Odanın kapısını yavaşça aralayıp koltukta oturan annesine baktı; güzel yüzü dün yaptığı makyajın akmasıyla mahvolmuş, peş peşe içtiği sigaralar dudaklarını kurutmuştu. Yerdeki boş bira şişeleri dikkatini çekti; anlaşılan sarhoştu. Bazen onun sarhoşluğundan faydalanıp istediklerini yaptırsa da bu sefer şans yanında olmayacaktı. Vereceği tepkiyi bildiği için ona söylemekten kaçınsa da Bay Hudson’ı ikna edememişti. Telefonu, kısa ve çekingen adımlarla yaklaştığı annesine korkakça uzatıp, başını suçluymuşçasına yere eydi. Biraz bıkkın biraz da şüpheyle bakan annesi onun titreyen ellerinin arasından telefonu alıp kulağına dayadı. “Alo,” dedi ağzındaki sakızı şapırdata şapırdata çiğnerken. Efrain’in bir kez daha okuldaki veletlerden birini hırpalayıp uzaklaştırma cezası aldığını düşünüyordu. Bunun için her zamanki gibi ona sağlam bir sopa çekecekti.
Odayı duman altı eden sigarasından bir nefes daha çekerken duraksayıp koyu kahverengi gözlerini Efrain’e dikti. Yüzünde beliren korkunç ifade bir an içinde kaçma isteği uyandırmıştı, annesi bir dayakla geçiştirmeyecek kadar berbat bakıyordu. Bay Hudson konuştukça, normal duruşunda dahi kızgın bir ifade yansıtan kaşları iyice çatıyordu. Düşündüğü gibi olmamıştı fakat tüm okulu pataklayıp okuldan atılmasını bu duyduklarına tercih ederdi. Efrain’in ondan gizli kılıç eğitimi dersleri aldığını, üstüne bir de fazlasıyla başarılı olduğunu duymak belki de onun alabileceği en kötü haberlerdendi. Telefondaki adam kurs öğretmeniydi ve ülke çapında düzenlenen bir yarışma için izin istiyordu. Böylece hem Efrain’in başarısı havada kalmayacaktı hem de bu kurs için mükemmel bir reklam olacaktı. “Bakın, oğlumu benden izinsiz kursa kabul ettiğiniz için sizden şikâyetçi bile olabilirim. Yarışma işini unutun, Efrain evde çürüyebilir.” diyerek sinirle kapattığı telefonu kirlilikten rengi solan duvara fırlattı. Aslında Efrain istediği haltı yiyebilirdi; sadece onu Hypnos’a yaklaştıran şeylerden uzak durmalıydı. Babası hakkındaki gerçekleri asla söylemeyecekti Emily, Hypnos onun için büyük bir hataydı ve oğlu da bunun bedeliydi.
Annesinin soğuk ellerini teninde hissettiğinde derin bir nefes alıp gözlerini açtı; yüzünü avuçlarının içine alan Emily ona iğrenç bir şekilde bakıyordu. “Sen aptal bir hatadan başka bir şey değilsin. Sana hayatımı mahvetmemeni söylememiş miydim?” diye bağırmasıyla birlikte yüzüne sert bir tokat indirmişti. Bedeninin çıplak zemine çarpmasıyla hafifçe inildedi. Sürünerek geriye doğru çekilirken annesinin ona fırlattığı eşyalardan korunabilmek için kollarını kendine siper etmişti. Hıçkırıklar içinde ağlayıp, ona hakaretler yağdıran annesinden af dilerken nefes almayı unuttuğu bile oluyordu.
Ses kesildiğinde kollarını hafifçe aralayıp etrafa bakındı, Emily sinirden titriyordu. Ani bir hareketle Efrain’e doğru gelip hiçbir şey söylemeden bileğini sıkıca kavradı ve onu çekiştirmeye başladı. Ürkek bakışlarla seyrettiği annesi duyamayacağı kadar kısık bir sesle bir şeyler söylüyordu. Ona teslim olmakla direnmek arasında bir seçim yapmaya çalışırken annesi onu çoktan kaldırmış, peşinden sürüklüyordu.
Emily banyonun kapısını açar açmaz onu kilitleyeceğini anlamıştı; kapıyı geri kapatıp kaçmaya çalıştı. Bileğini sıkıca tutan annesinden kurtulamadı, onu içeri iteklerken hala direniyordu. Islak zeminde Emily’nin onu karnından iteklemesiyle dengesini kaybedip başını yere vurdu. Beyninde yankılanan büyük bir gürültü sonrası her yer yavaşça kararmıştı.
Aldığı keskin koku kısa bir süre içinde uyanmasını sağlamıştı. Gittikçe netleşen banyoya göz gezdirirken elini başına koydu, vurduğu yerde büyük bir ağrı vardı. Gözü kapının altından sızan siyah dumanlara kaydı; Emily evi ateşe vermişti. Alelade koşup banyonun kapısını yumruklamaya başladı yalvarışlarına Emily’nin tek yanıtı “Biliyorsun oğlum, senden hep nefret ettim.” diyerek attığı kahkahalar olmuştu. Bu sözlere alınmayı çok zaman önce bırakmıştı; annesinin sürtüğün teki olduğunu kabulleniyordu. Şu ana dek onun en rezil hallerini görmüştü; hapishanede uyandığı sabahlar evde uyandığından fazlaydı. Geneli ise fuhuş ve kavga yüzündendi.
Gözlerini yakan dumanın yavaşça bilincini de yok ettiğini anladığında banyodaki küçük havalandırma penceresine koştu. Dışarı süzülen dumanların altından nefes almaya çalışıyordu. Emily’nin sesi çoktan kesilmişti; büyük itimalle kaçıp gitmişti. Kaçması artık imkânsızdı. Yere oturup dizlerini karnına doğru çekti ve bir an önce olup bitmesi için dua etmeye başladı.
Neredeyse kapanmak olan gözlerini zorlayarak sonuna dek açtı ve etrafa bakındı; alevlerin çoktan buraya ulaşmış olması gerekiyordu. İçeriden artık duman gelmediğini fark etti; hatta banyodaki duman bile birkaç saniye içinde yok oluvermişti. Kapının yavaşça aralandığını gördüğünde sevinçle ayağa kalktı; itfaiye zamanında yetişmiş olmalıydı. Fakat kapının açıldığında kimseyi görememişti; yangın ise içeride devam ediyordu. Olabildiğince hızlı bir şekilde evden çıkarken koltukta yatan annesini gördü. Dumanın onu bayılttığını düşündü. Bir an onu çağırmak istese de vazgeçmişti; ondan nefret ediyordu. Zaten alevler onun olduğu bölgede çoğunluktaydı; oraya giderse kendi de yanardı. Binanın merdivenlerinden inerken Emily’nin çığlıklarını duymuştu fakat üzülmedi. Dışarı çıktığında onlarca meraklı insanın yangını izlediğini gördü. Küçüklüğünden beri en yakın arkadaşı olan Sheldon da korkuyla yanan binaya bakıyordu. Titreyen dizleri onu daha fazla taşıyamayacak haldeydi; yere yığılırken Sheldon’ın mutlulukla bağırdığını duydu.