Lotte Noa Krüger Ravenclaw VI. Sınıf, Sınıf Başkanı
Mesaj Sayısı : 666 Kan Durumu : Safkan. Rp Partneri : Chancellor. Özel Yetenek : Meta.
| Konu: Vincenzio Faust Paz Ocak 29, 2012 6:28 pm | |
| Ad ve Soyad: Vincenzio Faust
Kişisel Özellikleri: Anne ve babasının isteklerini bir türlü yerine getirememiş. Daha çok getirmeyi istememiş. Ona diretilen hayatı inatla reddetmiş. Bu yüzden kararlarının arkasında ailesinin istekleri yatıyor. Onları sinir etmek için elinden geleni yapar. Sadece onlara karşı böyledir. Sonra, arkadaş çevresi geniş olsun diye kendini kasmayan biri. Olursa olur, olmazsa olmaz. Sırf insanlar onun çevresinde pervane olsun diye de kimsenin kalbini incitmez. Ama bir tane bile olsa arkadaşı olmasını ister. Asosyal olmak en büyük korkusu. İnsanların ne dediğine takılmamaya özen gösterse de bunu çoğu insan gibi beceremiyor. Uzun bir süre öfke kontrol eğitimi almış ama hâlâ bu konuda ufak pürüzler çıkartıyor. Yanındaki bir kıza biri laf atmaya kalkıştığında öfkesi durdurulamaz boyuta çıkıyor. Ama nedense sadece kızlar için geçerli bir durum. Yanında erkek arkadaşı varken aynı tutumu sergilemiyor. Aşırı cesur insanlardan iğrendiği kadar kimseden iğrenmemiş. Ona göre cesaret zorlamaya gelecek bir şey değil.
RP Örneği:
- Spoiler:
Temmuz 1996 “Sana satmamanı söylemiştim. Parayı bulup getireceğimi… Hatırladın mı?” “Parayı buldun mu? Yanında mı?” “Hayır, ama…” “İşte bu yüzden buna ticaret diyorlar. Sen elin boş geldin, o ise parayla. Şimdi alacağın ya da satacağın bir şey yoksa daha fazla meşgul etme beni.”
Genç kız tezgâhın önünde bir süre bakakaldı karşısındaki satıcıya. Eğer o zamanki şartlar elverişli olsaydı bu adamla asla iş yapmayacağı aşikârdı. Gözlerindeki derin umutsuzluk fazlasıyla belli oluyordu. Ellerini cam tezgâhtan çekip yavaşça kapıya yöneldi. Eli kapının kolunu sıkıca kavramıştı. O kadar sıkı tutuyordu ki parmaklarının boğumları beyazlaşmaya başlamıştı. Kapıyı sertçe açıp kendini parlayan güneşin altına attı genç cadı ve kapıyı sertçe peşinden kapattı. Kendini aniden nemli taş sokağa atmanın yarattığı değişiklik görmezden gelinemeyecek derecedeydi. Terden saçları alnına yapışmıştı. Tek eliyle onları çekmeye çalıştı yapıştıkları yerden ve güneş her zamankinden daha da yakıcı gibi geliyordu genç kıza. Kendini Arnavut kaldırımlı dar sokağa adımını attığında dünyası başına yıkılan her insan gibi aciz bir görüntü çiziyordu dış dünyaya. Vücudunun git gide ağırlaştığını hissetti. Bu durumu abarttığını hiç sanmıyordu. Hatta tepkileri az bile sayılırdı. Eğer o kolyeyi bulamazsa annesi hiç tereddüt etmeden kızını havaya uçuracaktı. Babası ise eline ateş viskisini alıp şöminenin yanındaki koltuğa kurulup bu keyifli manzarayı seyredecekti. Ve sonunda elini boşta bulduğu her şeye atmayı alışkanlık haline getiren kızlarından kurtulacaklardı. Şu zaman kadar yaşadıkları her aile dramı yakın gelecekte yaşacaklarının yanında bir hiç kalırdı herhalde. Nereden aklına gelmişti de büyükannesinden annesine kalan o yakut kolyeyi yürütmüştü? Aklına damla damla düşen tüm bu görüntüler tonlarca ağırlığa bürünerek genç kızın omuzlarına binip onu mecalsiz bir hüzne boğmuştu. Bu manevi yükü daha fazla taşıyamayacağını anlayan genç kız hemen kendini kaldırımın üzerine attı. Bacaklarını karnına kadar çekip kafasını ellerinin arasına aldı ve dirseklerini diz kapaklarının üzerine koyup, sırtını da serin duvara dayadı. Elleri ile saçlarını kavrayıp canını yakmaya çalıştı. Belki her şey bir rüyadır da genç kız bu acıyla uyanıveriri diye bekledi umutla. Ama bekleyişleri boşunaydı. Ailesinin onun kusurlarını derinlemesine öğrendiği o geceye lanetlerini yağdırmaya başladı ama nafile olduğunu biliyordu. Zira ne o zaman gidebilirdi ne de kişiliğindeki bu ruh hastası yandan kurtulabilir. Eğer Aleksa’nın böyle biri olduğunu öğrenmeselerdi belki de şimdi endişelenecek daha basit konuları olurdu. Mesela… Aslında endişelenecek bir konusu olmazdı. Her zaman düşünmeden hareket etmesi onun sonu olacaktı besbelli. Kuzeninden intikam almak için aklına gelen ilk yolu kullanmış ve kuzeninin intikamı çok daha feci olmuştu. O günü düşündükçe tüyleri diken diken oluyordu ama kalına çoktan düşmüştü o gece ve şöminenin çıkardığı seslerli bile anımsamaya başlamıştı.
Ocak 1996 Bir gün önceki akşam yemeği genç kızın söyledikleri ile mahvolmuştu. Yengesinin gözlerinin içine bakıp biricik oğlu Nikola’nın aslında okulda nasıl biri olduğunu biraz çarpıtarak inandırıcı bir şekilde aktarmıştı. Konuşmanın can alıcı kısmı oğlunun sevgilisinin hangi binadan olduğunu söylemekti. Herkes konuşmayı bırakmış genç kızın söylediklerini düşünüyordu ve aslında yengesi ve amcası durumu hoş görüyorlarmış gibi davranıyorlardı. Ama aslında içlerinden neler söylediklerini tahmin etmek zor değildi. İşte bu yüzden olacak ki Noel gecesinde yenen akşam yemeği sessiz sedasız ve kısa sürmüştü. Yemekte neşeli olan tek kişi Aleksa’ymış gibi duruyordu. Yemeğini büyük bir zevkle yemiş ve ortaya sohbet konuları atmaya çalışıyordu. Annesi daha fazla kızının densizlik yapmasını önlemek için misafirlerini salona davet etmişti. Yemek masasından en son kalkan kuzeni Nikola olmuştu ama genç cadı bu durumu hayra yormayı tercih etmişti. Salonda boş bir koltuğun üzerine tüneyen Aleksa, babası ve onun kardeşinin iş konuşmalarını dinlemeye çalışıyordu. Bir yandan da kulağı annesi ve yengesinin moda ve sosyete üzerine yaptıkları konuşmadaydı. Aslında duymak istediği biricik amcası ve yengesinden dünkü rezillikle ilgili ufak bir kelime… Sadece tek bir kelime… Aleksa içten içe rahattı. Stanlavis ailesinin yüz karası varisi Aleksa ile mükemmel varis Nikola. Şimdi dengelerin değişme zamanıydı ona göre.
Yapılan sohbetlerin hepsi aslında öylesine yapılıyordu. Ruhu yoktu kelimelerin. Dün gece her şeyi kaybetmişlerdi. Ama o anda, tam o anda bir eksilik vardı. Yaşanması gereken bir şeyler vardı ama yaşanamıyordu. Nedenini ise Nikola’nın içeri girmesi ile anladığını sanmıştı genç cadı. Odada kuzeni eksikti. Onun boynunu büküp kaderine teslim olduğuna dair o ifadeleri eksikti. Hatta belki özür dileme merasimi. Ama onun yerine oldukça kendinden emin duruyordu genç adam. Sanki dün hiç yaşanmamış ve kimse dün söylenenleri hatırlamıyormuş gibi davranıyordu. Ama yanılıyordu. Dün yaşanmıştı ve hem genç kız hem de onun parlak zekâsı sonunda üstün gelmişti. Ellerini cebine atmaya yönelen genç kızın hizmetçinin odaya gelmesiyle aniden dikkati dağıldı. İçeri doğru koştura koştura giriyordu ve elinde genç cadının çantasını taşıyordu. Ağlamaklı ses tonu ve surat ifadesinden bir şeylerin ters gittiği o kadar belli oluyordu ki sonunda Aleksa’nın önünde durup, çantayı ona doğru salladı. Titrek sesi ile konuşmaya başladı. “Efendim çantanızın içinden garip sesler geliyor. Ve çantanız kendi kendine hareket ediyor.” Çantayı hemen yere bırakıp beş adım geriye çekildi. Eli ayağı birbirine dolanmıştı. Genç kız ne yapacağını bilemeden öylece durdu. Onun çantasından ses gelmesi ve hareket etmesi oldukça uzak bir ihtimaldi. Tam yere doğru hareket edip çantayı alacaktı ki babasının onu durduran tok sesini işitti. ”Dur sakın yapma! İçinde ne olduğunu bilmiyoruz. Kara büyü bile olabilir.” Bu tok ses onu saçma düşüncelere daldırdı. Kara büyü mü? Onun çantasında mı? Olsa olsa birkaç parça ıvır zıvır olabilirdi. Babasının hayal gücü bugün fazlasıyla çalışmıştı anlaşılan. İyi tamam dercesine ayağıyla çantayı babasına doğru itti. Gözleriyle sen aç bakalım diyordu. Kollarını birbirine dolandırıp bekledi genç cadı. Babası yavaşça çantaya yaklaşıp asasını dışarı çıkardı ve büyülü sözleri söyledi. Çantanın fermuarı hızla açılıp içinde ne varsa yere döküldü. Tüy kalemlerden tutup, kullanılmış mendillere kadar her şey vardı içinde. Birkaç tane de yarısı yenmiş çikolata ve kurabiye duruyordu. Peçetelerin alt kısmında ses ve hareket gelmeye devam etti. Odadaki tüm aile bireyleri çantanın ve yere dökülenlerin etrafına dizilmişti. Babası ayakkabısının ucuyla peçeteleri kenara çekip rahatsızca kıpırdanan nesneye bakış attı. Onunla beraber tüm ev halkı… Yerde duran pırlanta taneli broş kendi kendine çevresinde dönüyor ve ıslığa benzer ses çıkarıyordu. Yengesinin inlemesiyle hemen başlar o tarafa dönmüştü. Yengesi kekeleyerek konuşmaya başladı. “Bu... Bu benim broşum. Ama nasıl olur? Yakamda duruyordu.” Elini hemen yakasına atıp iğnesini aramaya başladı. Ama eli sadece kürk yakayı okşuyordu. Sesi histerik bir ton olup yükseldi. “Gitmiş.” Şimdi her kafadan bir ses gelmeye başladı. Amcası “Elbette yakanda olmaz çünkü burada.” derken babası hâlâ kendi kendine bunun mantıklı bir açıklaması olmalı diyordu. Bir tek annesinden ses çıkmıyordu ki o da bakışı ile düşüncelerini gayet iyi anlatabilen bir kadındı. Genç kız, Aleksa ise oldukça şaşkın yere bakıyordu. Tablonun imkânsızlığını sessice dile getirip duruyordu. Birden kulaklarında Nikola'nın sesinin çınladığını fark etti. Mantıklı ve politik bir ses tonuyla konuşmaya başladı. “Sakin olun. Anne sen broşunu ve diğer tüm değerli eşyalarını çalınmaya karşı büyülememiş miydin? Sanırım çıkan bu sesler kara büyünün değil senin yaptığın büyünün etkisi. Bu broşun Aleksa’nın çantasında olması asıl irdelenmesi gereken şey. Elbette Aleksa yaptı demiyorum bunu? Ama sorgulanmalı.” İşte sonunda genç adam zehrini kusmuştu. Aleksa hayret dolu gözlerle ona baksa da annesi hemen lafa dalmış ve otoriter bir sesler konuşmaya başlamıştı. “Hemen odana çık!” Genç kız itiraz edecek gibi olduysa da annesinin sözünü ikiletmeden odadan ayrıldı. Koridordan geçerken genç büyücüye tüm nefretini kusuyordu. Annesinin peşinden gelen ayak seslerini işitti ve merdivenlerde bekledi. Annesi ona yetişir yetişmez hemen kızın kolunu sıkıca kavrayıp konuşmaya başladı. “Sana verdiğimiz onca emek bunun için miydi? Hırsız olman için mi? Bizi ne kadar utandırdın haberin var mı senin? Şimdi gidip senin yerine o kadına ağız eğmek zorundayım. Sen cidden bu ailenin yüz karasısın. Şimdi odana çık. Cezalısın. Bundan sonra sadece yaz tatillerinde eve uğra.” Genç kız tam ağzını açıp bir şeyler söyleyecekti ki vazgeçti. Bundan sonra ne yapsa da kendisine inanmalarını sağlayamazdı.
Temmuz 1996 Ellerini hızla başından çekti genç cadı. Çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu. Bu sefer kesin evlatlıktan reddedilecekti. Kimsenin suratına bakamayacaktı. Duvardan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştı fakat kendini tekrar yerde bulmaktan başka bir sonuç elde demedi. O kolyenin nereye satıldığını öğrenmesi gerekiyordu. Kolyenin yeni sahibine ne kadar isterse o kadar para verirdi. İki katını bile verirdi. Yeter ki kolye tekrar eline geçip sağ salim annesinin kasasına geri dönsün. Bu düşünceden cesaret alan kız hemen ayağa kalkıp dükkâna geri girdi. Kapıyı açtığı anda çalan zil dükkân sahibinin arka kısımdaki depodan çıkıp gelmesini sağlamıştı ama kızı karşısında gördüğünde gözlerindeki parıltı gitmişti. “Sana kolyeyi sattım dedim. Ne anlamaz şeysin sen öyle. Hadi defol buradan!” Öfkeyle elindeki bezi yere attı. Ama genç cadı o çıkıp gitmeden önce hemen konuşmaya girdi. “Buraya kolyeyi sormak için değil onu alanı sormak için geldim. Kime sattın kolyeyi?” Adamın dudaklarında bu soruyla beraber yılışık bir gülümseme belirdi. Genç kızı iyice süzüp konuşmaya başladı. “Buralarda öyle değerli mücevherleri kim alır? Sen benden daha iyi biliyorsun bunu.” Sesi kaybolan görüntüsüne rağmen havada asılı kalmıştı. Genç kız yavaşça yutkunup belasının onu alıp gelmesini bekledi. O kişiyle muhabbetini sağlayabilecek birilerini düşündü ama aklı hep tek bir kişiye gidiyordu. O kişinin görüntüsü beraberinde gelen bir sesle örtüşüyordu. Bu sesi iyi tanıyordu. Yatakhane arkadaşı Tijane’nin sesiydi. “ Bu çocuğu başından savmakla hata ediyorsun biliyorsun değil mi? Bir kere daha düşün. Bu çocuk hayatını kolaylaştırır.” Ve haklı çıkmıştı genç kızın arkadaşı. Şimdi hangi yüzle onu görmeye gideceğini düşünmeye başladı.
*Başka bir sitede yazdığım rpdir.
| |
|
Seçmen Şapka Seçmen Şapka
Mesaj Sayısı : 476 Kan Durumu :
| Konu: Geri: Vincenzio Faust Paz Ocak 29, 2012 7:06 pm | |
| Ravenclaw! IV. sınıf. Aramıza hoş geldiniz. | |
|