Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Deney

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Josephine Laurens
Muggle
Muggle
Josephine Laurens


Mesaj Sayısı : 345
Kan Durumu : Muggle o. Çok net.

Deney Empty
MesajKonu: Deney   Deney Icon_minitimeC.tesi Mart 03, 2012 11:32 pm

Morpheus Ivanov&Josephine Laurens


Başına yerleşmiş şiddetli bir ağrı ve karanlık, ilk hissettiği şeylerdi. Arkasından soğuk ve şiddetli bir titreme sardı vücudunu. Kendisini bitkin hissediyordu. Günlerdir öylesine kötü şartlarda, öylesine kötü bir yolculuk yapmıştı ki şimdi kaçtığı evini bile özlüyordu. Evden çıkarken aklında bunlar yoktu. Daha rahat bir hayat, biraz nefes alabilmek istiyordu. Oysa o kendilerine Muggle taciri diyen adamlar –ki Muggle’ın ne demek olduğunu bilmediği halde Muggle dedikleri şeyin kendisi olduğunu kısa zamanda öğrenmişti.- özgürlüğünü elinden almışlardı. Filmlerde görüp asla olmasına imkan vermediği bir dünyanın içine düşmüştü sanki. Eğer tutsak rolü kendisine düşmemiş olsa çok ilginç bulabilirdi etrafında olan şeyleri. Öyle ki kendisini kaçıran adamlar tahta sopalarla tuhaf şeyler yapıyorlar, hiç anlamadığı terimler kullanıyorlar ve hareket eden fotoğraflarla dolu bir gazete okuyorlardı. Başta gözlerine inanamamasına rağmen o tahta sopayla ateş yaktıklarına ya da çadır kurduklarına defalarca şahit olmuştu. Bunlar öyle gerçek dışıydı ki delirdiğini düşünmeye başlamıştı. Hatta artık bileklerini kesmeye başlamış bağların acısı olmasa rüya gördüğünü bile sanabilirdi. Adamlar kaçmasını engellemek için genellikle ellerini bağlı tutuyorlardı, ki buna bağ demeye bile dili varmıyordu. Tahta sopaları –adamlar asa diyordu buna- sallayıp bir şeyler söylüyorlar ve anında görünmeyen ipler bileklerini sarıveriyordu. Kaçmanın da imkanı yoktu üstelik. Pek çok şey denemiş ama asla başarılı olamamıştı.

Ömrü boyunca daha köyünün dışına bile çıkmamışken eline düştüğü adamlar bambaşka bir ülkede, bambaşka bir dille konuşan insanların arasına getirmişlerdi onu. Hiçbir şey anlamıyor, her geçen gün daha fazla korkuyordu. Sorularının hiçbirisine cevap alamıyor, zaman zaman tartaklanıyordu da üstelik. Yakalandıktan birkaç gün sonra bir kız daha katılmıştı aralarına. Ama öyle korkmuştu ki, Josephine’le tek kelime bile konuşmuyordu. Gerçi konuşmak için de vakitleri yoktu zaten. Adamlar ikisini yan yana getirmemeye özen gösteriyordu. Hoş, yan yana gelseler bile yapabilecek hiçbir şeyleri yoktu o güçlü asalar karşısında. Zaten gün içinde öyle yoruluyorlardı ki yolculuk yapmaktan günün sonunda hiçbir şey için enerjileri kalmıyordu. Ama bu sabah her şey daha farklıydı sanki. Adamlar onları güzel gösterebilmek adına oldukça uğraşmışlardı ve sadece bu bile Josephine’in kendisini daha iyi hissetmesine neden olmuştu. Şık giyimli insanların olduğu, şık bir sokakta yürümüşler ve en sonunda kocaman bir eve girmişlerdi. Daha önce hep köhne yerlerde, geceleri yolculuk yaptıkları için yadırgamıştı bu durumu, farklı bir şeyler olduğunu hissetmişti. Ama belki kalabalık bir şehirde olduklarından, belki elleri serbest olduğundan, belki de günışığının verdiği sıcaklıktan kendisini daha güvende hissediyordu. Fakat bu tatlı güven hissinden sonra hatırladığı şeyler son derece bulanıktı. Serin, loş bir koridorda beklemişlerdi. Neden sonra iri yarı bir adamın önce ayak sesleri, sonra da kendisi belirmişti kapıda. Adamla bir an göz göze geldiğini hatırlıyordu Josephine, sonrası… Sonrası da burasıydı işte. Soğuk, sert bir zeminde yatıyordu. Korkarak açtı gözlerini. Bulunduğu yer de karanlıktı. Gözlerinin alışmasını bekledi bir süre, nesneleri seçebildiğindeyse bir çeşit zindanda olduğunu fark etti. Bu düşünceyle birlikte kalbi sıkışmıştı. Tutsaklığının verdiği korku ve gelecekte onu ne beklediğini bilmemenin endişesiyle doğruldu yerinden. Gözlerinden hakim olamadığı sessiz yaşlar süzülüyordu önceleri, sonra gözyaşları hıçkırıklara dönüştü. Birkaç adımda ulaştığı soğuk parmaklıkları tutarak avazı çıktığı kadar bağırdı. “Çıkarın beni buradan! Çıkarın! İmdat!” Etrafını görmeye çalıştı ama yalnıza tam karşısındaki hücreyi ve onun yanındakini görebiliyordu. Onlar da boş gibiydi. Korkuyu iliklerinde hissederek umutsuzca yardım istemeye devam etti. Ona saatler gibi gelen bir süre boyunca bağırdı, bağırdı, bağırdı… Öyle ki sesi kısılmıştı artık. Fakat kimse çağrılarına, yalvarmalarına yanıt vermiyordu. Nihayet pes ettiğinde bağırmaktan boğazı ağırmış, ağlamaktan da gözleri şişmişti. Rutubetli duvarın dibine oturup büzüldü iyice. Aklında annesi vardı şimdi. Kadının dolgun vücudunu, tatlı sesini hatırlıyordu. Herkes tarafından itilip kakıldığı o korkunç evde kendisine şefkatle yaklaşan tek insandı annesi ve günün birinde öldüğünde kısıtlı zamanda hissedebildiği azıcık şefkati de kaybetmişti. Ama annesine olan inancı tamdı. Öldüğünden beri onu bir şekilde koruduğunu düşünmüştü hep. Belki babasından değil ama dışarıdaki tüm diğer kötülüklerden koruyabilirdi. Yanıldığını görüyordu şimdi. Günlerdir şans bir kere bile yüzüne gülmemişti. Yalnızca acı görmüş, ıstırap çekmişti ve bu işkence hala sona ermemişti. Sabah buraya gelirken hissettiği huzur aptalca ve gerçeklikten uzak görünüyordu gözüne. Kurtulabileceğini, artık bittiğini düşünmüştü ama yanılıyordu işte. Devam ediyordu, üstelik her geçen dakika daha da korkunç oluyordu her şey. Aklında binlerce işkence ve cinayet fikri uçuşurken uzaktan açılan bir kapının sesini duydu. Kalbi yine şiddetle atmaya başlamıştı, telaşla ayağa kalkıp parmaklıklara doğru yürüdü. Gerginliğe daha fazla dayanamıyordu artık, yine ağlamaya başlamıştı. Hıçkırıklar arasında seslendi sahibini görmediği ayak seslerine doğru “Çıkarın beni buradan, lütfen çıkarın.”Ayak sesleri her saniye daha çok yaklaşırken korku ve umudu aynı anda hissediyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Morpheus Ivanov
Büyücü
Büyücü
Morpheus Ivanov


Mesaj Sayısı : 40
Kan Durumu : Safkan
Yaş : 30

Deney Empty
MesajKonu: Geri: Deney   Deney Icon_minitimePaz Mart 04, 2012 2:20 pm


    Dışarının karanlığının aksine malikanenin içindeki büyük salon ışıl ışışldı. Diğer hiçbir yeri aratmayan ihtişamıyla düzenlenmişti. Her yerde antika eşyalar mevcuttu. Yerde on yedinci yüzyıldan kalma halılar seriliydi. Köşedeki içki vitrininin için birbirinden değerli içkilerle doluyordu. Vitrine uzaktan bakıldığında tam bir renk şölenini andırıyordu. Vitrinin hemen yanında duran büyük ayna duvara özenle asılmıştı. Etrafı el işçiliği olan altın işlemelerle bezeliydi. Aynanın yansıttığı yüzümse içinde bulunduğum yerin aksine çok kasvetliydi. Bu yüzden yapılacak en iyi şeyi yaptım ve ellerimi sakince çırptım. Bu çırpışımla beraber aynanın etrafı aynı işlemelerle kaplı kara elmas halini aldı. Işık aynı ahengini korurken gittikçe azalan ışıltısı sonunda yeterli boyuta ulaşmıştı. Vitrinin içinde duran şişeler kendilerine yeni kaplar edindiler ama onların o değerli sıvılarına asla zarar veremezdim. İleride duran koltuk takımı sarı, parlak renklerinden kurtlup kırmızının en koyu tonlarından birine bürünürken adımlarımı o tarafa doğru hızlandırdım. Beklediğim misafirleri haber veren evcinim onları getirmek üzereydi. Bu yüzden hemen kurulduğum tekli koltuğumda düşünür bir vaziyet aldım. Adamlar içeri girdiğindeyse bu halimi hiç bozmadım. İçlerinden birinin kaba köylü aksanıyla kendime geldim.
    "Onları getirdik."
    Başımı onaylarcasına sallayarak "Bunu görebiliyorum." diye soludum. Kelimelerimin her damlasında asil İngiliz aksanım dikkat çekiyordu. Gözlerimi diktiğim noktadan çevirmeden "Başka ne istiyorsunuz? Paranız ödendi."
    "Getirme ücreti karşılanmadı ama." Pis sırıtışıyla birlikte parlayan gözlerini tahmin edebiliyordum. Genede başımı sakince çevirip adama baktım. İç cebimden hiç zorlanmadan çıkarttığım asamı sallamamla birlikte adam yere uzandı. Hızla yürüyerek başına dikildim. Başımı kıpırdatmadan gözlerimi yerdeki adama diktim. Korkulu gözlerine bakınca en ufak bir acıma bile hissetmedim. Mugglelara hatta diğer büyücülere bile yaptıklarının yanında acıma hissi bekleyemezdi. Kendimi sakin tutarak birkaç adımda adamı geçtim ve yanındaki arkadaşına yaklaştım. Benden biraz daha kısa olduğu için gözlerimi aşağı doğru tutmaya devam ettim. Sonunda kelimelerimi özenle seçerken konuşmaya başladım.
    "Biz sizinle arkadaşının bahsettiği gibi -getirme ücreti- gibi bir şey hakkında konuştuk mu?"
    "Ha-Hayır beyim."
    "Öyleyse..."
    "Be-ben...."
    "Yeter! Şimdi yaralı arkadaşını da al ve git buradan."
    "Ama... ama onun yarası yok ki beyim."
    Bunu demesiyle beraber adamı bir kez salladım. Yerde yatan adamın vücudunda çıkmaya başlayan yaralara ufak bir göz attım. Yaralar adamı öldürmeyecek boyuttaydı ve buna özellikle dikkat etmiştim. En azından böyle bir pisliğin benim arazimde ölmesine göz yumamazdım. Diğeriyse yaraları görmenin korkusuyla hemen arkadaşına doğru hamle etti. Hızla adamı tutup sürüklemeye başladı. Adamın acı çığlığı salonumda yankılanırken asamı cebime geri koydum. Tek elimi diğer kolumdaki kol düğmeme götürerek düzelttim. Aynanın karşısına geçtim ve önüme düşen bir tutam saçımı geriye attım. Mavi gözlerimde artık hiç vicdan göremiyordum ve bunu yeniden sağlayacak bir şeye ihtiyacım vardı. Ne yazık ki bunu mümkün kılacak kimsenin olmadığına emindim.

    Ertesi gece bütün araştırmalarımı tamamladığımı düşünüyordum. Partis Orbitalis'in bütün kıvrımlarını ve sahip olduğu noktaları yeterince iyi biliyordum. Özellikle Desmond'ın bana sağladığın kafatasının frontal kısmı bana bu konuda oldukça yardımcı olmuştu. İşe yarayacağını düşündüğüm büyüye adını bile vermiştim. Bu büyülü sözlerin çalışması içinse yeni bedenlere ihtiyacım vardı. Neyse ki dünkü iki avanak bana yeni mugglelar getirmişti. Bunu düşününce onlara kendimi tanıtmanın vaktinin geldiğini anladım. Ölüm Oyunu birkez daha başlayacaktı ve sonunda sağ kalanı elbette serbest bırakacaktım. Şimdiyse bunun için zindanlara gitmem gerekliydi. Çalışma odamdan çıktığımda zindanların ne kadar kasvetli olduğunu düşündüm. Gerçekten oraya inmeyi pek sevmiyordum ama bu muggleları başka yerde tutamazdım. Adımlarımda onların yerinde olmak istemezcesine ağırlardı. Genede son merdivenlere vardığımda o çığlığı duyan kulaklarım biraz daha hızlı olmamı sağlamıştı. Bahsettiğim çığlığın geldiği hücreye doğru ilerledim. Tam bu sırada da kız daha fazla bağırmaya başladı. Sonunda dayanamayarak "Sakin ol. Burada seni kurtaracak kimse yok. Ayrıca hiçbiri ingilizce bilmiyor bayan." diyerek tatlı ingiliz aksanımla konuştum. Genede sesimdeki sertlik bütün tatlılığı öldürüyordu. Özellikle sabit tuttuğum mavi bakışlarımın hissizliğinden emindim. İşte bunu kendimede kanıtlamak istercesine bir adım daha attım. Sonunda demir parmakların hemen önündeydim. Kızın yüzünü net bir biçimde görebiliyordum artık. Dalgalı uzun saçları vardı. Biraz pislenmiş olmasına karşın cildinin pürüzsüzlüğü hemen kendini belli ediyordu. Dolgun dudakları korkudan rengini kaybetmişti ama gözlerindeki parlaklıktan hiçbir şey eksilmemişti. Böyle bir kızın buraya nasıl düştüğünü veya onu neden bir başka zevkine düşkün büyücünün almadığını merak ediyordum. Genede bunun üzerinde çok fazla durmayacaktım. Böyle bir hissizlikle bunu umursuyor olamazdım. Bunu da kendime kanıtlamalıydım. İşte bu yüzden "Genede küçük bayan bu günkü deneyimde bana eşlik edebilirsiniz tabii." diyerek elimi salladım. Kızın bedeninin bir anda donduğunu görünce büyümün işe yaradığını anladım ve hemen karşı hücresinde olan mugglelı inceledim. O da bu deneye uygun gözüküyordu. Hatta diğer genç kızın öleceğine kesin emin olabilirdim. Bu yüzden bu iri adamı seçmenin garip bir hüznü içine bürünmüştüm. Genede bu hüzne kapılmayıp adamada aynı büyüyü yolladım. Sonunda ikiside hücrelerinden büyüyle çıkmış ve karşımda hareketsiz kalmışlardı. İşte deneye şimdi başlayabilirdim.

    Deney bittiğinde hüznüm bir anda geçmiş gibiydi. Oysa bahsettiğim muggle kızın yüzü deneyim sırasında biraz dağılmıştı. Genede kızın değil diğer adamın öldüğünü görünce garip bir his kapladı içimi. Böyle masum bir kızın ölmesindense onun ölmesini seçeceğimi fark ederek kendimi avuttum. En büyük avutma kaynağımsa iki deneğiminde yaptığım büyü sayesinde hiçbir şey hissetmiyor oluşuydu. Acı elbetteki vardı ama onlar bunu hiç hissetmiyorlardı. Bilinçleri kapalıydı ve bu sayede beyne iletilen acı sinyalleri büyümle birlikte hayal sinyali olarak devreye giriyordu. Onlar en büyük hayallerinin gerçekliğini görürken ben de işime bakıyordum. Bu deneyin en kötü yanı sonunda bir deneğin gerçekte hissettiği acıya dayanamayıp kendi hayallerinde boğulmalarıydı. Bunaysa yapacak bir çözüm bulamamıştım. Şimdiyse elimden gelen tek şey kızı büyüyle iyileştirmek ve sonradan serbest bırakmaktı. Bu yüzden asamı son kez salladım ve kızın iyileşmesini izlerken kana bulanmış ellerimi sildim. Kızın iyileşen bedeni tahta bir yükseklikte uzanıyordu. Bu yüzden ayılmasını beklerken bir büyü daha savurdum. Böylece tahta yerin etrafındaki kanlı aletler yok oldu, kanlar temizlendi ve kızın hemen yanında yatan iri adamın cansız bedeni toprağa karışmak üzere cisimlendi. Sonunda bana kalan tek şey beklemekti ve kızın gözlerini kırpıştırmasıylada bu bekleme sona eriyor gibiydi.

Partis Orbitalis : Göz Çukuru
Frontal Bölge : Ön Kafatası Kemiği
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Josephine Laurens
Muggle
Muggle
Josephine Laurens


Mesaj Sayısı : 345
Kan Durumu : Muggle o. Çok net.

Deney Empty
MesajKonu: Geri: Deney   Deney Icon_minitimePtsi Mart 05, 2012 11:41 am

Karşısındaki adamın görüntüsü ürkütücüydü. Evet, onu tanımlamak için kullanılabilecek en güzel sıfattı bu belki de. Bakışları ifadesiz, sesi sertti. Hatta sakin olmasını söylerken bile korkutacak kadar tekinsiz görünüyordu. İster istemez geriledi birkaç adım. Kaçacak yeri olmadığını bilmesine rağmen kendisini koruma içgüdüsü mümkün olduğunca uzaklaşmasını söylüyordu adamdan. Şimdi ağlayamıyordu bile. Korku öylesine yoğundu. Adam yaklaştıkça hipnotize olmuş gibi irileşmiş gözleriyle izledi onu ve nihayet konuşabilecek cesareti topladığında bir adım yaklaştı ona. “Ne istiyorsunuz benden? Bırakın beni, lütfen.” Tekrar hıçkırıklarla sarsılmaya başlamıştı. Oysa sorusuna cevap alamayacağını daha en başında biliyordu. Cevap almak da istemiyordu zaten, istediği tek şey buradan gidebilmekti. Neresi olursa, yeter ki buradan uzak olsun... Eve dönmeyi bile kabul edebilirdi şu an, zaten yakalandığından beri hep kaçmamış olmayı dilemişti. Ama şimdi bu adamın soğuk, mavi gözlerine bakarken evini özlüyordu. Babasının aşağılamalarına bile tahammül edebilirdi. Yabancı olan bu adamın ifadesiz gözlerindense babasının öfke dolu ifadesini görmeyi tercih ederdi. Ne yazık ki seçme hakkı tanınmamıştı ona. Aynen adamın deneği olmak konusunda seçme şansı olmadığı gibi. Adam bundan bahseder bahsetmez gözleri korkuyla daha da irileşmişti. “Ne-?!” Ama başka tek bir sözcük bile söyleyemeden öylece kalakalmıştı. Bu daha korkunç bir andı. Felç geçirmiş gibiydi, hiçbir yerini oynatamıyor, konuşamıyor, hiçbir şey yapamıyordu. Üstelik kendisini saran hiçbir bağ ya da benzeri şey de yoktu. Panik canını yakacak kadar şiddetle benliğini sararken mavi gözlü adamın arkasını dönüp karşı taraftaki hücreye de aynısını yaptığını gördü. Kendisiyle aynı kaderi paylaşan bir adamdı bu. Eğer kendisi için bu kadar korkmuyor olsa üzülürdü adamın haline. Hırpalanmış, yorgun görünüyordu. Bu haline rağmen kocaman bir cüssesi vardı, sağlam yapılı görünüyordu. Mavi gözlü adamın bahsettiği deneyin ne tür bir şey olduğunu bilmemesine rağmen bu adamın şansının kendisinden daha fazla olduğundan emindi ve bu, bilinci kapanmadan önce son düşündüğü şey olmuştu.

Tatlı bir düşün içindeydi şimdi. Çok azını görebildiği bu kasvetli evden çıkıyordu, dışarıda sıcak, canlı bir gün ışığı, cıvıl cıvıl insanlar vardı. Mutlulukla gülümsedi genç kız. Kendisini güvende ve yeniden doğmuş gibi hissediyordu. İşte o zaman fark etti kendisindeki değişikliği. Kıyafeti ve kendisi pis değildi artık. Bileklerini kesen izler yoktu, yolculuk sırasında edindiği birkaç küçük sıyrık da yoktu. Tuhaftı bu ama düşünmedi Josephine, düşünecek zamanı da yoktu, yalnızca ve yalnızca mutlu olmasına izin vardı. Gerçek yaşamda acının şiddetinin artmasıyla birlikte ilk adımını attığı sokak değişti ve büyük, tarihi bir binanın önünde buldu kendisini. Bir üniversite binasıydı bu. Çocukluğundan beri hayalini kurduğu ama asla gerçekleştiremeyeceğini bildiği bir rüyaydı ama şimdi karşısındaydı işte. Kalbi mutlulukla şişerken içeriye girdi. Hep doktor olmak istemiş, geceleri uyumadan önce okula devam edebilmeyi hayal etmişti hep. Ama ne yazık ki babasının buna izin vermeyeceğini biliyordu. Üniversiteye devam etmesine bile izin vermemişti zaten. Oysa şimdi binanın içindeyken geçmişindeki her şey son derece saçma ve yavan geliyordu. Bir anda tuhaf bir şey oldu. Daha da artan fiziksel acı, rüyasını daha çılgın noktalara getiriyordu. Bir an kendisini bir ameliyatta, öğrencilere uygulamalı ders verirken bulmuştu. Doktordu. Kalbi çılgın bir tempo tutturmuştu şimdi, tam neşteri indirirken her şey bir anda sonsuz bir karanlığa gömülüvermişti.

Etrafındaki sesleri duyması için birkaç dakika geçmesi gerekmişti yalnızca. Hayalkırıklığıyla dolu bir andı bu, kendisini hastanede bulmayı bekliyordu ama yalnızca tek bir adamın neredeyse sessiz soluklarını duyabiliyordu. Hastane değildi burası, kendi evi de değildi. Burası… Yarı çığlık atarak panikle doğruldu. Burası o korkunç adamın eviydi. Bir anda paniğin yerini merak almıştı. Kendisini bağlı bulmayı bekliyordu, belki de ölmüş olmayı. Oysaki serbestti, kıpırdayabiliyordu ve görebildiği hiçbir yerinde hiçbir hasar yoktu. Sadece günlerin yorgunluğu ve şimdi de tahta zemin üzerinde kim bilir ne zamandır yatmaktan kaynaklanan ağrıları vardı. Bir de gözleri, uzun süre gün ışığına bakmış gibi hassaslaşmıştı sanki. Yarı karanlıkta kalmış adamı süzdü bir an. Sormasına fırsat verilmeyen bütün sorular için vakti var gibi hissediyordu ama kafasını toplayamıyordu bir türlü, aklı az önce gördüğü rüyada kalmıştı. “Beni öldürecek misin?” tüm korkusuna rağmen sesi duygusuzdu. Bunu yapmak için çabalamamıştı halbuki ama öyle çok ağlamış, öyle çok yalvarmıştı ki korkudan başka hiçbir duygusunu gösteremez olmuştu sanki. Etrafa ürkek bir ifadeyle göz attı. Büyük ölçüde boş gibiydi, o korkunç aletler dışında tabi. Loş ortamda etrafına bakmaya çalıştığında yine gözleri sulanmış ve yanmaya başlamıştı. Gözlerini ovuşturdu küçük bir çocuk gibi. “Gözlerime ne yaptın? Bana ne yaptın?” Kaşınmaya engel olamıyor, bu yüzden öfkeleniyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Morpheus Ivanov
Büyücü
Büyücü
Morpheus Ivanov


Mesaj Sayısı : 40
Kan Durumu : Safkan
Yaş : 30

Deney Empty
MesajKonu: Geri: Deney   Deney Icon_minitimePtsi Mart 05, 2012 4:46 pm

    Tahtanın üzerinde yatan kızın bedeni tamamiyle iyileşmişti ve bu haliyle gerçekten çok güzel görünüyordu. Kızın yüzüne baktığımda gençliğini hissedebiliyordum sanki. Dolgun dudaklarından havanın girip çıkmasıyla beraber ufak göğsü sakince inip kalkıyordu. Göğsünün hareketleri ritmini kaybettiğinde uyanmaya başladığını anladım. Mavi gözlerimi belkide uzun süredir o an kırparak dikkatimi başka yöne çevirdim. Temizlenen malzemelerimi düzenlemeye koyulmuşken kızın yan tarafta doğrulmaya başladığını hissediyordum. Bedeninin yorgunluğunu fark etmiş olacaktı ki hiç acele etmiyordu. Gözlerini sakince kırpıştırışına bakmak için birkaç saniyeliğine işime ara verdim. Dikkatimi yeniden kıza odakladığımda gözlerinin tatlı yeşilini gördüm. İşte o zaman sulanan gözlerini fark ettim. Bir şeyler ters gitmemişti bu yüzden bunun kısa sürecek bir yan etki olduğunu düşünüyordum. En azından bir süre sonra geçeceğine emindim. Öyle olmazsa bile bir şekilde düzelteceğime emindim. Bilemiyorum göz sulandırıcı bir iksir filan hazırlayabilirdim. Daha büyük bir etkisi olmadığına sevinmeliydim. Aslında benim neden sevinmem gerektiğini anlamıyordum ama içimdeki his hep bunu söylüyordu. O adamın öldüğü için bile sevinecektim neredeyse. Oysa bu ufak kız tahminimden çok daha dayanıklı çıkmıştı. Sonuçta yaptığım şey çabuk kaldırılır bir şey değildi. Oysa şu anda karşımda duran kişi yorulmuş gözler dışında hiçbir probleme sahip gibi durmuyordu. Bunun hoşnutluğuyla hafifçe gülümsedim ve işime döndüm.

    Zindanın karanlığınmda kendimi hapsedip işimi yaptığım süre boyunca yanımdaki kızın kendine gelmesi aklımdaydı. Hazır olduğunda bir çığlık veya onun gibi bir şey bekliyordum. O zamana kadar malzemelerimle uğraşmaya devam ediyordum. Eski dostumun bana sağladığını kafatasını tezgahın köşesine koydum, birkaç parça dişin döküldüğünü gördüm ve hemen onların tozunu ince bir fırçayla alarak kafatasına geri yerleştirdim. Muggle neşterinin temizlenmiş olması hoşuma gitmişti. Kızın kanını artık görmek istemiyordum. O an bile buna dayanmak zordu doğrusu. Bu yüzden neşteri diğerlerinin arasına koyup düzgünce sterilize etmeye başladım. Bunun biraz zahmetli bir iş olduğunun farkındaydım ama umurumda değildi. Sonuca ulaştırabilirsem harika buluşlar olacaktı. Düşüncelerimi bölen tıkıtrılarla kızın kendini toparladığını anladım. Tam çığlık bekliyordum ki karanlıktan gelen kısın sesini duydum. Pürüzsüz sesiyle onu öldürüp öldürmeyeceğimi soruyordu. Bu durum beni biraz incitmişti. O kadar korkutucu durduğumu bilmiyordum ama bir zindanda olduğumuzu ve daha demin kızı deney için kullandığımı düşünürsek bunun olası olduğuna emindim. Genede bu hüznümü içimde bastırıp ufak bir gülümseme sesi çıkarttım. Hemen arkasından "Hayır sizi öldürmeyeceğim elbette küçük hanım." diyerek sorusunu kısaca yanıtladım. Genede kızın buna pek aldırdığını düşünmüyordum. Dikkatimi bu yüzden malzemelerimden kaldırıp kıza odakladım. Gözlerini kırpıştırıyordu ve beklediğim gibi sulanma artmıştı. Bu alışım sürecinde biraz huysuzluk yaşıyacak gibi duruyordu. Çok olmamasını umuyordum çünkü üzerinde yeniden büyü uygulamak istemezdim. Beni zorlamaya başlarsa yapmak zorundaydım oysaki. Bu yüzdsen bir süre hiçbir şey demeden bekledim. Sonunda peş peşe gelen iki sorusuyla karanlıktan çıktım. Elimi birkez şaklatmamla beraber birkaç meşale yandı. O zaman kızın gözlerini iyice yumduğunu gördüm. Zindan aydınlanmıştı ve kız ışığa karşı çok hassastı. Bunun olması elbette normaldi. Bunu üstelememek için kızın ufak başını avuçlarımın arasına aldım. Debelenen yüzü ve vücuduna kendi kollarımla engel oluyordum. Sihir kullanmayı gerçekten istemiyordum. Sonuçta nerede olduğunu hiç bilmeyen bir muggledı ve korkusunu daha da arttırabilirdim. Sonunda debelenmeyi bırakması için tek kolumu kızın beline doladım ve iyice kendi bedenime dayadım. Kızın debelenmesi böylece büyük oranda geçince diğer elimle göz kapağına sakince dokuntum. Sıcaklığı hissedebiliyordum ve bu çok normaldı. Damarlarından fazla kan akıyordu. Uzun zamandır akış yaşamamış damarların bir süre buna alışması gerekiyordu. Sonunda göz kapağını yavaşça açtım. Dikkatli bir biçimde başta gözlerinin yeşilliğine sonrada direk gözbebeğine odaklandım. Beklediğimden farklı bir durum göremeyince kafamı sakince sallayarak geri çekildim. Kızı sakince bıraktım ve berdenimden ayrılmasına izin verdim. Sonunda hiçbir şey olmamış gibi malzemelerimin başına döndüm. Ortam daha aydınlık olduğu için malzemeler artık daha net seçiliyordu. Hafif bir öksürüğün ardından başımı kaldırmadan açıklama yapmaya başladım. "Sakin ol gözlerinde bir sorun yok. En azından beklemediğim bir şey yok. " Neşterin işini bitirip makası elime aldım. "Yalnızca fazla hassaslar, zamanla eski haline dönecektir. Yaklaşık olarak on dakikadır senden ayrı olduklarını düşünürsek yeniden alışmaları biraz zaman alabilir elbette." Sözlerim bitince anlayıp anlamadığını çözmek adına kısa bir bakış attım. Elbetteki bana deliymişim gibi bakıyordu. Bunu önemsemeden geri işime döndüm, çünkü burada yaptığımı basit bir muggle kızın anlamasını beklemiyordum elbette.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Josephine Laurens
Muggle
Muggle
Josephine Laurens


Mesaj Sayısı : 345
Kan Durumu : Muggle o. Çok net.

Deney Empty
MesajKonu: Geri: Deney   Deney Icon_minitimeÇarş. Mart 07, 2012 12:08 am

Sorularının hiçbirisini cevap almak için sormuyordu aslında. Şu an tek amacı gözlerini çıkartmakmış gibi davranıyordu. Adama bakmaktan kaçınıyordu, çünkü başında durduğu masada görmek istemediği ve az önce kendi üzerinde denendiğinden emin olduğu bir sürü korkunç alet vardı. Eğer adama bakarsa onlara da bakmak zorunda kalacaktı. Hele az önce göz ucuyla gördüğü kafatası hiç ama hiç hoşuna gitmemiş, adama olan korkusunu daha da arttırmıştı sanki. Ona bakmaya çalıştı; kolay değildi bu, gözlerini uzun süre açık tutamıyordu. Üstelik adam ona işkence etmek istermiş gibi daha da aydınlatmıştı etrafı. Işıklar yandığı gibi öfkeli, biraz da sitemkar bağırdı.”Ah! Canımı acıyor!” ellerini gözlerine kapatmış, dizlerine eğilerek neredeyse iki büklüm olmuştu. Bir anda onlarca bıçak saplanmıştı sanki. Şiddetle, neredeyse canını acıtacak kadar bastırdı gözlerine. Kendi acısına öyle düşmüştü ki adamın yaklaştığını duymamıştı. Ancak ondan görmeyi hiç beklemediği bir ilgiyle yüzünü çevreleyen güçlü eller irkilmesine neden olmuştu. Fakat başı adama bu kadar yakınken kıpırdamaktan korkmuştu. Adamın kendisini öldürmemesi için hiçbir neden bulamıyordu çünkü. Tenine dokunan her uzvu korkunç birer ölüm makinesi gibiydi, dokunulmaması gereken iğrenç bir şeydi sanki. Huzursuzluğu hareketlerine yansımıştı. “Bırak beni!” Ellerinden kurtulmak için çırpınırken gözleri kapalıydı. Beklemediği, irkilmesine yol açan bir hareketle beli sıkıca kavrandığında soluğunun titrediğini hissetti. Daha önce hiçbir erkeğin vücuduna bu kadar yaklaşmamıştı. Tüm korkusuna ve bitkinliğine rağmen kendisini tuhaf hissetmişti. Adamın tenini gömleğinin altında hissedebiliyordu. Sıcaktı. Durdukları yerin, ellerinin tüm soğukluğuna rağmen öyle sıcaktı ki bir an sonra bunaldığını hissetti Josephine. “Bırak beni.” Tüm itirazlarına rağmen ilk defa o zaman fark etti kadın ve erkek vücudunun birbirine dokunduklarında ne kadar uyumlu olabildiğini ve yine ilk defa o an sarılma duygusunun –her ne kadar amaç şefkat göstermek olmasa da- insanı yatıştırabileceğini öğrendi. Kurtulmak için çabalamıyordu artık, ondan kaçmaya da çalışmıyordu. Tek kıpırdanışı delice kaşınan gözlerine bastırmaya çalışmasıydı ama sonunda adamın onu sakinleşmeden bırakmayacağını anlayınca yavaş yavaş azaldı kıpırdanmaları ve en sonunda da durdu. Bırakılmak istemiyordu aslında, adamın beline bastıran kolu tuhaf bir şekilde hem rahatlatıyor, hem korkutuyordu. Gözlerine dokunan eliyse ürpertecek kadar korkunç geliyordu ona. Gözkapağını açtığında tüm rahatsızlığına rağmen onun gözlerine baktı. Mavinin bu soğuk tonu öyle ürperticiydi, adamın bakışları öyle ifadesizdi ki titrediğini hissetti. Gözlerine ne yaptığını ya da ne görmeyi beklediğini bilmiyordu ama rahatsızdı işte.

Nihayet özgür bırakıldığında adamın vücudunun dokunduğu noktalar soğuğa karşı daha hassastı. Tüylerini diken diken eden tuhaf bir duyguydu bu. Ona dokunabilmeyi hem istiyor hem korkuyordu. Ona dokunmak istiyordu, çünkü az önce adamın vücuduna dayanmışken kendisini daha iyi hissetmişti. Ona dokunmaktan korkuyordu, çünkü bir tutsaktan ya da bir deney faresinden farklı olmadığını biliyor, buraya getiriliş şeklini, satın alındığını, her şeyi biliyordu. Üstelik bu adamın kendisi üzerinde bir şeyler denediğini de biliyor fakat ne olduğunu, nasıl olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Ama onun elindeki keskin neşteri görünce de öğrenmek istemediğini düşünüyordu. Göz ucuyla neşteri bırakıp makası almasını izledi. Nefret etmişti bu görüntüden. O masadaki her şey korkutuyordu onu, her birini işkence aleti gibi görüyordu çünkü. Ancak adamın söyledikleri daha da korkunçtu. Anlayamadığını düşündü bir an. “Ne?! Ne demek şimdi bu?” Elleri istemsizce gözlerine gitti. Görebiliyordu, üstelik az önceki delice kaşıntı da hafiflemişti. Üstelik bunun dışında acı çekmemiş ya da buna dair hiçbir şey yaşamamıştı. Hem bir çift göz nasıl alınırdı öylece. Şaşkın, biraz da ürkek baktı adama. Gözleri iri iri açılmıştı çünkü bir çeşit delinin eline düştüğünü düşünüyordu şimdi ve neler yapabileceğini hayal dahi edemiyordu. “Gözlerim nasıl benden ayrılabilir? Anlamıyorum. Ayrıldılarsa neden hiçbir şey hissetmiyorum? Sadece kaşıntı ve belki de biraz acıyorlar ama gözlerimi çıkarmış olsan başka şeyler hissetmeliydim!” Birden gözlerinin olmadığını düşünerek ürperdi. Canlanan görüntü korkunçtu. Bir an bir aynaya ihtiyacı olduğunu düşündü. Her şeyin yerinde olduğunu öğrenmeye ihtiyacı vardı. Platformdan indi telaşla “Bir aynaya ihtiyacım var. Kendimi görmem gerekiyor, hemen.” Duvarlara göz attı panikle. Rutubetli, soğuk ve son derece boştular. “Bir de cevaplara ihtiyacım var.” Odada bir ileri bir geri yürüyordu şimdi. Az öncekine oranla daha sakin sayılırdı. Beyni deli gibi çalışıyor, her saniye öyle çok soru geliyordu ki aklına nereden başlayacağını bilemiyordu. Sonunda platformun yanından geçerken duraksadı. Bir adam daha vardı ve belki de en son sorması gereken soruyu ilk önce soruverdi. “O adama ne oldu?” Buraya ilk getirildiklerinde adamın olduğu yere bakıyordu boş gözlerle.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Deney
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Şehirler :: Paris :: Ivanov Malikanesi-
Buraya geçin: