinlerken onu daha da büyük bir çıkmazın içine sokup, tüm dünyanın yükünü omuzlarının üzerine bindiriyordu. Oturduğu koltuğun üzerinde iyice küçülüp, kendi içine kapanırken dünyanın merhamet ve adalet duygusu olup olmadığını kendi içinde sorgulamaya başlamıştı. Ama nankörlük edemezdi; ailesine aniden sırtını dönemezdi. Her ne kadar yaptıkları şeyin utancıyla kendi kendine ezilse de onlara kızamıyordu. En azından kızgınlığı bir süreç halini almıyordu. Biliyordu ki o andaki kızgınlığı -ya da kırgınlığı, kendisi de tam olarak bilmiyordu ona ne isim vereceğini- belli bir süre sonra geçecekti. En büyük korkusu ise içindeki öfkenin kaynağı yok olurken asimile olup onlara benzemeye başlamaktı. İşte bu en büyük kaybı olurdu. Korkularının onu tetiklediğini fark ettiğinde hemen ayağa fırladı. Odasına şöyle bir göz atarken oraya bile sığamadığını fark etti. Her yerin ona dar geldiğini hissediyordu. Daha fazla orada tek başına durmaya dayanamayan genç cadı hızla kendini koridora attı. Koridora adımını attığı anda yemek odasından gelen sesleri işitmeye başlamıştı. Sabahtan beri yaptıkları tartışmaya ara vermeden, tam gaz ilerlemeye devam ediyorlardı. Yaşlı adam öldükten sonra o eve hâkim olan tek durum mirasın nasıl paylaşılacağı olmuştu. İhtiyarın kemikleri sızlıyorsa ile bu kimsenin umurunda değildi zira o artık bu dünyada değildi. Dünyevi olmayan acılar kimseye zarar vermezdi nasıl olsa. Ailesinin parsel parsel yayılan sesine daha fazla dayanamayan genç cadı kendini hemen büyükbabasının odasına kapattı. Kapıyı ardından sertçe kapatıp, dedesinin sıkça oturduğu ve otururken düşüncelere boğulduğu koltuğa kendini yavaşça bıraktı. Koltuğun yanındaki masada onun çalışma kitapları öksüz bir şekilde duruyorlardı. Sanki onlar da anlamıştı artık geri dönüşü olunmayan bir yolda olduklarının. Elini eski ciltlenmiş kapların üzerinde gezdirirken sessiz bir yolculuğa çıkıyordu. Anıları yâd etmek ne kadar merhem olabilirdi ki derin bir yaraya? Kabuk bile bağlayamayan, belki de asla bağlayamayacak bir yarayı daha da derinleştiriyordu ve bunu bile isteye yapıyordu. Eliyle kitap kaplarını okşarken en altta eğreti bir şekilde duran, sanki hiç oraya ait değilmiş gibi görünen bir defteri çekti çıkardı yığının arasından. Elinde duran deftere iyice gözlerini dikip iyice baktıktan sonra yavaşça açtı ilk sayfayı. Birkaç satır… Genç cadının önüne serilen, ona kendini sunan birkaç satır…

”Ölüyorum, arkada neyleri ve kimleri bıraktığımın farkında olarak. Bu yol tümsek, bu yol mayınlı, bu yol tehlikeli. Bir kez adım atarsam bu yola ne geriye bakabileceğim, ne geri adım atabileceğim. Biliyorum. Ve bunu isteyerek yapıyorum.”

Aynı anda hiçbir şey anlatmayan ve belki de çok şey anlatan birkaç satır… İşte o taptığı adamdan geriye kalanlar bunlardı; bir avuç sözcük, bir avuç toz…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Aforizmalar...
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Şehirler :: Diğer Şehirler-
Buraya geçin: