Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 twenty one

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Nils Wójcik
Büyücü
Büyücü
Nils Wójcik


Mesaj Sayısı : 695
Kan Durumu : Safkan

twenty one Empty
MesajKonu: twenty one   twenty one Icon_minitimeC.tesi Mart 24, 2012 5:18 pm

"Nils, Nils? Niiiiiils???? Nils, Nils, Nils, Bay Wojcik, Ne biçim bir soyad bu. Neyse, bay Nils içeride misiniz???"
Israrla kapıyı tırmalayan Maggy, en sonunda Nils tarafından dikkate alınmayı başarmıştı. Herhalde bundaki en büyük etken bir türlü bıkıp gitmeyecek oluşuydu. İnsanlarla uğraşmak çok zordu elbette, ama aptal olanlarla uğraşmak daha da zordu. Maggy, koskocaman, zümrüt yeşili gözlere sahip pilli bebek. Kafasının içinin bomboş olması ne kadar da kötüydü. Fakat iş görüyordu kızın güzel bedeni ve bebeksi suratı. Tabloların bir kaçını süslemişti, sırtının görüntüsüne bayılırdı. Bazen beraber poz veriyorlardı stüdyosuna gelen arkadaşlarına. Gerçekten görülmeye değer sahneler sunardı Nils ve Maggy.
Boyaların sıra sıra dizildiği ince uzun bir masaya yasladığı çıplak ayaklarını birbirine sürttü. Kısa, boya içinde kalmış şort kuşatmıştı düzgün bacaklarını. Açık sarı saçlarını ölçü aldığı kalemle tutturmuş, nereden bulduğunu bile hatırlamadığı gri renk, parlak kumaştan bir tişört gayet bol bir biçimde üst bedenini örtüyordu. İçerisi kasvetli görüntüye rağmen mis gibi kokuyordu, bir sürü çiçek, taptaze salınışlarıyla çeşit çeşit tatlar sunuyorlardı odanın her bir köşesine. Odanın iyice ışıklandırılmış bölümünde devasa bir tuvalle nokta nokta başlamış çalışmalar boy gösteriyordu, sanki evin ve Nils'in gerçek sahipleriymiş gibi kurulmuşlardı oraya. Üzerinde Nils'in ütopyalarından birisi; en sevdiği yazarlar ve ressamlardan birer birer parça alarak yepyeni bir dünya oluşturuyordu. Dünyadışı gibi duran, devasa dokunaçlar, kelebek kanatlı gemiler, çölün ortasında yaşam savaşı veren bahar gözlü Bene Gesserit güzelleri, Nils'in aklındaki yansımasıyla tuvale aktarılmıştı. Tamamına baktığınızda anlam veremediğiniz, ama parça parça işlenmiş hikayenin derinliğinde kaybolacağınız türdendi, hem çok basit hem de fazlasıyla karışıktı. Güzel demek istiyordu insan kelebeğin kanatlarına baktığında, ama dehşet verici ahtapotun yüzü insanda katî bir tiksinmeye yok açıyordu. Bene Gesserit'in solgun yüzlü kadınları büyüleyiciydi, ama at toynakları, kıpkızıl dehşet verici gözleriyle, kıvrımlı keçi boynuzlarına kadar duman yayan köpek biçimli yaratığın dehşete düşüren gerçekliği insanın dayanma gücünü zorluyordu. Sanat meraklısı insanların bir kısmı önce irkilir, ufak bir çığlık atarlardı. Korku hissi gerçekliğin arkasına saklandığında ya Nils'e aşık olurlardı, yada gerisin geri kaçarlardı hayranlıklarını da alıp giderek; ama arkadaşıyla büyük bir stüdyo kiralaycak kadar çok satıyordu eserleri. Fakat bazen Nils bile canlı olduklarını düşünüp üstlerini örterdi, eve alıp giden insanlar geceleri tuhaf sesler duyduklarına yemin ediyorlardı, kimse geceleri tabloların karşısına geçemezdi. Zaten canlı olmadıklarını da iddia eden olmamıştı.

Maggy'nin neler yumurtlayacağını pek merak etmiyordu açıkçası. Bir ton zarf falan getirip, stüdyoya sızmak için neden bulacaktı. En az yarım saat eserleri tek tek dolanıp hepsinin hikayesini sorup, tekrar tekrar hayran olacaktı. Komikti, Nils yaptığı işlere aşık bir insandı ama başkaları da aşık olduğunda ufak bir kıskançlığa teslim oluyordu; satmak bu yüzden son aylarda çok zor gelmişti. Şimdi Maggy'nin getirip eline bıraktığı faturaları görünce gözlerini devirdi.
"Her defasında harika haberler veriyorsun Maggy, teşekkürler. Çekilebilirsin şimdi. Dur! Dokunma ona daha kurumadı. Bu arada Heaven dünkü aşırılığından dolayı özür dilemiş senden."
Kızın kıpkırmızı olmuş öfkeli suratı kendisine keyif verdi. Yumruklarını sıkmış, saldırmaya hazır yırtıcı hayvan misali pür dikkat kesilmişti.
"Her neyse, yine bir ton davetiye de geldi. Hepsi alt katta, indiğinde bakarsın. O Heaven olacak salakla nasıl yaşıyorsun anlamıyorum bir de..."
Oğlan, omuzlarını boynu hizasına çekerek bilmiyorum dercesine güldü. Cidden emin değildi o korkutucu tiple olan arkadaşlığının temelinden. Herhalde çok iyi çello çalıyor olmasıydı. Ya da o güzelim mavi saçları da olabilir.
Stüdyo, Paris'e yakındı. Kısa bir süre önce gelmişti buraya, eğitiminin gerekli kısımlarından biri için sürüklenmişti desek daha doğru olur. Okulda Heaven ile tanışmış, kendisi gibi normal olduğuna kanaat getirdikten sonra ellerine geçen ilk parayla bu evi tutmuşlardı. Rahat bir salonu vardı, herkes kendi köşesine çekilebiliyordu. Aslına bakılırsa birbirlerinden o kadar çekinmeleri yoktu. Epey yüksek kira fiyatlarını saymazlarsa fazla samimi olmaya yetecek kadar para arttıklarında onlardan iyisi olmuyordu.
Elinde buruşturduğu faturalara şöyle bir göz attı. Sonbaharda alınacak en iyi haber sayılmazdı. Bir kaç tablo satmalıyım diye düşünüyordu, kaliteli sigara ve içki alışkanlığına da ara verebilirdi bir süre. Çevik bir kedi gibi sıçrayıp ayağa kalktı. Maggy'nin çıkmadan evvel bıraktığı porselen çaydanlıktan çay doldurdu kendisine. Biraz balla tatlandırıp caddeye pek yakın olan, ince uzun pencereye yaklaştı. Dalgın bir biçimde dışarıya göz atarken nelerden tasarruf edeceğini düşünüyordu, belki part-time iş fikrine sonunda sıcak bakmalıydı. Sonra Krakow'da yaşadığı güzel günleri hatırladı. Dünyaya bahşeilmiş cennet misali, tarih ve zevk kokan şehrini gözünün önüne getirdi. Ailesiyle hayat güzeldi. Dertsiz, tasasız bir hayat. Boğulmadan, rahatça nefes alabildiğiniz bir hayat. Sıkça gittiği Yahudi mahallesini düşündü. Annesinin tarafından gelen zayıf bir kan bağları vardı. Yüzüne anlamını çoktan yitirmiş bir gülücük saplandı. Eski tadı yoktu. Paris'i pek sevememişti, güzel olmasına güzeldi ama ruhsuz geliyordu Nils'e. Yada benimseyememekti sadece.
Caddenin karşısından bu tarafa geçen bir adam gördü. Yada kadın? Hayır, kesinlikle adamdı ama o yanılgıyı ilk hissettiren kıpkırmızı saçlar gülücüğünü daha da genişletti. Çayından bir yudum alıp bordo renkli perdenin kenarına geçti. Yakalanıp havayı bozmak istemiyordu.
Ufak bahçenin yapraklarını yeni süpürmüş olan Maggy'nin yaşlı babasıyla konuşuyordu. Stüdyoyu sorduğuna emin olduğunda sevinmişti. Kendi rızasıyla buraya pek düşen olmazdı, hınzırca güldü. Onu bir kaç ufak poza ikna edebilirse ne de hoş olurdu. Böyle doğal cazibeye her zaman rastlayamazdınız.
Çay fincanını sigara paketinin yanına bıraktı ve sadece Maggy'nin haberi yetiştiren sesini kısa bir el hareketliyle böldü.
"Hişt! Duyamıyorum Maggy"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adrian Borislav

Adrian Borislav


Mesaj Sayısı : 140
Kan Durumu : Safkan

twenty one Empty
MesajKonu: Geri: twenty one   twenty one Icon_minitimePtsi Mart 26, 2012 12:34 pm

Rüzgarın hafif ezgisinin sonbaharın turuncu yapraklarını uçuşturduğu kasvetli bir günün öğleden sonrasında yoktan var oldu kızıl saçlı büyücünün bedeni. Gözlerini açar açmaz doğru yere cisimlendiğini görerek az önceki mide kaldıran yolculuktan hiç etkilenmemiş gibi yürümeye başladı toz ve egzoz kokularının sarmaladığı ıssız sayılabilecek sokakta. Bulunduğu yere hiç yakışmayacak derecede iyi giyimli, alımlı ve yakışıklı bir erkekti. Halbuki dikkat çekmemek adına en sadesinden siyah bir takım giymekle yetinmişti, cüppe ile gezmeyi aklının ucuna bile getirmek gülünç olacaktı onun için. Attığı büyük adımlar sayesinde hızla aşıp gittiği Paris'in kenar mahalleleri tıpkı onyıllar önce anlatıldığı gibiydi. Şehrin yoğun ihtişamının aksine buralar karanlıkta kalmış, toza ve çöplere bulanmış, küçük, kara lekeler gibiydi. Geçmiş yüzyıllarda çok fazla yıkanmak zorunda kalmamak için ağır kokulu parfümler kullanan bir millete yaraşır şekilde bu kenar mahalleler de Paris'in abartılı ışıltısının gölgesinde kalmıştı işte. Biraz Petersburg'u hatırlatıyordu Adrian'a fakat buradaki evler Rusya'dakinden daha küçüktü ve oraları ışığıyla örten herhangi bir ihtişamdan yoksundu kent. Adrian'ın eski evi her daim kasvetliydi.

Fotoğrafına topu topu üç kere baktığı birini bulmaya gidiyordu kızıl saçları rüzgarla cilveleşen büyücü, ciddi bir emri yerine getirmek üzere. Emir almaktan hoşlanmazdı ama ideallerine ulaşması için biraz boyun eğmenin yararına olacağına inanmıştı son birkaç yıldır. Hem aldığı işi halletmede o kadar başarılıydı ki, gelen emir sadece bir kere ve net biçimde iletilirdi ona. Bu da kafasının gereksiz yere şişmemesi demekti. Adrian iyi bir görev adamı olmasının yanı sıra sivri zekâsı ve farklı bakış açısıyla işleri kendi yöntemleriyle çözmeyi seven biriydi. Güç onu cezp etmez, sadece giriştiği işte başarılı olmak isterdi. Gremio Mortis'te ise hakimiyet onundu, çalışanları ve büyüsünün etkisindekiler her daim ona hizmet etmeye hazır ve nazırlardı. Emrini onlara bir kere ve net bir biçimde iletir ve diğerleri de onun yansımaları gibi görevlerini kusursuzca yerine getirirlerdi. Hayallerinin boyutlarıyla karşılaştırıldığında avucundaki güç çok ufak kalabilirdi ama yaptıkları, her şeyin başlangıcı için attığı ilk adımlardı.

Dar caddeden karşıya geçerken karşısında mağrur bir havayla dikilmiş binayı görünce doğru yere gelmiş olabileceğini düşündü. İçinde sanatı barındıran mütevazı bir yapı. Yine de emin olmak için bahçeyi süpüren yaşlı adama adresi teyit ettirmesi gerekiyordu. İki büklüm bir vaziyette, süpürgeyi kılıç gibi kullanarak yaprakları kovan adama fazla yanaşmadan gür bir sesle konuştu.
"Bayım, Nils Wojcik'in stüdyosunu arıyorum. Doğru yere mi geldim ?"
İşine vermiş olduğu yarım yamalak dikkati de dağılan yaşlı adam görmeyi beklemediği bir tiple karşılaştığı halde son zamanlarda zaten normal birini görmemiş olduğunu hatırlayarak sakin bir tavır takındı.
"Evet evet burası. Kendisi içeride olmalı. Senin gibi bir ucubeyi reddetmeyecektir hem."
Bu sözler Adrian'ın suratında saniyelik bir şaşkınlığa sebep olsa da ucube kelimesin büyücülüğüne yönelik bir hakaret olmadığını idrak etmesi zor olmadı kısa süre içinde. Nils'in ucubeliği yerleştirildiği evde ve çevresinde bilinmiyordu ki. Diğer yandan elindeki polaroid fotoğraftan zor da olsa anlaşılacağı üzere Adrian'ın aramakta olduğu kişi, yaşlı bahçıvanın iğnelemekten çekinmeyeceği kadar ilginç bir tipti. Adamdan tek söz söylemeden uzaklaşan kızıl saçlı büyücü sonbahar güneşinin zorla aydınlatabildiği fildişi renkli kapıya doğru yöneldi ve yumruk yaptığı sağ eliyle üç kere tıklattı kapıya. Çeyrek dakikalık bir bekleyişten sonra hızla açılan kapının arkasında görmeyi umduğu kişi belirmemişti henüz. Onun yerine kocaman yeşil gözlü, bebek suratlı ve düzgün fizikli bir kız açıvermişti kapıyı.
"Buyrun?" dedi Adrian'ın duyabileceğinden daha yüksek perdeden çınlayan sesiyle.
"Bay Wojcik'i arıyordum."
Kızın yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi.
"Bay Wojcik'i niye arıyorsunuz acaba?"
"Oldukça önemli bir mesele. Beni reddedeceğini sanmıyorum."
Kapıyı açan kızın dudaklarından belli belirsiz bir kıkırdama azad olmuştu.
"Peki o zaman içeri buyurun. Yandaki merdivenden yukarı çıkın."
Yüzündeki ifade hiç değişmeyen Adrian kızı umursamadan geride bırakarak ahşap merdivenlere yöneldi ve uzun bacakları arasında minik kalan basamakları ikişer ikişer çıkmaya başladı. Yukarı kata vardığında beklediği üzere burnuna yoğun bir boya ve tiner kokusu çalınmıştı. Aradığını bulabileceğini umduğu odalardan birinin yarı kapalı kapısını itelediğinde kendisine merakla bakan bir çift gözle karşılaştı Adrian. Cebindeki fotoğraftan çok daha güzel biri vardı karşısında. Tabi böyle düşünmesinin en büyük nedeni fotoğraftaki kişiyi şu an canlı olarak görüyor olmasıydı. Oğlanın meraklı yüzü kadar pespaye kıyafetler içindeki bedeni de oldukça dişiydi. Açık sarı saçları Adrian'ın saçlarıyla yarışır uzunluktaydı. Cılız bedeni ise Adrian'a göre biraz küçük gözükmesine neden oluyordu. Yaşını ve bilmediği geçmişinde yaşadıkları düşünüldüğünde Nils başından gelip geçen olayların tüm izlerini taşıyordu aslında. Acıma duygusundan yoksun olan kızıl saçlı büyücünün suratındaki soğuk ifade yerini yapmacık olmayan ama sıcakkanlılıktan uzak çarpık bir gülümsemeye bırakırken kemiksi elini yeniyetme ressama doğru kaldırdı misafir büyücü.
"Merhaba Bay Nils, Adrian Borislav. Sizin gibi biriyle tanışmak büyük zevk."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nils Wójcik
Büyücü
Büyücü
Nils Wójcik


Mesaj Sayısı : 695
Kan Durumu : Safkan

twenty one Empty
MesajKonu: Geri: twenty one   twenty one Icon_minitimeÇarş. Mart 28, 2012 3:52 pm

Maggy'nin koridoru çınlatan cılız sesine kulak kabartmış, sorgu faslının bir an önce bitmesini bekliyordu. Kazandığı kısa süreli vakti, içerideki ağır boya kokusunu bir nebze hafifletmek adına açtığı camla uğraşırken harcadı ve içeri daha fazla ışık girsin diye bordo, ağır perdeyi kenara iteledi. Hafif bir gül esansı içeren çayı bitirmişti, fincanı bıraktığı esnada da kızıl saçlı adam kapıyı açıyordu zaten. Bir an bakışlarına ufak bir şaşkınlık ve merağın garip coşkusu düştü. Normal formların dışındaki insanlar kendisini hep heyecanlandırırdı. Büyüleyici güzelliklere aşıktı ama sadece güzel olmakta aslına bakılırsa bayağı sıkıcıydı. Fakat bu adam birer parça da olsa müthiş bir bütün oluşturacak derece çok çelişkili ve harikuladeydi. Nils için gerçekten büyük bir sınav olurdu onu tuvale kendi yorumuyla bozmadan aktarabilmek. Resmiyetle karışık saygılı tavırları kendisini güldürdü. Kendisine uzanan eli nazikçe ve ufak bir temasla sıkıp bıraktı. Sarfedilen sözleri dikkatle ama ufak bir hayretle de dinledi. Paris civarında yaydığı ün ressamlığı mıydı yoksa dış görüntüsü müydü pek emin olamamıştı son günlerde. Aslına bakılırsa biraz şikayetçi olduğu bir konu olmaya başlamıştı bu iş. Eğer işine bir övgü alıyorsa; ki yanıldığını düşünmüyordu. Gayet mutlu bir gülücük peydah oldu zarif yüzünde.
"Memnun oldum. Benim gibi biri? Ah! böyle şeyler söylemeyin şımarmaya müsait bir yapım vardır. Geçin oturun şöyle, merak etmeyin temizdir."
Kırmızı, kaliteli kadifeyle kuşanmış koltuktaki koyu renk örtüyü kaldırdı ve adama yer açtı; pek az gelen zarif misafirlerinin rahat etmesine özen gösterirdi. Komposizyon kurmak için kullandığı yağ yeşili örtüyü tablolardan birinin üstüne örttü. Bir kaç saniye duraksayıp omuz üstünden adamı kontrol etti. İlk etapta çok özel tablolalarının görünmesinden hoşlanmıyordu, garip bir titizlik dersiniz belki ama sunduğu dehşet ve güzellik herkes tarafından kabul edilemiyordu bazen.
"Çay alır mısınız? Çok tazedir, bal ile tatlandırılınca nefis olur."
Adamın tepkilerinden pek bir şey anlamıyordu, biraz soğuk biri olduğuna kanaat getirmişti. Komple incelediğinizde garip derece ürkütücü havası da kesinlikle seziliyordu ve öyle göz ardı edemiyordunuz. Kızıl saçları, siyah takımı ve hepsiyle ahenkli olan şu tavırları mı etkilemişti Nils'i yoksa... Başını iki yana sallayıp kendine geldi. İş konuşurken kafasının dağılması pek hoşuna gitmezdi.
Adama ve kendisine şık porselen fincanlarda çay doldurdu. İkisinin arasında barikat gibi duran sehpanın yanına gidip tepsiyi adama uzatıp çayı işaret etti. Şaşkın, biraz da ruhsuz tavırlarla bir suratına, bir bardağa bakan adama sadece kıkırdayarak karşılık verdi. Çayı uzanıp aldığında doğrulup mermer sehpanın berisindeki koltuğuna kuruldu ve bakışlarını adama dikti çekinmeden.
"Galeriyi mi gezmeye geldiniz, yoksa özel bir sipariş mi? Daha önce tanışmamıştık, eserlerimin hepsini görmediğinize eminim... Gerçi emin olun bu tanışma zevki bana aittir."
Bir an bakışları, omuzlarına yayılan kırmızı saçlara, onları yumuşatması için özellikle yerleştirilmiş boncuk gözlere kaydı. Düzgün dudak ve burun hatları, zarif davranışları ve hepsine tezat ya da uyumla oturan donukluğu; ne şekilde adlandırılır emin değildi, ama Nils'in merağını ve keyfini arttırıyordu. Gülümsemesi genişledi ve bekledi. Ne amaçla geldiğini merak ediyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adrian Borislav

Adrian Borislav


Mesaj Sayısı : 140
Kan Durumu : Safkan

twenty one Empty
MesajKonu: Geri: twenty one   twenty one Icon_minitimePerş. Mart 29, 2012 1:58 pm

Öğreneceklerinden, yaşayacaklarından ve başına geleceklerden henüz habersiz olan genci tüm benliğini okumak istercesine taradı Adrian. Sanatın doyumsuz coşkusuyla iç içe olmak onu da keyifli ve neşeli biri yapmıştı. Onun gibi birinin, en azından kendisini muggle sanan birinin sahip olmak isteyeceği çoğu mütevazı güzelliğe hem çevresinde hem de bedeninde sahipti. Galeri olarak kullandığı küçük bir ev, kendisi için çalışanlar, rengârenk boyalar, geniş hareket alanı. Adrian'ın gözünde önemli ama çok da değerli olmayan ayrıntılardı bunlar. Diğer yandan Nils için hayatın cömertliğiydi belki de. Bu cömertlikten aldığı payı kızıl saçlı büyücüye bir kupa çay olarak sunan genci izlemeye son veren büyücü bardağı uzanıp aldı. Oturduğu kırmızı koltuğun kolçağına bıraktığı çaya bir daha dokunmayacaktı ama sunulan ikramı reddetmek gibi bir nezaketsizlik göstermemişti en azından. Odaya girdiği saniyeden itibaren kendine yönelik akışların yoğunluğunun farkındaydı. Kendisine bahşedilmiş tanrı vergisi fiziksel görüntüsünün karşılaştığı birçok farklı varlık gibi Nils'in de dikkatinin odağı haline geldiğinin farkındaydı. Belki de sırf bu yüzden yollanmıştı buraya: Oğlanın ondan kaçmasını engellemek, hatta yapacakları ufak gezinti sırasında ona yapışmasını sağlamak için. Adrian, kendisine göre fazla hareketli ve neşeli gözüken bu yeni yetmenin ona çok da yapışmamasını diledi içten içe. Hayır, dış görünüşü umurunda değildi, hatta onun da güzelliğinin dikkat çekici olduğu söylenebilirdi ama kızıl saçlı büyücü yılışıklıktan hiç hoşlanmazdı. Kendisi buz gibi biriyken ona ateşle yaklaşmak son derece tehlikeli olabilirdi.

Çayı alırken hiçbir minnet jestinde bulunmayan büyücü, gelen sorunun ertesinde kısa bir süre düşündükten sonra konuştu.
"Gezmek... Evet, galeriyi gezmek güzel olabilir. Sizin şaheserlerinizi görme şansına erişmek isterim. Tabii bizi rahatsız edecek kimse olmadığı sürece,"
Bunu söylerken sesi biraz imalı çıkmış, bu tavrını desteklercesine kalkan sağ kaşı da sunduğu basit teklifi biraz daha cazip hale getirmişti. Onu övmek aslında oltaya biraz yem asmaya benziyordu. Nils ile galeriyi gezerken hem onun sanatsal yeteneğine şahit olmayı hem de buraya geliş amacının ilk kısmına adım atmayı planlıyordu. Evde yalnız ikisinin kalması bu işin olmazsa olmazıydı. Dışarıdaki yaşlı uyuzun, kapıya bakan cırtlak sesli kızın ya da başka herhangi bir muggle'ın planı dahilinde yapacağı şeye şahit olmasını istemiyordu.

Cazip yüz ifadesini değiştirmeden oğlanın gri-mavi gözlerindeki heyecan yansımasına ve hissettiklerinden dolayı suratında meydana gelen hızlı değişimi süzdü.
"Yaklaşık kırk beş dakikayı bana ayırmanızı rica edeceğim."
Eğer planında bir aksaklık olmazsa -ki nadiren olurdu- birazdan başlayacak gezileri kırk beş dakika içinde son bulacaktı. İlk beş dakika Nils'in ufak çaplı turuyla geçecek, sonrasında da Adrian kontrolü ele alıp asıl geziyi başlatacaktı. Bu gezi belki gencin geçmişinde en az birkaç kere uğramış olduğu fakat yeni yaşamında aklının ucundan dahi geçiremeyeceği yerlere olacaktı. Bunları düşünen Adrian, kendini Hogwarts'a gitmeye hazırlanan bir öğrenciyi ilk alışverişine çıkarıyormuş gibi hissetti bir an. Geriye döndüklerinde Nils'in yüz ifadesini ve bunların ne kadarını kaldırabileceğini merak ediyordu doğrusu. Bu yüzden hemen harekete geçmenin uygun olacağına kanaat getirdi. Zarif bir hareketle sanki hiç oturmamış gibi ayağa kalktı, reddedilmez bir bakış atarak ve ellerini iki yana açarak sordu.
"Ne dersiniz, hemen başlayalım mı?”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nils Wójcik
Büyücü
Büyücü
Nils Wójcik


Mesaj Sayısı : 695
Kan Durumu : Safkan

twenty one Empty
MesajKonu: Geri: twenty one   twenty one Icon_minitimePerş. Mart 29, 2012 8:06 pm

Tereddütle başlayan cümle yüzüne sivri ve hafiften alaycı bir ifadenin oturmasına neden oldu. Cümlenin geri kalanından itibaren kaşları iyice havaya kalkmış ufak bir kahkaha patlatmamak üzere ağzını kapalı tutmaya çalışıyordu. Şu imalı söylenen kelimeyle adamın havaya pek itinayla kalkan kaşına baktı. Güzel bir yüzü vardı ama itiraf etmeliydi, flört etmeye çalışıyorsa biraz beceriksizdi; şu soğuk bakışlarının yarattığı etkiye rağmen sevimliydi de. Nils, görünüm itibariyle şuhtu, ama önceki hayatını göz önüne almazsak oltaya çabuk düşen saf gençlere benzemezdi. Sadece fettan bir görünüm sunmaktan hoşlanıyordu, tatlı bir yüzün işveli bir gülüşle renklendirilmesini severdi, insanlar dokunmak için el uzattıklarında şımarık bir kız gibi hem çağırıp hem kaçmayı da severdi. Fakat gerçek bir flörtün esaslarına dikkat ederdi, mesela o elini bile sürmediği çay fincanı Nils'i ne de mahzunlaştırmıştı. Ama oyun oynanmasından hoşlanıyorsa, tehlikeli çelişkilere dokunmadan da karşısındakini bırakmazdı. Dudaklarına ufak, muzur bir gülümseme aksetti ve adamı baştan ayağa çekinmeden süzdü.
Rahat bir hareketle arkasına yaslanıp bacak bacak üstüne attı, ardından elini odayı adama sunarmış gibi dairesel, nazlı bir hareketle çevirdi. Gayet boştu, Maggy çoktan sepetlenmişti ve yaşlı adam bir kaç aydır, davetsizce girip, gördüğü manzara karşısında neredeyse tahtalı köye gitmediğine şükrettiğinden beri buraya adım atmıyordu; atmazdı da.
"Madem özel ilgi istiyorsunuz, rahat olun."
Sırıtması genişledi. Şaşkın ifadesi biraz daha yumuşamış sadece ilginç ricalarını dinliyordu sakince. Dudaklarını büzüp adamın çekici yüz ifadesini izledi. Böyle cüretkar girişimlerden rahatsız olduğu söylenemezdi. Hatta hoşuna gidiyordu: yarattığı şaşkınlık, insanların kendisini merak edip tuhaf sorular sorması, cazibesine kapılıp yaklaşmak istemeleri, hatta korkup kaçanlar ya da kendisinden nefret edenler bile. Bunu birilerini ayartıp yosmalık yapmak için kullanmıyordu. Sınırını bilirdi, sadece akıl karıştırmak hoşuna gidiyordu. Fakat şimdi de kendi aklı karışmıştı. Nereden çıktığını, kim olduğunu bilmediği garip bir adam karşısına dikilmiş çelişkili ifadeler sunup kendisinin de bundan iyi bir anlam çıkarmasını bekliyordu. Ah, taciz etmesini sorun etmezdi ama Nils'in canı cidden tatlıydı.
Çayından ufak bir yudum alıp, bir kaç saniye durdu. Yüz ifadesi biraz ciddileşmiş, pazarlığın sonunda iki tarafında eline ne geçecek, onun muhasebesini yapıyordu. Genel de pimpirikli sayılmazdı ama güvenin zerresini aşılamayan üstelik, yiyecek gibi suratınıza bakan bir adamın özel ilgi istemesi ister istemez kendisini huylandırıyordu. Kendi kendine sırıttı ve fincanı bırakıp ayağa dikildi. Onu atlatmayacaktı bir bahane bulup, ama adam cilveli bakışından ziyade uyandırdığı merağa şükretmeliydi.
"Eh, madem öyle, başlayalım. Şuradan buyrun, geçen sezonun galerisindeki eserleri o alanda toplamıştık. Tam karşısındakiler de yeni çalışmalar."
Elini kibarca salonun sağ köşesine uzattı. Adamın hareketlenmesinden itibaren kurduğu fesat senaryolardan biraz sıyrılmış, işine konsantre olmuştu. Maggy'nin geleceğini sanmıyordu ama adam rahat etsin diye kapıyı örttü. Daha sonra eserleri göstermek için stüdyonun spotlarını açtı ve bir kaç adım önden yürümeye başladı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
twenty one
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Şehirler :: Paris-
Buraya geçin: