Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Başlangıç

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Leoxry X. Buzz
Vampir
Vampir
Leoxry X. Buzz


Mesaj Sayısı : 4
Kan Durumu : Ilık

Başlangıç  Empty
MesajKonu: Başlangıç    Başlangıç  Icon_minitimePtsi Mayıs 28, 2012 8:29 pm

Leoxry X. Buzz & Ignazio Moratti

    Vücudumun kaybettiği bütün sıcaklık nereden geldiğini bilmediğim bir şekilde ısınıyordu. “En son ne zaman böyle bir şey hissetmiştim? Ailem bile bana böyle sevgi ve şefkatle yaklaşmamıştı.” Böyle bir hissin nereden geldiğini, kimin benim gibi bir insana böyle duygular ile yaklaşacağını merak ediyordum. Gözlerimi hafifçe araladığımda başımdaki ve neredeyse bütün bedenimi kaplamış olan ağrıyı fark etmem çok vakit almamıştı. Gözlerime batan güneşin verdiği acıyla tamamıyla mükemmel bir güne başladığımı hissedebiliyordum. Vücudumun her tarafı acı içinde yanıp tutuşurken, karşımda bu kadar alımlı, kendine özen gösteren birini göreceğimi beklemiyordum. Beynimin içinden geçen tek şey acaba hangi ucube beni ne amaç ile kurtarmıştı sorusuydu.

    Vücudumun ağrısına rağmen ayağa kalkmayı başarmış olsam bile kalktığım yere bir tosbağa misali tekrar çökmem göz açıp kapayınca ya kadar gerçekleşmişti. Ortamın aydınlığına, alışmaya başladıkça karşımdaki kişiyi daha rahat seçebilir hale gelmiştim. Altın sarısı saçları, yapılı vücudu ve uzun boyu ile tam bir modeli aratıyordu. Böyle biri tarafından kurtarılmak beni bir nebze bile olsun sevinmişti. Üzerimdeki kıyafetlerden gelen o hoş kokusu ise bana verdiği kıyafetlerin kendi kıyafetlerim olmadığını anlamam yetmişti. Sefil hayatı çeken birinin, bu kadar temiz ve hoş kokulu kıyafetlere sahip olması günümüz koşulları ile pek mümkün değildi. Üzerimdeki kıyafetler temiz olmasına rağmen belli yerlerde kan lekeleri vardı, lekeleri gördükçe başıma ne kadar ciddi bir şeyin gelmiş olabileceği fikri gitgide yoğunlaşıyordu. İnsan durduk yere başka birini evine almazdı öyle değil mi? Başıma ne geldiğini hatırlamaya çalıştıkça vücudum ısınıyordu, kontrolü yitirdiğimin farkındaydım. Bu alımlı adamın elinde eğer bilmediğim bir sebepten dolayı kontrolümü yitirecek olursam acaba ne yapabilirdim. Kontrolümü yitirince neler olacağı hakkında hiçbir fikrim bile yokken, on dokuz yıllık vücudum git gide benden uzaklaşıyordu. Sanki farklı bir benlik benim vücudumu ele geçiriyordu. Kontrolü kaybettikçe hatırlamaya başlıyordu, hatırlamaya başladıkça kontrolü kaybediyordum. Zincirleme, sonu gelmeyecek gibi gözüken bir reaksiyonun ortasındaydım…

    Parçalar yavaş yavaş yerine oturmuş. Dün gece normalde gittiğim yolu kullanmak yerine metroya yetişebilmek için kestirme yolu kullanmaya karar vermiştim. Küçükken annelerimiz “Akşamları karanlık sokaklara dikkat et.” Dediği türden bir sokağı anımsatıyordu. Normalde böyle bir sokaktan geçmeyecek olsam bile insanların hayatlarına hiç işleri düşmeyecekleri yerlere bile hayatlarına bir kez bile olsun uğramaları gerekiyormuş. Karanlık sokakta ilerliyordum, gecenin de ilerlemesiyle birlikte şehre çöken sis şehrin kontrolünü eline alırken ortamın sessizliğini birkaç seviye daha da korkunçlaştırıyordu. Normalde yürümeyeceğim kadar hızlı atıyordum adımlarımı, hatta koşmaya başlamıştım. Sanki biri, hayır bir şey beni izliyordu. İçimden bir ses uyuyan kurdu uyandırdığımı, bir kurt inine girdiğimi söylüyordu ve bu yaptığımın cezasını büyük bir bedelle ödemeyecektim.

    Nereden geldiğini bile anlamadığım bir şekilde önüme çıkan bu kadın, gecenin bu sessizliğinde bile duyulmayacak kadar sessiz adımlarıyla içimi ürpertiyordu. Aramızdaki mesafenin nasıl kısaldığını anlayamadan kadın bir anda dibimde beliriverdi. Vücuduma bir ağırlık çökmüş gibiydi, sanki dünyanın bütün yer çekimi benim üzerimde toplanıyordu. Hayır! Sorun bende değildi, karşımdaki şeydeydi, farklıydı. Günümüz insanlarının normal insan diye adlandırabileceği bir canlıdan çok daha farklıydı. Nefes alıp-verişlerini üzerimde hissedebiliyordum, üzerimde ki bu baskıdan kurtulmak istiyordum. Var olan gücümle çığlık atıp, haykırmak istiyordum ama terlemekten başka bir şey yapamıyordum. Bir avcının avı etrafında daireler çizdiği gibi o da benim etrafımda daireler çiziyordu. Hareket etmem gerektiğinin farkındayım ama edememek canımı çok sıkıyordu. Saniyeler dakikalar gibi geçiyor bu geçmek bilmeyen dakikalar ise ömrümden ömür yiyordu. Kadına bakmaya çalışıyordum ama göz göze gelmekten de bir o kadar korkuyordum. Değişik bir havası vardı, insan olmadığına tamamen kanaat getirmiştim. Bir insandan, daha önce tanıştığım insanların hiçbirinden böyle bir öldürme arzusu hissetmemiştim.

    Ben onu incelerken o da beni inceliyordun, gecenin karanlığında bu olaylar saniyeler içinde yaşanıyordu. Ama ben başıma gelecekleri çoktan anlamıştım, hayatımın böyle rezil bir sokakta sona ereceğini hissedebiliyordum. Bu kadın tarafından öldürülecektim ama ne uğruna öldürülecektim. Vücuduma söz geçiremiyordum, zorluyordum kendimi hareket etmeye ama nafile olmuyordu. Bu kadar acınası olmak, hayatımın tamamında olduğu gibi hiç bir şey yapamayıp olup bitene seyirci olmak… Kendi sonuma bile müdahale edememek…
    Ben normalde ağlamayı acınası bir şey gören kişi, korkusuna ve acizliğine yenik düşmüş. Hayatta en nefret ettiği tip insana dönüşmüştü. Kadınla aramızdaki mesafe artmıştı, içimden bir ses “Şimdi, tek şansın bu.” İç güdülerime teslim etmiştim kendimi, kadının arkası dönüktü bana. Beni bir av olmaya bile değer görmediğinin belirtisi miydi bu? Hayatta doğru düzgün bir birey olmadığımı biliyordum ama bir av, bir yemek olmaya bile değer olamamak bir kez daha hatırlatmıştı bana ne kadar sefil ve değersiz olduğumu…

    Koşar adımlarla oradan uzaklaşmaya çalışıyordum ki denk geldim o duvara. Ah o kocaman duvar, gecenin zifiri karanlığında biraz önce arkamda olmayan o lanet olası duvar… Bana doğru yaklaşan ayak seslerini duyabiliyordum, sırtımdan boşalan terler ise korkumun zirvesinde olduğumu belli ediyordu. Omzuma elini koyması ile tek verebildiğim böğrümden gelen “Ah” sesiydi. Arkamı döndüğümde kadını görmeyi bekliyordum ama karşımda dört kişiyi görmek mükemmel gecemi yıldızlarla donatmaya yemişti. Çok geçmeden karnıma yediğim yumruk ile, bir kadının ne kadar güçlü olabileceğini öğrenmiş oldum. Bugüne kadar içinde bulunduğum kavgalarda bile böyle bir dayak yememişken, bir kadının elinden sanki iç organlarımı patlatabilecek kadar kuvvetli bir darbe yemek…

    Çok geçmeden karanlığın içinde zifiri karanlığı yaşamaya başlamıştım, iç organlarımın zarar ördüğüne yüzde yüz emindim çünkü ağzımdan kan gelmeye başlamıştı. İş ciddiye binmişti, tek şansım vardı ve bunu da nereden geldiğini bilmediğim şu arkamdaki lanet olası duvara borçluydum. Kaçmam gerektiğini biliyordum ama karnımdaki bu ağrı ile nefes bile almakta zorlanıyorken bu ne olduğunu bilmediğim kişilerden, canlılardan nasıl kaçabilirdim ki. Gözlerimin geriye doğru döndüğünü hissedebiliyordum. İkinci darbeyi de yememle bu işin burada sona ereceğini, yarın gazete manşetlerinde “Roma’nın arka sokaklarında yirmili yaşlarında genç ölü bulundu.” Tarzında bir başlıkla kapaklarda olacaktım. Yere serildiğimde neler olduğunu çok hatırlayamasam da boynumu o büyük acı ile parçalayan dişlerin girişi aklımdan çıkmıyordu… Hafif ıslak zeminde bilincimi kaybetmeye ramak kalmış bir şekilde yatarken, vücudumun soğumaya başladığını, bu dünya ile olan bütün bağlarımın tek tek kopmaya başladığını hissedebiliyordum.

    Kadın ve arkadaşları benim yolumu kapayan duvara doğru ilerliyorlardı. Kullanılmış bir eşya gibi sokağın bir köşesine atılmıştım, hareket bile edemeden sadece etrafımı izliyordum ve ölümümü bekliyordum. Kafamın içinde tek bir soru vardı, “Niye duvara doğru ilerliyorlardı?” sorumun cevabını görmek istiyordum. Kafamı çevirip nereye gittiklerine bakmak istediğimdeyse benim yolumu kapatan duvarın yerinde olmadığını fark etmiştim. Acınacak halde olmama rağmen, başıma gelen olayları hala anlayabilmiş değildi. Etraf yavaş yavaş kan gölü olurken ben sinir bozukluğundan veya akıl kaybından gülümsüyordum. Gücüm olsaydı kahkahalar bile atabilirdim, böylece bu arka sokakta hayata gözlerimi kapamıştım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Ignazio Moratti
Doktor
Doktor
Ignazio Moratti


Mesaj Sayısı : 4
Kan Durumu : Muggle

Başlangıç  Empty
MesajKonu: Geri: Başlangıç    Başlangıç  Icon_minitimeÇarş. Mayıs 30, 2012 4:30 pm


    Genç adamın bulunduğu oda, düşük bütçeli filmlerde karakterin kendisiyle olan çatışmasının geçtiği sahnelerdeki uçsuz bucaksız beyazlıkla yarışabilirdi. Bünyede çamurla bulanmışlık hissinden sonra ilk defa suyla kavuşma sırasındaki aykırılık, yabancılık ve ait olamama hissini uyandıran bu steril ortama sadece genç adamı alaycı bakışlarla süzen kızın siyah giysileri uymuyordu. Ignazio, düğmeleri iliklenmemiş beyaz gömleğinin önünde tuttuğu kravata uykulu ve odağını kaybetmiş şaşı gözleriyle esnerken kızın sabırsızlığının giderek arttığını gözlemleyememek mümkün değildi. Ellerinin beceriksiz birkaç gelişi güzel çabasından sonra kendini toplanmamış ve odanın beyazlığına son derece uyumlu yatağa kendini dikkatsizce bıraktığında acıyla irkildi. Eli istemsizce başına gidip gözünün hizasına bir adet yaka kartı ile geri döndüğünde, elindeki küçük ama kenarları sivri nesneyi ne zaman oraya attığını gözlerini kırpıştırarak hatırlamaya çalıştı. Onun bu acelesiz ve hantal tavırlarına daha fazla katlanamadığı belli olan kız ise büyük bir hışımla kravatı çektiğinde, Ignazio’nun bedeni de elinde olmadan onunla birlikte kalkarken birkaç öksürüğün ardından kızın kravatı bağlamasına izin verdi. “Bir şey ima etmeye çalıştığın söylenilebilir mi, Nina?” Buz mavisi gözleri, rengine yakışır bir şekilde buz gibi olan Nina, özellikle yapmacık olduğu belli olan bir gülümsemeyle kravatını bağladıktan sonra gömleğini baştan savma bir hareket çekiştirip duvara yaslandığında Ignazio sesi giderek artan bir gülüşle başını salladı. Kabullenmişlik… Gözleri üstünden ayrılmayıp nefes verişine kadar gözetimde olduğu çok barizken mesajı almamanın ya da almıyor gibi davranmanın çok tehlikeli olabileceği bir yerde duruşunun yer aldığını biliyordu. Nihayet üstüyle işi bittiğinde, o an ne ağacından yapılmış olduğundan emin olamadığı oymalarla dolu ailesinden kalma masasının önündeki tahmin edilmesi çok zor(!) bir şekilde özensizce atılmış ceketini üstüne geçirip hemen yanı başında duran postacı tarzı çantasını boynundan geçirdi. Çıkış kapısına paralel yerleştirilmiş aynanın önünden geçerken aniden durduğunda hastaneden ayrılıp kendi özel kliniği açtığından beri tıraş olmamasının sonucu olan kirli sakalına eli giderken hafif bir şekilde iç çekti. Arada kalmış olmanın ikileminin hissindeyken düşüncelerini arkadan gelen bir ses böldü. Ignazio’yu irkilten kızın daha fazla dayanamayarak büyük bir gürültü içerisinde arabasına yönelmiş olmasıydı ki, bu onu ulaşım seçeneği olarak metroya bağımlı kılıyordu. Bunun kendisinin vurdumduymazlığı olduğunu kabul ederken ağzından olabilecek en doğal ve sakin bir şekilde küfürler sıralanırken anahtarlarını cebine atıp kendini sokaklara bıraktı.

    Sokaklar… Her zamanki cazibesini koruyordu elbette. Metroya gidebileceği çeşitli yolları ve arka sokakları düşünürken hangisinin daha fazla önceliği olduğuna karar vermeye çalışıyordu. Kalabalık olanları yolunu uzatmadığı sürece tercih etmezdi. Geriye kalan seçenekler arasındaki sokakların üzerindeki dükkanlarda, satın alması gereken bir şey olup olmadığını düşünürken belli bir yere yönelmişti. Yol ayrımı yapması gerektiğinde aklının köşesinde sürekli camını tamir ettirmeyi unuttuğu saat belirmiş ve neden yola çıkmadan önce hatırlamadığı ile ilgili kendine lanetler savururken asık bir suratla diğer yolu; genelde eski bakımsız evlerin ve insanların fazla yaşamadığı, turistler açısından tamamen kapalı olan yolu tercih etmişti. Genelde bu evlerin girişleri bile saklı köşelerdeydi. Bir apartmana girmeniz için köşedeki müzik enstrümanı dükkanına girip diğer bir girişinden çıkarak başka bir girişi olmayan bir avluya çıkmış olabilirdiniz. Gotik mimarinin bu kuralına genelde bakımsız ve eski, sokak planı hiçbir zaman önemsenmemiş ve de önemsenmeyecek şehrin kuytu köşelerinde ya da mimarisi ve tarihi önemsenen, yabancıların bilmese ya da keşfetmese de olacağı kiliselerinde geçerli olurdu. Kendisi bile burada doğup büyümesine ve tüm sokakları bilmesine rağmen bu gizli avluların ve apartmanların girişinin tam olarak nereden olabileceğini kestiremez, önceden ayarlanmış randevulara erken gittiği halde bütün boş zamanını girişin nerede olduğunu bilen birisini bulmakla harcadığı olurdu. Tarihi şehirlerin bunun gibi birtakım kusurları oluyordu. Asla modern çağa ve modern insanların kurallarına uyamazdı. Ne kadar turizm geliri ve kültür açısından değeri olursa olsun, yerel halk bundan hoşlanmazdı. İnsanların hayatını zorlaştıran yöntemler niye sevilsin ki? İskandinavya’daki yapma şehirlerin insanlarının lüksü çok daha yüksek sayılabilirdi. Tabii, bu bazı şehirler için istisna sahibi olabilirdi ama Roma, kesinlikle bu şehirlerden birisi olmaktan çok uzaktı. Bir ağlayış sesi duyduğunda gözlerini devirdi, bir sokak kavgası daha! Potansiyel bedava bilet diye düşünürken gördüğü porselen dükkanına kendini attığında ilk olarak beklediğini bulamamanın verdiği huzursuzlukla kıpırdansa da daha sonrasında dükkanın en köşesinde, alçak küçük bir çıkışı fark ettiğinde gülümsedi. Avlular, zeki yazarlar için süper kahramanlarının yöntemlerine bir ilham kaynağı olabilirdi. Gerçi kendisi ve benzer vakalarda bu, süper doktorlar olarak düzeltiliyordu. Rengarenk pastel renkli binaların olduğu avlunun köşesinde yukarıya doğru uzanarak dönen merdiveni gördüğünde dudaklarına bir gülümseme ilişmişti. Bir avludan tahmin edebileceklerinin en iyisini vaat etmesini beklemiyordu ama o gün, şanslı günü sayılabilirdi. “Ah.” Sese veya sesin kime olduğuna aldırmadan yarım duvarlara sahip taş köprünün köşesine sessizce eğilip duyduklarına kulak astı. Yüzünü buruşturarak geriye sadece bir tane yaralı kalmasını diledi. Devlet, yol hizmetine kadar yaptığı her şey için ona harcadığı her kuruşu kat kat ödese de, birbirine öfkeli iki yaralıyı küçük bir klinikte idare etmek pek kolay sayılmazdı. Nefesini tutarak yeterince bekleyip sessizliğin uzun sürmesinden tatmin olduğu anda bir çocuk çığlığı duydu. Pekala, yaralısı büyük ihtimalle kendinde değildi ve hala oradaydı. Sadece bir tane olduğunu umarak tedbirli bir şekilde kafasını sokağa uzattığında kanlar içinde yatan adamı gördü. Sorun yok gibi gözüküyordu. Merdivenden zıplayarak hızlı bir şekilde avluyu geçerken eli telefonda taksiyi arıyordu. Sokağın adresini verdikten sonra gülümsedi, bu sıralar fazla yaralısı olmamıştı ve bu seferki işinden de olmak istemiyordu. Çocuk koşarak ortalıktan kaybolduğunda sokak hiç olmadığı kadar ıssızdı. Yerdeki bedene yaklaştığında yaralarını inceleme amacıyla yere çömeldi. Giysileri ve yer kan doluydu, yaşamasından umutlu olmaması gerektiğini düşünürken yaralı olması gereken vücutta fazla bir şey olmadığını fark etti. Durumu garipsese de daha sonrasında olayı bir mantığa oturtturabilmişti. Kanlar, başkalarının olabilirdi ve bu kadar kana bakılırsa, şanslarına karşısındaki adamın başına vurup baygın hale gelmesini sağlamış olabilirlerdi. Bir fren sesinin ardından yanı başındaki taksiyi fark etti. Yaraları yoktu, tıbbi müdahale gerektirecek yok olsa da ağır yaralı gibi gözüküyordu. Bir şey söylemeden taksiciyle birlikte adamı arkaya oturtturup doktor kimliğini gösterdikten sonra dudaklarını büzdü. Sahte bir raporu kabul etmesi sonucunda ödeneği paylaşabilirlerdi, değil mi? Ancak bunun için bir anlaşma gerekiyordu. “Kliniğe değil, evime.” Yol boyunca ifadesizliğini korurken adamın bilincinin evdeyken yerine gelmesini diledi. Beyne gelen darbeler için evde de testler yapabilirdi, o zaman kliniğe de gidebilirdi. Ancak o tarz bir kavgadan sağ çıkmış kişilerin karşısındakine yapabileceği darbe de sınırlı olmalıydı. Potansiyel yaralıyı eve taşırken taksicinin kandan dolayı ürperdiğini hissettiğinde gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Nihayet yalnız kaldığında adamın vücudunu önce banyoya taşıyıp sonra köpükle kısmen silip yeni kıyafetleri zar zor giydirdi. Bilinçsiz bedeni duvara yaslayıp üzerinden atlayarak ileriye yöneldi. Eski giysileri ve kendi gömleğini bir kovaya attığında yerdeki onca kanın görüntüsü, kliniğin daha doğru bir karar olup olmadığını düşündürtmüştü. Lavaboda kollarını yıkarken saçlarına ve yüzüne gelmiş olan birkaç damla kanı umursamadı. İşini olağanca hızlı bir şekilde bitirdiğinde adamı hızlıca mini bir klinik haline dönüştürdüğü eskiden boş olan odadaki yatağa taşırken doktorların sağlıklarına önem verdiklerinden dolayı yaptıkları spordan değil, insanları taşımanın yükünden dolayı kaslı bir yapıya sahip olduğunu düşündü aksi bir şekilde. Hastası üzerinde testleri bitirip sonucu beklemeye geldiğinde asabi bir şekilde bilgisayarın ekranına bakarken homurdanıyordu. Gözlerinin kapanmaya başladığını hissettiğinde duyarsız bir tavır göstererek kendini yatağın önünde yer alan kanepeye bıraktı.
____
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Leoxry X. Buzz
Vampir
Vampir
Leoxry X. Buzz


Mesaj Sayısı : 4
Kan Durumu : Ilık

Başlangıç  Empty
MesajKonu: Geri: Başlangıç    Başlangıç  Icon_minitimeCuma Haz. 08, 2012 9:51 pm

    Sakinleş koca oğlan sakinleş, anılarının seni bilmediğin yöne sürüklemesine izin verme. Ölüm sahnemdeki kan kokusu, gözlerime çöken o karanlık perde yavaş yavaş gün ışığı ile buluşuyordu. Vücudumun kontrolü yavaş ama kontrolsüzce olsa tekrar bana geri dönüyordu. Nefes alıp verdikçe, sinirlerimi kontrol ettikçe sahip olduğum ve olacağım kontrol gitgide oturuyordu. Gün ışığını tekrar cildim de hissediyorum, kaslarımdaki o lanet acı tekrardan bedenime yavaşta olsa dönüş yapıyordu ki, buna katlanmak pekte hoşuma gitmiyordu. Kendime geldiğimde ayakta olmayı umuyordu ama insanın istedikleri her zaman gerçekleşmiyor…

    Vücudumun kontrolü bendeydi ama ağrılar beni hala serbest bırakmıyordu. Dünya’yı tam olmasa da tepetaklak görmek hoş bir duyguydu. Yüzümün ve bedenimin çoğunluğunu saran bu soğuk zeminin verdiği rahatlıkta olaya biraz daha pozitif bakmama sebepti. Ayağa kalktığımda kimsenin benim kontrolden çıkmış olmama aldırmadığını ve kimse ile kastım odada bulunan tek kişiydi. Kendime böyle paradokslar yaratarak nasıl bir eziyet çektirmeye çalıştığını bilmese de karşısındaki kişinin yorgunmuş gibi bir tavır sergilediğini, odaya vuran ışıklardan günün çok geç olmadığını ve niye böyle bitkin bir şekilde kendini yatağa koy verdiğini sorgulamaya başlamıştı.

    Düşünürken kendisini buraya kadar taşımış olacağını tahmin etti bir an için duygulanmış olsa da karşısındakinin ne istediği hakkında en ufak bir bilgisi bile yoktu. Uyuyan daha doğrusu uyumaya çalışan birini rahatsız etmek istemese de neler olup bittiğini vücudundaki bütün hücreleri ile merak ediyordu. Kendi kendine biraz konuşsa da sesi çok çıkmıyordu. Çok geçmeden vücudunda kaşıntı hissetti, koluna baktığında bir iğne yarası gördü. Kuşkulu bir durumdu, evi bir doktorun evini anımsatıyor olsa da karşısındakini hayatı boyunca hiç görmemişti ve ne cüretle onun vücudundan izni olmadan kan alabiliyordu veya iğne ile her ne yapabiliyordu.

    Aklından binlerce saçma teori geçiriyordu, acaba şuan hayatında maddi sıkıntıları olduğu için organ mafyasına organlarını satmayı düşünen bir insanla aynı odada bulunuyor olabilirler miydi?... Sorunun cevabını araştırmadan, en azından olduğu yerde etrafına ve adama boş boş bakarak öğrenemezdi. Adamın onu fark etmeyeceği konusunda emindi, sebebi çok net bir şekilde ortadaydı, nefes alıp verme şekli insanın uykuya dalmadan önce gerçekleşiyordu. Kalp atış hızı ile doğru orantılı olan bu nefes alıp vermeler yatan adamın onu fark etmeme olasılığını yükseltiyordu. Sessiz adımlarla atıyordu ama adımlarını hala kafasındaki sersemlik ile düzgün atamazken adamın yanına gitti. Adamın yüzünde hiç bir katili anımsatan ifadeler yoktu, ama uyuyan bir insanın yüz fonksiyonlarını kontrol etmemesi, edememesi olağan bir durumdu.

    Otoritesini göstermesi gerekiyordu ama vücut fonksiyonlarını tam kontrol edemediğinden karşısındaki kişiye zarar vermekte istemiyordu. Adamın boğazına anı bir şekilde yapışıp kendine gelmeden bulunduğu kanepeye çıkarak üzerine bindi. Boğazına yaptığı baskı ile adama tehditkar bir hava vermeye çalışıyordu. Sesini kalın ve yüksek bir şekilde çıkarıp “Benden ne istiyorsun ve beni buraya ne için getirdin? Vücudumdaki bu iğne izlerinin cevabını vermek ölüm döşeğinde olan birisi için pek zor olmamalı.” Tarzındaki cümlesi ile birkaç saniyeliğine havalı olduğunu düşünmüştü ama daha da merak ettiği şey karşısındaki herifin vereceği cevaptı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Başlangıç
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Şehirler :: Roma-
Buraya geçin: