Phoebe Blankship Gryffindor V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 32 Kan Durumu : Bulanık Rp Partneri : Robert Downey Jr alacak olan kişi, o kişi her kimse, işte o.
| Konu: Blank Cuma Haz. 15, 2012 1:50 am | |
| -> Phoebe Blankship. -> İngiliz, cerrah, muggle bir babası ve İngiliz, ressam, muggle bir annesi vardır. -> Birbirinden alakasız iki insandan ortaya çıkabilecek iki insandan küçük kız kardeştir. -> Phoebe'den üç yaş büyük, ondan büyücü olduğu için değil, var olduğu için olabildiğince iğrenen bir ablası vardır. Neyse ki o kiraz çöpü büyücü kanına sahip değildir. -> Yaşından fazlasıyla olgun aynı zamanda fazlasıyla aptaldır. Genelde başı beladadır. -> Fazla orijinal düşünceleri vardır. Lady GaGa gibi orijinal değil, hayır efendim, Matthew Gray Gubler gibi orijinal. Ancak bu çoğu insana aptalca gelir. Bu nedenle çevresindeki akıllı bıdıklar ona 'Blank' diye seslenirler. Asıl boş olanın kendi beyinleri olduğunu fark etseler ne güzel olurdu. -> Cadı olduğunu öğrendiğinde hiç şaşırmamıştı Phoebe, zaten bir cadı olduğunu düşünüyordu. O kadar alakasız iki insandan başka ne çıkabilirdi ki? Öğretmen mi? Mühendis mi? Bir Ood mu? Ne? -> Eğer bir büyücü okuluna gitmeseydi, Doctor Who'nun Doktorunun bir gün gelip, onu yol arkadaşı yapacağını düşünüyordu. Buna olan inancı hala tamdır. -> En büyük hayallerinden biri Heath Ledger gibi Can't Take My Eyes Off Of You söyleyebilmek ve eş zamanlı olarak dans edebilmektir. -> En büyük hobisi Reçel kod adlı Rachelle'in sapıklığını yapmaktır. Bütün gün Reçel'in peşinde dolaşır ve elinden düşürmediği bir deftere not alır. Bu defter hakkında bilinen üç şey vardır. Şimdi bu üç şeyi inceleyelim: 1. Phoebe deftere Reçel Güncesi diye hitap eder, ve onu gerçek bir insan yerine koyar. 2. Reçel Güncesi'ne Phoebe dışında kimse dokunmamıştır, bu nedenle Phoebe dışında içeriğini kimse bilmez. 3. Açıkça, Reçel Güncesi Reçel'le ilgilidir. -> Sir Arthur Conan Doyle, Shakespeare, Edgar Allen Poe, Arthur Miller, The Doors, Janis Joplin, The Beatles, Pink Floyd, Rolling Stones, Buddy Holly and the Crickets, Frank Valli and the Four Seasons gibi muhteşem isimlerle büyüdüğü için, kişiliğinin oluşup yerleşmesinde bu muteşem isimlerin çok büyük etkisi vardır. -> Aşık olduğu insanlarla arasında minimum on yaş fark vardır. Bugüne kadar kendi yaşına yakın kimseye aşık olmamış, olamamıştır. On yaşındayken, babasının Avustralya'dan gelen cerrah bir arkadaşı evlerinde misafir olarak kaldığında, gece odasına gidip onu baştan çıkarmaya çalışmıştır. Tabii, adam gecenin bir yarısı göğüsleri bile olmayan küçücük bir kızı çekici iç çamaşırları içinde, ona kötü şeyler yapmasını emrederken görünce, kalp krizi geçirdi. Yaşıyor, ancak bir daha Blankship ailesiyle görüşmedi. (Bahsi geçen cerrah 23 yaşında, sarışın, Heath Ledger aksanlı, eşsiz bir parçaydı. Phoebe ne yapsaydı yani?!) -> Çok zeki değildir, hatta beyninin yavaş çalıştığı da söylenebilir, ancak cesurdur! Eveti efendim, cesurdur. Sınavlarda her türlü cezayı göze alarak kopya çeker ve üzerine kendi bildiklerini ve çalıştığı kadarını koyarak yüksek notlar almayı başarır. İnsanların ondan hoşlanmamasının bir nedeni de budur. -> Tanıdığınızda şeker mi şeker, zevkli mi zevkli, aptal mı aptal, kedi gibi bir insandır.
- Spoiler:
"Ölümü yarım geçe koştu alev saçlı kız, Deniz bakışlı oğlanın dalgalarında buldu huzuru..." Gökyüzü, yıldızlarla donatılmış siyah elbisesini nazlı bir biçimde üzerine geçirip, dolunay ile sohbete başlayalı çok olmuştu. Saatin gece oniki buçuğu göstermesine rağmen, gözlerine zerre kadar uyku girmemişti genç kızın, açık pencerenin eşiğinde oturmuş gökyüzünü ve şehri izliyordu. Soğuk kış melteminin peşinde yaprakları sürükleyerek taşıdığı ıslak toprak, ağaç ve bir parça hüznün kokusu, her geçen saniye dayanılmaz bir özlem ordusunun vücudunu kuşatmasına neden oluyordu. Ne kadar abisine karşı da olsa, genç kızın ger gece dolunayın ışığıyla daha da güçlenen duyguları dizginlenemeyecek kadar aşırı ve tutkuluydu. Beynindeki düşüncelerin tek ve ortak nesnesi, sureti aklına düşer düşmez kalbinin çarpmasına neden olan, her ne kusuru olursa olsun hoşgördüğü, her ne yaparsa yapsın her zaman hayranlıkla seyrettiği abisi. “Alexander.” İsmini derin bir sesle rüzgâra fısıldadı genç kız, kendi hislerini ona taşıyıp yüzüne yumuşak bir su gibi çarpsın, onu rahatlatıp dinlendirsin diye. Aslında Alexander’ın bunun için ona ihtiyacı olmadığını gayet iyi biliyordu Mystee, ama öyle olduğunu ümit –belki de hayal- etmekten başka yolu da yoktu.
Derin bir nefes alıp, büyük çerçeveli, kiraz ağıcından yapılma penceresini kapatıp kaşmir perdeleri çekti. İçerisi bir şamdanın üzerindeki üç mumun zayıf ve titrek ışığıyla loşlaşmıştı. Arkasını dönüp, oldukça geniş ve etkileyici odasını inceledi tatmim olmamış gözlerle. İki kişi için bile fazla büyük, beyaz ipeklerle örtülüp üzerine kuş tüyü yastıklar bırakılmış yatağı; şehrindeki kızların hayal bile edemeyeceği kalite ve renklerdeki elbiseleri; tek bir taşıyla bir aileyi ömür boyu beslemeye yetecek kadar pahalı mücevherleri; eski rafları içi çeşit çeşit bilgilerle doldurulmuş, eskimiş satırlarıyla okunmayı bekleyen yüzlerce kitapla dolu kitaplığı… Mystee için hiçbiri bir anlam ifade etmiyordu Alexander olmadıkça, onu görmedikçe. Onun yanında olmadan nefes almanın ne anlamı vardı ki? Son günlerde suratsızlığıyla şikâyetler topluyordu çevresinden. Elbette bunun tek bir nedeni vardı; Alexander gündüzleri kendisini çalışmaya veriyor, geceleri ise Mystee’yi uzak tutmak için elinden geleni yapıyordu. Ondan gelmedikçe bir gülümsemeye karşılık vermenin ne anlamı vardı? Bu düşüncelerle yeniden dolan beyni, kalbini artık onu yoran bir tempoya sokuyordu, dayanamayacağı kadar hızlı. Yorgun, ıslak mavi gözleri, loş odadaki tek ışık kaynağı olan gümüş şamdanlığı aradı, ışığı bile göremez olmuştu. “O olmadıkça ne anlamı var ki?” Beyaz ipekten yapılmış işlemeli geceliğinin üzerine sabahlığını giymeden, olduğu gibi dışarı çıktı. Odasının kapısını kapatırken rüzgâr çıkmamasına dikkat ediyordu, tek ışık kaynağını kaybederse birisi ışık getirene kadar olduğu yerde beklemek zorunda kalabilirdi; karanlık fobisi hala yenemediği çocukça bir şeydi.
Şamdanın üzerinde hala oldukça zayıf bir şekilde titreyen üç mumun ışığının rehberliğinde Alexander’ın odasına doğru yavaş adımlarla ilerlemeye başladı. Gecenin ilerlemiş saatlerinde malikânedeki herkes uyurken Alexander uyanık kalırdı, her gece mutlaka birisi misafir olurdu ve kimse bunu bilmezdi; Mystee dışında. Masum görünüşünün altında amacı uğruna her türlü sinsilik, şeytanlık ve bencilliği yapabilecek gerçek yüzü görebilene hitap ediyordu. Alexander ise –elbetteki- onun amaçlarının hedefiydi. Kestane ağacından yapılmış kahverengi kapıların ardından ses gelmiyordu, kız gitmiş olmalıydı. Zaten hiçbiri sabahı göremiyordu, Alexander izin vermiyordu. Ne kadar kazanova bir kişiliği de olsa, ailesinin adını sarsacak herhangi bir hamlede bulunacak kadar sersem değildi.
Kapının göz alıcı işlemelerle süslenmiş altın tokmağını kavrayıp çevirdi ve ses çıkarmamaya çalışarak içeri girdi. Alexander’ın ferah tasarlanmış odası her zamankinden büyüktü gözünde. Banyosundan gelen sesler giyindiğini gösteriyordu. Bu gerçeği bilmenin verdiği utanç yüzünü anında pembeye boyamıştı. Bir yanı Alexander için bir sevgilinin hissedeceği derecede tutkuyla yansa da, öbür yanı kendini hala onun küçük kardeşi gibi görüyordu. Aniden masum tarafının baskın gelmesiyle kendi odasına koşmaya karar vermişti. Ama Mystee ne kadar geri gitmek için hamlede bulunsa bile, Alexander çoktan odaya girmişti. Üzerine geçirdiği yeni pijamaları, ıslak saçlarından damlayan su damlalarının tahta zeminde yaptığı yankı ve meraklı gözlerinin onun gözleriyle buluşması… Oracıkta yeri boylayıvermesi için yeterli olan etkenler vardı ama sıkı sıkı kavradığı kapı tokmağının soğukluğundan ve elindeki şamdandan güç sağlayabiliyordu. “Mystee? Ne oldu, neden odamdasın? Daha önemlisi, neden uyumadın?” Alexander kardeşinin cevap vermesini beklerken elindeki havluyu saçlarına götürüp bir iki kez karıştırdı, havlu saçlarının neminin bir kısmını almıştı, ama herhalinden yorgun olduğu belli olan çehresi bu işi daha fazla yapamayacağını gösteriyordu. “İşte,” diye fısıldadı içinden bir ses Mystee’ye. “Yanında kalman çin bir fırsat. Yardım et ona.” Kan dolaşımıyla artan vücut sıcaklığından dolayı ısınan kapı tokmağını bırakıp boğazını temizleyerek olabildiğince normal bir ses tonunda geciken cevabını verdi. “Uyku tutmadı, gözlerim bir türlü kapanmadı. Ne yapsam nafile. Senin yanına gelmiştim bir umutla, belki bana eskiden olduğu gibi şarkı söylersin diye…”Bu sözler karşısında abisinin ona kızamayacağından o kadar emindi ki, kırmızı dudaklarına çekici kıvrımlar kazandıran zrif bir gülümseme yerleştirdi. Tam da beklediği gibi sarışın adam gülümseyerek pes edercesine çarşafları bozulmuş yatağına oturdu. Hala son bir gayretle saçlarını kurulamaya uğraşıyordu. Mystee gülümseyerek elindeki şamdanı Alexander’ın komidininin üzerine bıraktı. Yatağına çıkıp arkasına geçerek ellerinden beyaz havluyu aldı ve yumuşak hareketlerle saçlarında gezdirmeye başladı. Elleri saçlarında gezdikçe genç adamın yüzüne yayılan rahatlama duygusu onu da mutlu edip andan ana biraz daha ona hayran kalmasına neden oluyordu. Mutluluğu kalbindeki sızıyı hissetmesine engeldi; artık alıştığı o acı, aşk, onun için çok da büyük bir olay sayılmazdı. Bu tutkuyu kazandığı ilk zamanlarda Alexander’ın yüzünü her görüşünde sanki hançerler aynı anda batırılmışçasına kalbini ağrıtan, içinden çığlık çığlığa bağırmasına neden olan acı, artık yerini ufak bir sızıya bırakmıştı; ya da Mystee artık alışmıştı, onu sevmek eskisi kadar yaralamıyordu kalbini. Alexander, kardeşinin ricasını yeni hatırlamış gibi ufak bir ses çıkararak, Mystee’ye tanıdık gelen bir şarkı mırıldanmaya başladı. Şarkı alev saçlı bir kız ile deniz bakışlı oğlan hakkındaydı. Mystee gerçek annesini küçükken kaybedince, her gece birisinden bir şarkı dinleme ritüelini abisiyle devam ettirmişti. Daha bir masa boyunda bile değilken geceleri alev saçlı kız ile deniz bakışlı oğlanın hikâyesini dinlerdi abisinin notalarından. Ama asla öğrenememişti hikâyenin sonunu, çünkü hep uyuyakalırdı duyamadan. Alexander’a sorunca abisi gülerek “Yarın akşam öğrenirsin, Myst.” diye onu hayal kırıklığına uğratırdı. Alev saçlı kız ile deniz bakışlı oğlan birlikte bulutların üstünde yıldızları seyretmeye devam etmişler miydi? Mystee yıllar sonra bile, aynı şarkıyı aynı hayranlıkla dinliyordu. Abisinin ipeksi sesi kulaklarına ulaştıkça kalbine inen hançerler acıtmaya başlıyordu. Çünkü derine iniyorlardı, yarayı düşüncesizce deşiyorlardı, tek amaçları kanatmaktı ve buna ulaşıyorlardı. Mavi gözlerinden akan iki damla yaş, havlunun üzerine damladı. Alexander’ın sesi kesilmişti. Belli ki ne olduğunu anlamaya çalışıyordu, ya da neler söylediğini. Mystee’nin hıçkırıkları odayı doldurana kadar onun kucağında, kendini ona teslim etmiş bir şekilde sessizce durdu. Ama sesi artınca arkasını dönüp neler olduğuna baktı. Kız kardeşinin meleksi beyaz yüzü gözyaşlarıyla ıslanmış, siyah saçlarının yüzüne yapışmasını sağlamıştı. Alexander elleriyle saçları bir kenara çekti ve gözlerini kuruladı. “Myst, sorun ne? Son günlerdeki karamsar halin gözümden kaçmıyor değil. Başkasının yanında gülmüyorsun, her an benim yanımda olmaya çalışıyorsun, beni sana özel kılan şey ne?” Sorusunun yanıtını alamayacağını biliyordu, beklediği gibi aldığı tek şey hıçkırıklar ve üzgünce bakan ıslak mavi bakışlar olmuştu. Kollarını Mystee’nin etrafına sardı ve bir süre göğsünde ağlamasına izin verdi. Kız hemen pijamalarının yakasına yapışmıştı. Yüzünü boynuna gömüp ağlamaktan yorgun düşene kadar gözyaşlarının konuşmasına izin verdi. Sonunda hıçkırıkları sakinleşince, abisi kızın çenesini sol eliyle kaldırıp yüzüne baktı. Yanaklarını okşayan parmakları meraklıydı, sanki ona dokundukça nelerin olduğunu öğrenebilecek gibi. Sonunda kendisi de yorulmaya başlayınca Mystee’yi kollarının arasından ayırmadan başını yastığa yasladı ve bir eliyle kızın kuzgun karası saçlarını okşamaya başladı. Kendi gözleri kapanmaya meyillendikçe onları durduruyordu, ilk önce kardeşinin uyumasını bekleyecekti. Dudaklarını aralayarak şarkısına devam etti, biraz sonra nefes alış-verişlerinin düzenli hale gelip uyumaya hazır olacağını biliyordu. Ne kadar büyürse büyüsün, Mystee her zaman çocuk gibiydi; çocuklar kadar masum görünümlü, ilgiye muhtaç ama bir o kadar sinsi. Alexander da sonsuza dek onun saygıdeğer abisi olacaktı. Ya da o böyle düşünüyordu...“Ağladı alev saçlı kız, yıldızlar döküldü yanaklarından, Hayalleriydi onu kandırıp, aşkını sonsuz uykuya yatıran...”
| |
|
Seçmen Şapka Seçmen Şapka
Mesaj Sayısı : 476 Kan Durumu :
| Konu: Geri: Blank Cuma Haz. 15, 2012 7:27 am | |
| | |
|