"And if you go, I wanna go with you.
And if you die, I wanna die with you.
Take your hand and walk away."
Acımasızlık. Aklına oyunlar geldiği zaman bağdaştırdığı onlarca şeyden biriydi bu. İnsanların ölmesinden zevk alan insanları anlamak mümkün değildi. Corinna bu konuda, oldukça ters düşüncelere -özellikle mıntıka meydanında söylenmeyecek türden- sahipti. Bunları dile getirirse, ölümünün kaçınılmaz bir son olacağını biliyordu. Asıl ironiyse, yüksek ihtimalle her türlü öleceği idi. Bu sene ismi tam 20 kez kuraya girecekti. Ailesinin durumu kötü değildi fakat, mıntıkada onlardan daha iyi durumda olanlar da vardı. Tabii, bu da, mozaik taşı almalarına bir engel değildi. "Eğer mıntıka meydanındaki ağaçta asılı kalmak istemiyorsanız, kurallarımıza uyacaksınız, isyan çıkarmayacaksınız. Bakın, en ufak bir hareketinizde ölümünüze sebep olabiliyoruz. Daha da kötüsü, çocuklarınızın ölümüne." Capitol'ün göz korkutmalarının küçük bir kısmıydı bu sadece. Oyunlar bunun büyük bir kısmını zaten kaplıyordu.
Toplama Gününden Bir Hafta ÖnceKızın suratını yutuyormuşçasına çevreleyen rüzgar, son zamanlarda kızı rahatlatan ender şeylerdendi. Noel yaklaşıyordu. Toplama günleri yaklaşıyordu. Bu konuda kendisi için bir kez bile endişelenmemişti kız. Nedenini bilmediği halde bir şekilde başa çıkabileceğini düşünüyordu. Endişelendiği kişi Conerus'tu elbette. O da aynı şekilde bununla başa çıkabilirdi belki ama Corinna onun ölebilme ihtimalini kabullenemiyordu. Neredeyse iki ay önce, onun hakkında endişelenmesini açıklayamamasına rağmen; son zamanlara kadar kendine bile açıklayamadığı duyguları, kendine bir beden bulup ortaya çıkmıştı sonunda. Conerus'u seviyordu. Beş yaşındayken beraber yüzdükleri andan itibaren.
Nereye gideceğini o değilde ayakları biliyordu sanki. Onlara komut vermeden gidiyormuş gibiydiler. Conerus'un sahilde olacağını biliyordu. İkisinin en büyük ortak noktası; kokusuyla onları sarhoşa çeviren denizi çok seviyor olmalarıydı belki de. Sahile ulaştığında, mıntıkanın her yerinde duyulan fakat bu noktada yoğunlaşan kokuyu içine çekti. Az sonraysa, gözleri hemen -özel yerleri- olarak belirledikleri içi oyuk, mağara şeklindeki kayayı aradı. Birkaç adım kadar sağ tarafa yürüdüğünde onu görebilmişti. Kendini rahatlatmak için her zamanki gibi eline aldığı küçük taş parçalarını denize doğru fırlatıyordu genç adam. Corinna bir an ne yapacağını bilemedi. Ona her zaman sıcak gelen gözler şimdi endişeyle dolu ve varlığından habersizdi. Conerus'u daha önce hiç bu kadar dalgın görmemişti. Aynı şeyi düşünüyor olma ihtimallerinin yüksekliği kızı korkutuyordu. Conerus'un da Corinna için endişelendiği son derece bariz olsa bile, bu konu da Corinna'nın kafasını kurcalıyordu. Aşkının ve sevgisinin karşılıklı olduğunu bilmek onu mutlu ediyordu elbette. Ama aynı şekilde canlarının yanması... Onu mutlu etmiyordu. Asla.
Genç kız ne yapacağı konusunda yaşadığı tereddüte rağmen aşık olduğu adamın yanına doğru, kendinden emin gibi gözüken bir edayla ilerlerken oğlanınkine benzeyen berrak mavi gözleri yaşadığı kararsızlığı ele veriyordu. Oğlan, ancak aralarında yaklaşık 5 metrelik bir mesafe kaldığında genç kızı fark edebildi. Olduğu yerden doğrulduğunda, önce gözleri, sonraysa elleri birbirleriyle buluştu. Kız şimdi, oğlandan öğrendiği güven ve huzur duygusunu bir kez daha tadıyordu. Kız bu sefer bir an bile tereddüt etmeden kendini, sevdiği adamın kollarına bıraktı. Onu allak bullak eden saçma düşüncelerden ancak bu şekilde sıyrılabiliyordu. Tamda şu anda; tüm dünyayı arkalarında bırakmış gibilerdi. Oyunları ve toplama gününü boşvermiş gibi gözüken halleriyle kendilerini bile hayrete düşürecek bir tavır takındıklarının farkında değillerdi belki de. Ama ne önemi vardı ki? Aşkları, hep onlarla beraber olmayacak mıydı? Sürekli çaresiz kalmaktan korkan biri olarak, şu anda bulunduğu bu durumda ne yapacağını kestirmek mümkün değilken, bu soruların yanıtlarını vermekte zorlanıyordu kız. Tek istediği; ömrü boyunca, onun yanında kalmaktı.
**
Conerus'un, genç kızı çevreleyen kolları bile kızın sakinleşmesine yardımcı olmuyordu ilk defa. Corinna, ilk kez duygularını bu kadar uç noktalarda yaşıyordu. İlk kez bu kadar çaresiz hissediyordu. Gözlerinden dökülen yaşlar, onu daha da telaşlı bir hale sokuyor, sağlıklı düşünmesini engelliyordu.
Az önce ayaklarına çarpıp onları serinleten dalgalar şimdi durgunlaşmış, sanki onları dinliyorlardı. “Sakin olmalısın Corinna. Seni asla bırakmayacağım.” Seni bırakmayacağım. Kızın istediği bu değil miydi zaten? Peki neden bir türlü mutlu olamıyordu? Bu sözcükler onu mutlu etmesi gerekirken, aksine, içindeki endişeyi daha da arttırmıştı. Belki de devamında gelecek sözcüklerden korkuyordu kız. Olamaz. Benimle gelemez.
Genç kızın, Capitol veya oyunlar konusunda konuşmanın bir yararı olmayacağını bilse bile ağzını istemsizce açtığını gören Conerus onun aklını okurcasına büyük bir çeviklikle, parmağını kızın gözyaşlarıyla ıslanmış tuzlu dudağına bastırdı. "Ondan bahsetme." Capitol'den, oyunlardan, toplama gününden, ölümden, acıdan, özlemden .Böylesi çok daha iyiydi belki de. Onlardan bahsetmedikleri halde, olayların gerçekleşmeyeceğini düşünüyor olabilirlerdi. Ama bu sadece kendilerini rahatlatmak için yaptıkları bir şeydi. Aslında, daha çok kendilerini kandırmak. Corinna bu sene adının tam 22 kez kuraya gireceğini biliyordu. Eğer, şansının hiç bir zaman yaver gitmediğini de buna eklersek, seçilme olasılığı oldukça yüksekti. Şanssızlık. Hayır, sen şanssız değilsin, onunla tanıştın, hayatının aşkıyla. Kalbinin derinliklerinden fırlayıp, bedeninin tümünü adeta kaskatı eden iç sesiydi bu.
"Seçilsen bile senin yanında ben de geleceğim; ölümde de senin yanında olacağım. Ama şimdi, o günden bahsetmek istemiyorum." Onu iç dünyasından ayıran, Conerus'un, her zaman içini rahatlatan sesiydi. Ama bu kez, ses, onu rahatlatmıyordu. Aksine; içine düşürdüğü ateşle, adeta kasıp kavuruyordu onu. Seninle geleceğim, ölümde de senin yanında olacağım. Beyni birkaç saniyeliğine duyduklarını algılamakta zorlansa bile, en sonunda, adeta yüzüne tokat gibi çarpan gerçeği hazmedebilmişti. Gelemez. Gelmemeli. Buna izin veremem. Kızın iç sesi, tekrar onu yiyip bitimeye başlamıştı. Onun ölümünü izlemesine dayanamayacağını biliyordu kız. Ya da, onun gözü önünde ölmeye, hatta birbirlerini öldürecek duruma gelmelerine. Kendi iradeleri kontrolünde, bunun asla gerçekleşmeyeceğini bilse bile, her sene izlemek zorunda bırakıldığı oyunlardan, Capitol'ün yaptığı oyunları az çok biliyordu. Müttefik olan haraçların, bir süre sonra nasıl birbirlerini yiyecek kadar canileştiklerine geçen sene Conerus'la birlikte oyunları izlerken şahit olmamış mıydı?
"Hayır, olamaz, gelemezsin Conerus." Kendinden emin bir sesle söylediğini düşünmesine rağmen, sesinin titrediğinin az çok farkındaydı. Conerus'tan gelecek cevabı merakla beklerken, onun ezberlediği yüz hatlarını tekrar incelemeye koyuldu. Gözleri. En çok onları seviyordu. Bir daha onları göremeyecek olma düşüncesi bile içindeki ateşi büyütürken, ondan nasıl ayrılabilirdi? Nasıl onun ölümünü izleyebilirdi? Buna dayanamayacağını biliyordu. Şu durumda; onu vazgeçirmeyi denemek ancak aptallık olurdu. Bunu kabullenmekte her ne kadar zorlansa bile, zorunda olduğunu biliyordu Corinna.
Aslında hepsi saçmalıktı. Sırf canları sıkılıyor diye onlarca kişinin ölümünü izlemekten zevk alan bu insanların oyuncağı olmak. Karın tokluğu için, canı çıkana kadar çalışırken, o aptal insanların ellerindekinin değerini bilmiyor olması. Capitol'e büyük bir nefret besleyerek büyümüştü. Nymeria da öyle. Ancak, ailesi bu konularda hep sessiz kalmayı tercih ederdi. Tek kelime etmezlerdi, karşı çıkmazlardı, kimsenin onları duyamayacağını düşündüğü evinde bile. Bunun nedenini her zaman merak ederdi kız, ancak bir türlü sormaya yeltenmemişti.
Corinna zihninin derinliklerinde adeta yaşadığı bu düşüncelerden sıyrıldığında, denizin dalgaları kayanın oyuk kısmına sırtını vererek oturan iki gence kadar ulaşıyordu. Kız başını, gözleri derinliklere dalmış oğlanın omzuna yaslarken, sakinleşmiş gibi görünüyordu. Genç kız gözlerini kırpıştırınca, düşen iki damla yaş yanaklarından süzülüp geride bir ıslaklık bırakıp kayboldu. Elinin tersiyle yanaklarındaki ıslaklığı da yok eden kız, dikkatini oğlanın sesine yoğunlaştırdı; "Seni yalnız bırakacağımı düşünüyorsan, yanılıyorsun," Genç oğlan, devamı gelecek olan sözlerini bitirdiğinde gözleri buluşmuştu. "Belki benim ölümümü izlemek ya da beni öldürmek zorunda kalırsın ama... Sen Oyunlar'a tek gitsen kafayı yiyeceğim zaten, aptal Capitol'lülerin oyununda ölmeyi tercih ederim." Duyduklarını hazmedene kadar oğlanınkiyle aynı derinliklere sahip gözleri öylece sabit bir şekilde kaldı kızın. Daha sonra, konuşmanın bir yararı olmayacağını düşündüğünü belli eden bir edayla oğlana iyice sokuldu
.